Bak yine düğümlendi boğazıma cümleler! Kördüğüm oldu. Ne dile aksediyor ne de gönle! Tek yapabildiği bir gölgenin ötesine gizlenmek!

Kavga ediyorum, güneşle arama giren cisimle! Hayatın ağırlığı çörekleniyor üzerime! Kaldıramayacağımdan değil elbette! Şu koca dünyaya meydan okuyacak kadar güçlüyüm aslında! Her şeye gücüm yetti de bir kendime söz geçiremedim şu hayatta...

Uykumu uyuttum, uykusuz rüyalardayım! Usulca üzerini örttüm bedenimin güneş ışınları ile! Uzaktan uzağa görmeden, dokunmadan ne de güzel söylemiş Yunus Emre, “Çiçeklerle hoş geçin, balı incitme gönül. Bir küçük meyve için dalı incitme gönül. Mevla verince azma, geri alınca kızma! Tüten ocağı bozma, külü incitme gönül. Dokunur gayretine, karışma hikmetine, sahibi hürmetine, kulu incitme gönül. Sevmekten geri kalma, yapan ol yıkan olma! Sevene diken olma, gülü incitme gönül!”

Hepimiz astık bedenlerimizi güneş ışınları ile! Gölgenin idamını izler olduk. Robotlaşmış bedenlerdeki asılmış iyi niyetlerin, sokaklarda gezdiğini seyreder olduk. Farkında olmadan bir kopya, tek örnek hayatı yaşıyoruz. Bir rol yazılmış oynuyoruz, geçiyoruz. Bize bir pay biçilmiş üç kuruşa razı olup, yaşayıp gidiyoruz.

İnsanlar zamanla inanmamayı, güvenmemeyi bir bakıma kronik şüpheci olmayı öğreniyor. Buna da tecrübe diyorlar. Tecrübe edinmek iyidir ama öğrendiklerinle hayata farklı bir bakış açısı ile kalben inanarak bakarsan... Şimdilerde tecrübe denen şey, kalbiyle bağlantısını kesmiş bir insan figürü!

“Tolstoy'un Bisikleti”diye bir kavram vardır. Bu fehva Tolstoy'un bisiklet sürmeyi tam altmış yedi yaşında öğrendiğinden dolayı ortaya çıkmış. Ve “hiçbir şey için geç değil” anlamına gelir. Ey insanlık, kuyularda mı kaldın Yusuf misali?.. Bir dua gelir çöreklenir diline sonra Rabbin buluverir seni! Yeter ki gözün arkada kalmasın. Çünkü gözü arkada kalanın gönlü bir adım bile ilerlemez. 

Gün biter, ay biter, yıl biter. Herkes yolunu bulur. Kimi bu dünyadan, kimi bu şehirden, kimi de yürekten gider. Önemli olan gidenleri yolcu ederken bir güneş ışığına umudu asıp gölgeyi idam olmaya zorlamamaktır. Tecrübeli umutsuz değil, yaşanmışlıklarla ileriyi gören olmaktır... Yaş geçti deyip vazgeçmek yerine, başarabilmeye inanıp iki tekerleğin üzerindeki koltuğa oturmaktır. İki tekerlektir ki, insanın içi ve dışı! Bir görüntü vardır yargılandığın, bir de görünmeyen vardır senin yargıladığın! Dengede durmayı öğrendiğin zaman yol almaya da başlarsın.

“Bir gün kırkayağa sormuşlar, “sen nasıl yürüyorsun?” diye. Kırkayak durmuş, düşünmüş! Dönmüş kendine bakmış ve bir daha yürüyememiş.” Demem o ki, hesaplayarak yaşayamazsınız. Çünkü o zaman hayat durur. Elinden geleni yaptıktan sonra baktın olmuyor, ayağından geleni yap. Yoluna bak ve ilerle mesela! Yol uzun! 

Güneşin tam zirve noktaya geldiğinde, gölgeni içine hapset. Işınlara boyun eğmesini görmezden gelip, kendini asmasına izin verme. Güneşi önüne alıp onu arkandan gelmesi için zorlama! İnsanın gölgesi kendi benliği, sevgisi, düşünceleri, umudu, mutluluğu ve yarınlarıdır. Güneş ise yarınlar için yanında olanlardır. Mesleğin, sevdiklerin, arkadaşların ve insanlar!

Güneş her zaman önümüzü aydınlatacak elbet. Lâkin ışınlarla, gölgenin iyi geçinmeye başladığı zaman! Yüzüne gülümsemeyi kondurmayıp mutluluk ışınlarını etrafa saçmayanın gönlüne dükkân açmasına izin vermeyeceksin. 

Gandi'nin de söylediği gibi, “Bildiğini yaşamıyorsa insan, yalnızlaşır ve mutsuz olur. Mutluluk, insanın düşündüğü, söylediği ve yaptığı şeylerin uyum içinde olduğu andır.” 

Gölgenizi idam ettirmeyin. Mutlu olun. Sevin birbirinizi! Atı alan Üsküdar'ı geçene kadar, Dürüye güğümleri kalaylayana kadar, Huş'un yollarına gidenin geri döndüğünü görene kadar,Mardin kapısından atlayana kadar!  Yoruldum hayat gelme üstüne demek yerine, ben yolumda ilerliyorum hayat hadi yakala beni diyerek! 

Eğer bu hayatta illa bir şeylere üzülmek gerekiyorsa, “bugün neden daha çok iyilik yapmadım, neden tebessümü kocaman bir mutluluk ile taçlandırmadım?” diye üzülün. Boş verin olumsuzlukları! Nasılsa her rüya, güneşle sona eriyor. Mutluluk ile kalın, yazı dostlarım!