Güneşin doğuşunda gizliydi özgürlük… Göz alabildiğince doğanın güzelliğini gözlerimizin önüne seriyordu. Rahatlıyorduk, seyre dalarken uçsuz bucaksız gökyüzünü… Doğanın rengini yansıtıyordu tüm ihtişamı ile…

Sakin ve dingin akan bir derede gizliydi özgürlük… Her şeye hayat vermek için yavaş yavaş yol alan… Önüne ne engel çıkarsa çıksın, şikâyet etmeden, öfkelenip suyunu köpürtmeden etrafından dolaşıp devam eden… Kendinden olanı, başkalarına sunmaktan asla vazgeçmeyen…

Gök kubbede süzülen minik bir serçenin kanatlarında gizliydi özgürlük… Alabildiğince mesafeleri kat edip cıvıltısıyla eşsiz bir açık hava konseri sunan… Bağımsızlığın en naif örneği…

Bir ağacın göklere doğru uzanan en üst dallarındaki al elmada gizliydi özgürlük… Güneşin tüm aydınlığının yüzeyine buseler kondurduğu… Hafif esen rüzgâr ile şakalaşan…

Ağacın köklerinde gizliydi özgürlük… Toprak ana ile anlaşma yapmış, ikisi de birbirine sahip çıkmaya ant içmiş gibi biri diğerini besliyor, diğeri öbürünü koruyor. Birbirlerine can oluyor, yoldaş oluyor, dost oluyorlar…

Minik bir kedinin patilerinde gizliydi özgürlük… Yaşadığı yeri istediği gibi gezebilen… Her yeri kendine ev edinebilen… Kuru bir ekmekle karnını doyurup, başka bir şeye gözünü dikmeyen… Düşmanı olan köpekle bile dost olabilen…

Allah’a boyun eğilen secdede gizliydi özgürlüğümüz… Acizliğimizi anımsadığımızda, ondan umduğumuzda, duamızı kelime kelime sunduğumuzda… Yüreğimizi inancımızla beslediğimizde… Şükrümüzü, tevekkülümüzü eksik etmediğimizde…

Evren bize çok şey anlatmaya çalıştı. Ufacık detaylar ile koca koca dersler verdi. Yakamızdan tutup hayat dersine oturtmadı bizi belki… Fakat özgürlüğü sunarak anlamamızı istedi. Evrenin dilini öğrenmeyi reddettik. Çünkü biz dünyanın efendisiydik. Çok güçlüydük.

Ne mi yaptık? Çeşitli kimyasallar ile suyu kirlettik. Gökyüzüne ve güneşe zarar verdik. Yaşam kaynağı olan suyu sağlıkla içemez olduk. Mevsimleri değiştirdik. Ne güneşin keyfini çıkarabildik ne de karın eğlencesine eriştik. En özgür biz olmalıydık. Çünkü çok güçlüydük.

Ağaçları kestik. Bizler için sundukları tüm güzellikleri yok ettik. Toprak ile dostluğunu bozduk. Birbirlerine hayat yoldaşı olamadılar. Çünkü her şey bize boyun eğmeliydi. Biz çok güçlüydük. Evreni avucumuzun içene alabilir, ona hükmedebilirdik. Çünkü doğadakiler sessizdi!

Hayvanlara zarar verdik. Onları kapı önlerimizden, balkonlarımızdan kovaladık. Gelmesinler diye hiçbir şeyimizi onlarla paylaşmadık. Artıklarımızı bile minik canlara çok gördük. Soğuklarda sıcacık evlerimizde otururken, dışarda kalanları hiç düşünmedik. Çünkü sadece biz önemliydik.

Allah’a ibadetimizi bıraktık. Çünkü biz her şeye istediğimizde sahip olabiliyorduk. Çevremize hükmedebiliyorduk. Saptık yolumuzdan, yordamımızı bilemez olduk. Bencilliğimiz bitirdi bizi işte…

Özgür olan insanı minicik bir virüs evlere hapsetti. Bizim için parmaklık olan pencerelerimizden burnumuzu dahi dışarı çıkaramadan etrafı izleyebiliyoruz. Güneş yine özgür… Su yine özgür… Ağaçlar yine özgür… Hayvanlar yine özgür…

Bizler dünyaya, çevremize, birbirimize, kendimize yaptığımız zulmün mahkûmu olduk. Evren kendi diliyle bize yine bir ders anlatıyor. Bu sefer “meşguldüm, işlerim vardı, zamanım yoktu” gibi bahanelerin ardına saklanamayacağız. Çünkü hepimiz evlerimizde sıkılmaktayız. Şimdi düşünme ve farkına varma, kendimize çeki düzen verme vakti.

Bu felaket bizim mucizemiz olsun. Evrenin dilini dinle!