Türkiye daha önce Ergenekon Operasyonu olarak isimlendirilen dava öncesinde alıştırıldığımız şafak operasyonları tekrar başlatıldı. Bu sefer operasyonun hedefinde asker ve gazeteciler değil, bakan çocukları, belediye başkanları ve bürokratlar var.

Askere ve gazetecilere yönelik şafak operasyonlarının yapılış şeklini ve zamanlamasını eleştirirken bazı okuyucularımız bizi Ergenekoncu olmakla suçlamış, hatta Müslümanlığımız dahi sorgulanmıştı. Halbuki bizim itirazımız yapılan tutuklamalara değil, tutuklamaların yapılış şekline ve operasyon haberlerinin operasyon yapılmadan önce bazı yayın kuruluşları tarafından duyurulmasına idi.

Sonuçta ülke nüfusunun yarısının ve muhalefet partilerinin karşı çıktığı Ergenekon davası büyük ölçüde sonuçlandı ve davaya bakan hâkimler ellerinde bulunan delillere göre bazı kararlar verdiler. Verilen bu kararlara itiraz eden sanıklar üst mahkemelere müracaat ederek haklarını arıyorlar.  Sonuçta kararı verecek olan bağımsız olduğu söylenen yargı organları olacak.

Son yapılan yolsuzluk operasyonlarında, rüzgâr tersinden esmeye başladı. Ergenekon davası sırasında mahkemelerin ve emniyet teşkilatının arkasında duran hükümet, yapılanların usulsüz olduğunu ve bu işin arkasında siyasi hesaplaşmanın yattığını söylüyor. Daha önce de aynı cümleleri, hükümetin desteklediği operasyona maruz kalan kesim kullanmıştı. Demek ki zaman zaman taraflar bir birinin yerine geçip aynı sıkıntıyı yaşıyor. Bu sıkıntıların farklı zamanlarda fakat aynı kelimelerle ifade edilmesi, doğru gitmeyen bir şeylerin olduğunu gösteriyor bize. İnsanların kesin çizgilerle siyah ve beyaz olarak ayrılmaları ve bu ayrıştırmanın siyasi ikbal için desteklenmesi, empati eksikliğini doğuruyor. Ancak aynı olay başımıza geldiği zaman karşı tarafın ne yaşadığını anlama imkânı buluyoruz. Demek ki eşekten düşen Nasrettin Hoca'nın “Bana eşekten düşen birisini bulun” demesi boşuna değilmiş.

Ergenekon Operasyonunda ve şu anda gerçekleşmekte olan operasyonda konumunu ve tavrını değiştirmeyen tek güç, maddi bir vücuda sahip olmayan CEMAAT! Ortalıkta gözükmeyen ancak her haksızlığa maruz kaldığını düşünen kesim tarafından ilk akla gelerek suçlanan CEMAAT, bu davada da operasyonu düzenlemekle suçlanıyor. Bu görünmeyen gücün böyle bir operasyon yapmış olması, hem de bunu bütün gücü elinde topladığına inanan bir hükümete karşı yapmış olması çok anlamlı. 

Ergenekon Operasyonu sırasında dile getirilmeye çalışılan “CEMAAT DEVLETE HÂKİM OLUYOR” şikâyetlerinin ne kadar haklı olduğunu, şu anda yürütülen operasyonun hükümete rağmen ve hükümete karşı yapılmış olması gösteriyor. Bu cümleden operasyonun yapılmasına karşı olduğum ve tutuklananların suçsuz olduğu anlamı çıkarılmasın. Daha önce ki yazılarımda da belirttiğim gibi “aksi ispat edilmedikçe herkes masumdur” hükmüne inananlardanım.

Hükümetin bu operasyon karşısında takındığı tavır yanlıştır ve suçüstü yakalanmanın şaşkınlığının işaretini taşıyor. Yapılacak olan savcı ve emniyet müdürlerini görevden almak değil, adı bu işe karışan bakan ve bürokratların istifa etmesidir. Davada oğlunun ismi geçen bir bakanın, bu davaya delil toplamakla görevli Emniyet Teşkilatının en üstündeki isim olması bu dava hakkında toplanacak aleyhte delil ve verilecek aleyhte bir karar milletin gönlünde kabul görmeyecektir.

Yine hükümet bu davaya müdahil olmak yerine- “Başbakan, Deniz Baykal'ı çetenin avukatı olarak suçlamıştı”- davanın sonuçlanmasını beklemelidir.

Bu konuda verilecek olan mesajları yeniden yazmak yerine, daha önce Ergenekon Davasında ve Gezi Parkı olayları sırasında verdikleri beyanatları sırasıyla ve aynısı ile yeniden dillendirmelidirler.

Kısaca bu operasyon sürecinde yargıda ve emniyette yapılacak her türlü görevden almalar ve yer değiştirmeler olumsuz düşünceye yol açacaktır.

Yapılacak en doğru iş bir zamanlar Başbakan Erdoğan'ın söylediği “Abdestinden şüphesi olmayanın, namazından şüphesi olmaz” sözü doğrultusunda işi yargıya bırakmak olacaktır.