Prof. Dr. Erol Güngör’ü kaybettiğimiz tarihten bu güne 38 koca yıl geride kaldı. Bir bilim adamı olmanın yanında aynı zamanda bir halk adamı da olan Erol Güngör, Üniversite ile halkı buluşturan hoca olarak bilinir Konya’da.

Selçuk Üniversitesinde rektörlük görevinde bulunduğu sekiz aylık zaman dilimine sığdırdıklarına baktığımız zaman Erol Güngör’ü daha iyi tanıyabiliriz. Erol Güngör’ün Küçük Şeyler isimli makalesinde, aydınların hatta milliyetçi aydınların halkla bütünleşememelerinin küçük gibi görünen sebepleri yer alır. “Gözle görülebilen davranış normları” dediği bu küçük şeyler için bir de örnek verir. “İçki meclisinde küplerle rakı devireni hoş gören insanlar (halk), akşamüzerleri lüks bir otelin lobisinde yarım kadeh viski içen biriyle kendi aralarında dağlar kadar fark görürler.” Erol Güngör, küçük şeylere de dikkat eden bir aydın olduğu için Konyalıların sevgisini kazanabilmiştir.

Erol Güngör, çeşitli yönleriyle üzerinde durulması ve tahlil edilmesi gereken, bir âlim, mütefekkir ve muharrirdir. Cemiyetimizin meselelerini tahlil edişi, milli kültürümüz ve tarihimiz üzerindeki fikirleri, yaşadığı zamanın şartlarında İslamiyet ve tasavvufun meseleleri, tercümeleri ve üslubu üzerinde durulması gereken konulardır.

Erol Güngör, yazı hayatına başladığı gün itibari ile Profesörlük dönemi arasında fikir hayatının nasıl geliştiği konusunda kendisine bir soru yönelten Lütfi Şehsuvaroğlu’na şöyle cevap veriyor.

“Yazı hayatımın başladığı günlere fikir hayatımın başlangıcı denilemez. O zamanlar kendi başıma herhangi bir fikir geliştirmiş değildim, zaten yaşım ve tecrübem dolayısıyla buna imkân yoktu. Fakat çok okuyordum ve okuduklarımdan birer kompozisyon çıkarıyordum. Bunun yanında kıymetli bir ağabeyimizden o yaş için hayli kuvvetli sayılabilecek bir din kültürü aldım. Sonraki hayatımda milliyetçilik teması hep hâkim olmuştur, fakat lisedeki milliyetçilik anlayışımla şimdiki arasında büyük bir fark vardır. Bir ilim disiplininden geçmiş olmak, yaş ve tecrübe, bilgi ve özellikle Batı ile temas insanı büyük ölçüde değiştiriyor.

“Cağımızın gençliğinin tarih şuurunu geliştirecek, sevgisini aşılayacak veya heyecanını verecek nasıl bir tarih eğitimi tavsiye ediyorsunuz” sorusuna ise Erol Güngör şu cevabı veriyor.

“Tarih şuurunun özel bir eğitim programıyla verilebileceğini zannetmiyorum, Bunun doğru olacağına da inanmıyorum. Bizim gençliğimizde menfi bir tarih duygusunun doğmasında başlıca sebep resmi tarih doktrininin yanlışlığı ve ondan başkasına hiç müsamaha edilmeyişi idi. Herkesin özel tarih terbiyesi alması gerekmez. Bu iş memleketteki ilim ve fikir adamlarının yapacakları çalışmalar ve eğitim müesseselerinin onlarla işbirliği yapması sayesinde adeta kendiliğinden olur.”

“Milli tarihimiz milletimizin tarihidir; milletimiz ise çok büyük bir maceranın, çok çeşitli tesirlerin eseri olmakla beraber bu güne kadar bir bütün halinde gelmiştir. Biz her konuşmamıza ‘binlerce yıllık tarihimiz’ diye başlarız, ama zihnimizin ufuklarında bütün tarih geçen yüzyıldan ibarettir. Önce bu perspektifi kazanmalıyız. Sonra kendimizi bu tarihin eseri olarak görüp milli şahsiyetimizin köklerini orada aramalıyız. Kuvvetimizi, zaaflarımızı orada bulmalı, milli varlığımızın nasıl bir istikamet tutturduğunu anlayabilmeliyiz. Milli tarihimiz böylece bir masal kitabı olmaktan çıkar, benliğimizin bir parçası haline gelebilir.”

Bu gün en büyük yaralarımızdan birisi olan Türkçe konusunda da bir soru üzerine şunları söylüyor Erol Güngör;

“Dil konusunda Ziya Gökalp ve arkadaşlarının geliştirdikleri ‘Türkçeleşme’ görüşünü benimsiyorum. Bu gelişme sun’i bir şekilde durdurulmuş ve Türk Kültürü bundan çok zarar görmüştür. Günlük hayatta kullanılan kelimelerin aslı nereden gelirse gelsin hiç birini değiştirmemeliyiz. Çünkü bunlar, yeni Türkçe haline gelmişlerdir.

Bunun yanında Türkçenin ilim ve teknoloji terimlerine büyük ihtiyacı vardır ki bunları yeniden türetmek zorundayız. Dille uğraşanlar ancak bu yolda “tabi Türkçenin yapısına uymak şartıyla” bir şeyler yapabilirlerse büyük hizmet etmiş olurlar.”

Erol Güngör, hürriyet ve otorite dengesinin kurulması konusunda ise şunları söylüyor,

“… Fikir hürriyeti konusunda hiçbir sınırlandırmaya taraftar değilim. Öte yandan Türk Milletinin varlığının korunması ve devamında devlet otoritesinin yeri başka milletlerinkine benzemeyecek kadar önemli olmuştur. Bence hürriyet-otorite dengesinde milletlerin tarihi şartları ve milli şahsiyetlerinin önemli bir yeri vardır. Avrupa’da fikir hürriyetinin ve kültür gelişmesinin çok eski bir tarihi olduğu halde bu durum orada en katı diktatörlüklerin çıkmasına engel olamadı. Bizim milletimizin tarihinde ‘zalim devlet’ hiç olmamıştır. Siyasi tehlike yaratmadığı yani eyleme dönüşmediği müddetçe kimsenin fikrine karışıldığı da pek görülemez. Kısacası, Türklerde otoritenin tavrı genellikle ağırbaşlı ve mülayim olmuştur…“

Demokrasi konusundaki düşüncelerini ise şu cümlelerle anlatıyor Erol Güngör;

“Milliyetçilik milli hâkimiyet anlamına geldiği için onun vazgeçilmez bir parçasıdır demokrasi. Milliyetçilikle demokrasi arasında uyumsuzluk gibi görünen haller esasta değil şekilde olabilir. Milli iradenin siyasette tecelli etmesi millet için kendi başına gaye değil, bir vasıtadan ibarettir. Kısacası, demokrasi her haliyle mutlaka iyidir denemez. Çoğunluğun yanılmayacağını garanti edemeyiz… Şimdilik çok partili parlamenter demokrasi bunun için en uygun görünüyor.”

Ne dersiniz? Şu anda Erol Güngör gibi milletini tanıyan, aydın ve tek düşüncesi mensubu bulunduğu milletin çıkarlarını savunmak olan ilim adamlarına ne kadar ihtiyacımız var? Allah’ın Rahmeti üzerine olsun. Ruhuna Fatiha!

*Kaynak: TÖRE DERGİSİ, Haziran- 1983