Beş günlük memleket ziyaretimden henüz döndüm.

Silifke’nin Yeşilovacık Mahalle’sine bahar gelmiş.

Sabah evin bahçesine çıktığımda kuşlar ötüyordu.  Sanki bir orkestra senfoni konseri veriyor.

Değişik kuşlar kendi lisanlarında iletişim kurarken adeta coşkulu bir besteyi çalıyorlardı.

Bir bülbül sanki kuş  değil ruhun kanatlanmış haliyle yaşam sevincini dile getiriyordu.

Uzak fonda  orman , çiçeklenmiş limon ve portakal ağaçları  toprak yem yeşil otlarla kaplı, bembeyaz bulutlar gökyüzünde revarans yapıyor deniz sütliman sessizce dinliyor.

Birden düşündüm bu bülbülü altına kafese koysak , sahiplensek ne olur diye?

Evimize süs olsa!

Sonra birden bütün canlılık ruhumu terk etti. Ne vahşi bir şey diye düşündüm.

Yaşamın doğasındaki canlılığı yok edivermiştim o an…

Bütün sevinçlerim yok olmuştu.

Tekrar doyumsuz yaşamın bir parçası olarak izlemeye devam ettim… Ruhum bu halde daha güçlü can buluyordu.

Öyle ya doğa benim ben doğanın her zaman dostu değil miydim?

Bu olayı gün boyu düşünürken insanlığı düşündüm.

Penceresi açılmaz suni havalandırmalı gökdelenler aklıma geldi. Kendi ellerimizle inşa ettiğimiz kafeslerimizde  sahip olma duygumuzu tatmin etmek için kendi irademizle içine girdiğimiz kafeslerimizi düşündüm.

Dip dibe siteler, yeşili ve insanlık yaşamını yok eden yapılaşan kentler…

Mekanik hayatlar…

Keşmekeş olmuş trafik..

Hepsi bizlerin faydasına ve isteğine yapılmış yaşam alanları…

Sahip olma duygusunun lokomotifi olmuş ruhumuz kendimizi nasıl kendi kafeslerimize hapsettiğimizi düşündüm.

İnsanlığımızı unutup bir birimize yabancılaştığımız, bir birimizi geçme arzusu ile bir birimizi ezdiğimiz yok saydığımız dünyamızı düşündüm.

Kendimizi tatmin etmek için kendi yaşamımızı ve başkalarının yaşamlarını nasıl soldurduğumuzu düşündüm.

Mesela modern dünyanın lokomotifi altı ayda bir değişen moda dünyası o an aklıma geldi, sanki hayatımızı rengarenk giysiler, son model araçlarla kendi hayatımızı görünürde zenginleştirirken kendimize ait tarzlarımızı, kişiliklerimizi nasıl kurban ettiğimizi düşündüm.

Bülbül gasp, hile ve güçle altın kafese konuyordu ya biz kendi ellerimizle ve irademizle kendi kafesimizi yapmıyor muyduk?

İçine girince kapısını bir daha açamadığımız kafesler ya da kapı açılsa bile artık uçmaya cesaret edemediğimiz alışkanlıklarımızla ördüğümüz görünmez kale duvarları ile kendimizi nasıl hapsettiğimizi düşündüm.

Bir bülbülü altın bir kafese koyarken tatmin etmeye çalıştığımız kısa vadeli zevklerimizle aslında hangi hayatlarımızı köreltmiş oluyorduk.

Yaşamın bütün değerlerini, fayda merkezimizin kullanışlı bir malzemesi olarak görüp kendi faydamıza, her bir değeri kurban etme hırsını gelişme ve modern yaşam olarak tanımladığımız yaşamda aslında kendi kafeslerimizi de  inşa ettiğimizi düşündüm.

Bütün güzellikleri kendi faydamız uğruna nasıl da tüketmişiz öyle yaşamları tüketerek.

Bütün bunlar dünya düzeni, yaşam biçimi olarak öğretilmiş,  kapitalizm ancak böyle çarkını döndürebilir olmuş.

Sadece bu durum bir ülkede mi?

Bütün dünyada böyle…

Parayla insan güçlü olsaydı orta doğunun petrol ülkeleri zengin ve gelişmiş olurlardı hepsi yaşanan insanlık katliamın karşısında sus pus olurken kimlerin oluşturduğu altın kafesin içindeler…

Ya modern ve uygar devletler onlar insanlıktan çıkmış tek dişi kalmış canavar ağızlarından akan salyalarla koca dünyayı kafes haline getirmiyorlar mı?

Yaşamın, alemin emanet edildiği güzelim insanlık altın kafeste can çekişiyor…

Hepimiz bu düzenin değirmenine su taşıyoruz.

Küresel şirketlerin küçük taşeronu İsrail ve büyük taşeron aynı zamanda jandarması Amerika’nın bir avuç toprakta çoluk çocuk demeden yapılan katliamları destekleyen tavırları,  gelişmiş dünyanın sessizliği; dünyayı altın kafese  dönüştürüp içine   insanlığı  koymuyor mu?

Öyle bir dünya ile karşı karşıyayız ki Gazze’de yaşayanlar haricinde herkes altın bir kafesten yaşamı seyrediyor.

Çanakkale’de   milletimize musallat olan o caniler Gazze’de yeniden iş başındalar…

Sanırım bir insandan küresel topluma  hepimiz;   her değeri altın kafese koyarken aslında kendimizi altın kafese koyuyoruz…

Öyle bir kafesteyiz ki;

 Kafesten çıkışı hayal bile edemiyoruz.

Bu çarkın önemli bir parçası olarak yeni bülbülleri kafeslere koyarak yaşıyoruz.

Yaşamın yoğunluğundan  çıkıp eski bir evin hatıralarla yüklü, baharı ağırlayan bahçesinde, kuşlarla beraber bülbülü dinleyerek, seyrederken özgür ruhumla buluştum.

Altın kafesler inşa ederken altın yaşamları da inşa edelim.

Nefsimizin kısa dönemli faydasına değerli yaşamlarımızı ihmal etmeyelim.

Sağlıklı yaşam, tekamül eden insanlık herşeyin doğal ortamında çok daha değerli…