2. SÜLEYMAN  2

Ne varki Hoca ile Ağa birleşince ve aralarına da şeyhülislamı kattıklarında padişahın yapacağı iş, veziriazamını azletmekten başkası değildi. Azledilen İsmail Paşanın yerine, Boğaz Muhafızlığında istihdam edilen Tekirdağlı Bekri Mustafa Paşa, veziriazamlığa getirildi. Bu arada da eski sadrazamın, Yeğen Osman Paşa taraftan olan, Anadoludaki Sarıca ve Sekbanlar üzerine sevk etmek istediği, "nefiriam" denilen, halk kuvvetlerinin dağıldığını haber alan, Yeğen Osman Paşa; Bosnaya gitmeyip: "benim istediğim mansıbı almak elimdedir" demek sureti ile yanındaki on iki bin kişi ile Belgradda bulunan; eski hazinedar Serdar Hasan Paşa adına gelen, serdarlık beratını da, kendi adına okutarak serdarlığı zorla aldı. Bir isyan hareketini önlemek isteyen hükümetde bu emri vakiyi kabul etti. 

Hakikaten; Nemçe yâni Avusturya kumandanı Maksimil-yen, 30 bin kişilik bir kuvvet ile Zemlinde bulunan Tökeli îm-re ve de Osmanlı birliklerini mağlup edince, Yeğen Osman Paşa'nın Dayısı olan Veli Paşanın da, gafletinden istifade ederek onbin kadar askerle, Belgrad tarafına kuvvet geçirtti bu kuvvet karşısına çıkmış olan Osmanlı birliklerini bozduktan az sonra da Belgrad'i muhasara etti. Yeğen Osman Paşa'nın hatası Belgradın yağmalanmasına ve orada binyedi-yüz muhafızla Ahmed Paşayı bırakıp, Nişe kaçmasıysa işin, tuzu biberi oldu. Belgrad Balkan Yarımadasının, bir nevi giriş kapısı olduğundan, mezkûr yeri düşmanın çok kolay ele geçirmesi ve de, serdar Yeğen Osman Paşa'nın adetâ ortadan yok olması, düşmanın çok rahat hareket etmesini sağlarken, şehri zapt ve içindekileri öldürüp, yağma yapması kısa bir zaman içinde yardım gelmezse, muhakkak olduğu bildirilmişti.

Rumelide eli silah tutan kimselerden başıbozuk olarak tâbir edilen milis kuvvetleri, tertib edilip Belgrad'a şevkine çalışıldı. Ancak;serdar bu işe de önem vermediğinden Belgrad Kalesine takviye kuvvet konması kabil olamadı.

Maksimilyen kuşatmanın, 29. günü Belgradı ele geçirdi. Peşinden Tunanın sahilinin sol tarafında Macaristan topraklarında bulunan, Pan çova Palangaları da işgale uğradı. Macaristan da yalniz başına Tamışvar, yokluklar içinde müdafaasına devam etmekteydi. Üst üste gelen bu felaketleri savaş yoluyla telafi etmek kabil görülmeyince, bir sulh tesisi temin etmek için çalışmalar başlatıldı. Artık bu hal Osmanlı'nın kendisinden sulh taleb edilen devlet halinden çıkıp, artık kendisinin; sulh teklif eden bir devlet haline geldiğinin alışmasının emareleri olarak, tarihi perspektifden vakalara baktığımızda, istesek de istemesek de, kabul etmemiz gereken, açık bir hakikat halindeydi.

Rumeli beylerbeyi payesi ile elçi olarak tayin olunan Divanı Hümayun baş tercümanı iskerletzade Aleksandr ile Züsfikar Efendi elçi olarak gönderildi. 1688'sulh müzakerelerini olsun, savaş halini olsun daha yakından takip edebilmesi için padişah, 2. Süleyman, Edirne'ye gitmeyi istedi ve zaten bu hal gerekendi.

Barış aramakta olan Osmanlı murahhas heyeti Belgradın elden çıkışının 2. günü olan 8/eylül/1688'de, name teslimi ve protokol usulleri hakkındaki, arada beliren ihtilaf ve birde müttefiklerin Mukaddes ittifakları dolaysıyla bir noktada görüşleri toplamak için, toplantı akd edildi. İhtilaflar hal edildi, aradan üç ay geçtiğinde Osmanlı heyeti, 8/şubat/1689'da, Avusturya imparatoru tarafından kabul edildi. Bu murahhas heyetinin riyasetinde bulunan ve şehid olana kadar, ismi Elçi Zülfikar Efendi, diye anılmış bulunan zat, Tamışvar civarındaki, 1696'da ki savaşlardan birinde yeniçeri ocağı kâtipliğini de yapmaktayken, göğsüne isabet eden bir düşman kurşunu onu şehidler zümresine iltihak ettirdi. Zülfikar Efendi hem tahta geçiş tebliği, hem de sulh için gönderdiği mektubu, 8/şubat/1689'da vukubulan kabul töreninde, Avusturya imparatoruna takdim etmiş ve Avusturyalılardan dört, Lehistandan, iki ve Venedikten, bir murahhasın iştirakiyle sulh tefini için biri birini takip eden görüşmeler yapılmıştır. Bu görüşmelerin 14 defa tekrarlandığı, iştirakçilerin her birinin, Şimdiye kadar Osmanlı devletine söyleyemediği ifadelerle cevap vermesi, güçlü ol, konuşturma! Anlayışının her zaman için geçerli olduğunu ortaya koyuyordu. Biz; kaybettiğimiz yerlerin iadesi üzerinde fazla söz sarfetmezken, Erdel'in, serbest kalmasını ısrarla istiyorduk. Tabiki böyle bir Erdel, bizim için, yaralarımızı tımar ettiğimizde fırlanacak bir tramplenimizdi ve düşman bundan da gafil değildi. Sulh müzakerelerini bitiren Avusturyalıların, şu sözünü buraya alamadan geçmemiz kabil değil: "Osmanlı askeri, oklanmış şikarımızdır ne sulha talib olduk, ne de sizden adam istedik, bizzat hedefimiz İstanbul'dur nasıl ki, seferin ibtidarında elçimizi, Budin'den saldığımız gibi biz de, seni Edirne'den salıveririz diye Elçi Zülfikar Efendiye hitabda bulunmuşlardır. Bütün bunlar devletçe göz önüne alınmış ve Edirne'de bulunan padişahın sefere çıkmak üzere hazırlanması kararlaştırıldı.

4 yıl gibi kısa bir süre padişahlık yapan 2. Süleyman, son iki yılında yatak hastası olarak gün geçirmiştir. Sağlığı zayıflayan padişah, 22 Haziran 1691 tarihinde tahttan indirildi. Hayatını 1691 yılında böbrek yetmezliği sebebiyle Edirne'de kaybeden 2. Süleyman, İstanbul'da Süleymaniye Camii yanındaki Kanuni Sultan Süleyman türbesine gömülmüştür. Hayatında hapis dönemi yaşadığından çocuk sahibi olmasına izin verilmediğinden, hiç çocuğu olmayan bir padişahtır. Yerine kardeşi 2. Ahmet tahta geçmiştir. Padişahlığı döneminde Fener kulesi ve İzmir ilinde cami inşa ettirmiştir.