Yaşadığımız şehirler sandığımız gibi yerinde duran mekânlar mı acaba?

Biz de onun üzerinde duran sakinler miyiz?

Ya da zaman okyanusunda seyir halinde olan bir yaşam aracı mı?

Biz mi onun yol almasını sağlıyoruz yoksa o mu bizim yaşam yolcuğumuzda ömür mesafesinde taşıyor?

Hiç düşündük mü?

Biz şehirlerin etkisiz sakinleri miyiz?

Sınırlı yaşamların sahibi birer varlık mıyız?

Yoksa sınırsız yaşamları tamamlayan yaşam ustaları mı?

Bir kahveci her zaman aynı insanları mı görür?

Yoksa sürekli değişen bir yaşamın sakinleri midir yaşamın müdavimleri?

Dolmuşun değişen yolcuları mıyız yoksa?

Şehrin en büyük caddesinde, yüz elli yıllık taş ve ahşap karışımı binanın yerine yapılan son derece lüks bina hiç yıkılmayacak gibi yapılmıştı. Betonarme bir bina daha elli yıl, yeni geçti;  kentsel dönüşüm adı altında kocaman gökdelenlere bırakmak üzere yıkılıyor. Zaten demiri çimentosu eksik ki çok çabuk dökülmüş.  Aslında İlk taş bina da, kerpiç binanın yerine yapılmadı mıydı?

Eskiden taş ustaları vardı şimdi onlar zaman okyanusu gemisinden inmişler. Onların yaptıkları binalar hala şehirlerimizin omurgası… Her taşında mahallesinde bin yıllık yaşamların izi var.

Kim bilir kaç yaşam indi bu şehir gemilerinden.
Hangi meslekler bu geminin yolcuları oldu?

Hangi işler yeni yolcusu olacak?

Zaman okyanusunda seyreden bu geminin güvertesinde bir satranç tahtası kurulu…

İnsanlar kazanmak için uğraşır durur.

Her karesi şehrin başka bir mahallesi, başka bir işi başka bir makamı…

İnsanlar kazanmak için oynar da oynar…

Seyircileri de var elbet.

Herkes kendi satrancını oynar, kendi kazancının peşinde.

Geminin zaman okyanusundaki rotası çok da önemli değil sanki…

Birileri kendi kazancı icabı rotaya yön verir de şehir gitmesi gereken yere değil de kazanmak isteyenlerin yoluna gider.

Zaman okyanusunda rotası potansiyeline varlığına ve yüküne en uygun menzile gitmesi gereken o gemi bazen bir iç denizde döner durur.

Kaptanın ve ekip arkadaşlarını kazanmasını sağlamak için gerçek menzile bir türlü dümen kıramaz…

Seyirciler de kendi günlük isteklerini karşıladıkları sürece bu duruma çok da ses çıkarmazlar.

Zaten ses çıkarsa da çok bir şey değişmez inancındadırlar. Çünkü öyle inandırılmışlardır.

Etliye sütlüye karışma denmiştir.

İşini gör geçimini sağla, kendi yaşamına bak.

Ne oyunlar oynamıştır binlerce yıllık o tahtada. Hep biri kazanmıştır da şehir bir türlü kazanmamıştır. Çünkü varması gereken menzile çok uzak.

Bazen oyuncular öyle kazanç hırslarına bürünmüş ki artık kurulan oyun kendi oyunları olmaktan çıkmıştır…

Kendileri de başka oyun kurucuların kuklasıdır artık...
Geminin kaptanı geminin gerçek rotasından haberdar değildir.

Tek derdi vardır kaptan ve mürettebatın, sadece kazanmak.

Kendi kazançları olsun da gemi nereye giderse gitsin…

Şehrin sakinleri de çok ilgili değildir şehrin rotasından.

Aslında gemiler yolcularını belirler rotasına ona göre ayarlar. Yolcular da rotasına göre gemileri belirler.

Şehirler de öyle…

Sakinler şehirlerinin geleceğine karar verirler, vermelidirler.  Şehirler de sakinlerinin yaşamlarına ilham verirler.

Şehirler ve sakinler bir birini tamamlar.

Ama sorumluluk almayan sadece kendi yolları ve kazançları kadar şehre sahiplenirlerse şehrin sakini olmayı da bir türlü gerçekleştiremezler.

Geniş yolları olan bir şehirde trafiği tıkayan sürücüler gibi… Sağdan soldan açık buldukları her yerden öne geçmeye çalışırken arkasında binlerce aracın yolu tıkamasına aldırmadan.

Rotaya gerek kalmadığından akla da gerek kalmıyormuş gibi yaşamlarla bir sakin şehrine nasıl sahip çıkabilir ki?

Satranç tahtasının her karesi ayrı bir mahalle satranç tahtası gemi güvertesinde şehrin yaşamı…

Oysa şehrin sakinleri şehrin manaya bürünmesini de sağlayan asıl güç değil mi?

Celalettin Hz Şemsi ile karşılaşıncaya kadar da mana şehrinin kapısıydı, Şems ile mana okyanusunda HZ Mevlana’ya dönüşmedi mi?

Her sakin kendi çapında şehrinin Şemsi değil mi?

Şehrin Şemsi olma sorumluluğunu üstlenen sakinler kazanırken şehrin de yaşam okyanusunda menzile ulaşmasını sağlamaz mı?

Hem kendi kazancını hem şehrinin menzilini düşünerek mana okyanusuna da açılmış olmaz mı?

Yoksa sadece kendi oyunumuzu kazanalım yeter mi?

Şimdi sorumluluk zamanı, şehirlerimiz için tercihlerimiz önemli.

Sakinlerin tercihi şehir gemisinin de rotasını çizecek, yolunu belirleyecek…

Her sakin şehrinin şemsidir. Her bir şemsi kendi aydınlığı ile şehri güneş haline getirir. Manasını güçlendirir.

Şehri, âlemin merkezi haline getirir.

Hz Mevlana belki de bu mana denizinden seslendi’’ kim olursanız olun yine gelin’ ’diye davet ederken… Gelin bu mananın aydınlattığı yaşam şehrinin tahtına oturun diye…