SULTAN I. AHMET 2

Sultan Ahmet Han, şahit olduğu büyük kerameti üzerine Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri’nin manevi terbiyesine giren I. Ahmet Han, bu manevi takviye ile şahsiyetinin kemaline ulaştı. Böylece fena fiş-şeyh olup O’nunla aynileşti. Sultan Ahmet Han’ın bir sanat harikası olan şaheser caminin temel atma merasimine devrin en meşhur meşayıh ve alimleri davet edilmişti. Temele ilk harcı koyan Aziz Mahmud Hüdayi oldu. Sultan I. Ahmet Han ise, basit bir amele gibi o gün akşama kadar elinde kazma-kürek inşaatta çalıştı. Bu mübarek caminin manevi hususiyetlerine ait şöyle bir  rivayet de vardır: I. Ahmet Han, genç yaşta vefat ettikten sonra kızı Gevher Hatun, rüyasında babasını Cennette çok ihtişamlı bir mekânda görmüş. Merakla sormuş:

“Baba, hangi amelinle bu güzel mertebeye vasıl oldun?”

Sultan Ahmet: “Kızım, bu camiyi yaptırırken sırtımda taş taşıdım!. Bu makamı elde etmemin sebebi budur!” demiş.

Aynı rüyada Sultan Ahmet’in kardeşi de yeğeni Gevher Hatun’a: “Daha bizim yanımıza gelmeyecek misin? Haydi ikinci çocuğunu doğur da gel!” demiş. O sırada Gevher Hatun, gerçekten ikinci çocuğuna hamileymiş. Çok heyecanlanmış. Tabirciler, tevil etmişlerse de rüyanın manası aşikar imiş. Nihayet Gevher Hatun, ikinci çocuğunu doğurduktan sonra bir-iki gün içinde vefat etmiş.

Ahmet Han zamanı, devletin toprak genişliği bakımından en doruk noktada olduğu bir devirdir. Dünya kralları, bu devletin ihtişamı karşısında eğiliyor ve sadrazamların eliyle tac giyiyorlardı. Sultan Ahmet, yaptırmış olduğu caminin sol tarafında küçük ve dar çilehanesinde zaman zaman riyazata girerek, yoğun devlet işlerinden sıyrılıp ruhunu gönül iklimine yönlendirirdi. Murakabe hâlinde yaşayarak Rabbi ile baş başa kalırdı. Sultan Ahmet, caminin inşası sırasında Mısır’da Sultan Kayıtbay türbesinde bulunan Hazret-i Peygamber’in “Nakş-ı Kadem” denilen mübarek ayak izlerini Eyyub Sultan türbesine getirtmişti. Caminin inşaatı tamamlanınca da, bunu, camiye koydurdu. Ancak Sultan, bu nakil işleminin yapıldığı gece şöyle bir rüya gördü: “Bütün Sultanların toplandığı yüce bir meclis kurulmuştu ve Hazret-i Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem- de kadılık makamında oturmaktaydı. Bir nevi mahkeme kurulmuştu. Sultan Kayıtbay, türbesini ziyarete vesile olan bu “Kadem-i Seadet”in alınıp İstanbul’a getirilmesinden dolayı Sultan Ahmet’ten davacı olmuştu. Allah Resulü sallallahü aleyhi ve sellem de, kadı sıfatıyla, “Kadem-i Şerif”in, derhal geri gönderilmesine hükmetti…”Sultan dehşet ve korku ile uyandı. Rüyasını içlerinde Hüdayi’nin de bulunduğu ulema ve meşayıha tabir ettirdi. Yapılan tabire göre denildi ki: “Sultanım! Rüya gayet açıktır. Yoruma bile gerek yoktur. Emanet derhal geri gönderilmelidir…”

Peygamber aşığı Sultan I. Ahmet Han, verilen karara boyun büktü ve emaneti titizlikle ve mahzun bir şekilde yerine iade etti. Ancak yüreği aşk-ı Peygamberi ile dilhun olmuş bulunan I. Ahmet Han, Resulullah sallallahü aleyhi ve sellemin mermer üzerindeki mübarek ayak izlerinin maketini yaptırdı. Kavuğunun üzerine asarak tedaisinden feyz almağa çalıştı.

Rivayet olunur ki, Sultanahmet Câmisi ve külliyesi tamamlanınca, açılış merasimine başkanlık etmesi için Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri dâvet edildi. O gün deniz, çok fırtınalı ve dalgalıydı. Bu sebeple kayıkçılar, denize açılmaya cesaret edemiyorlardı. Mahmud Hüdayi Hazretleri, Üsküdar iskelesine indi. Beş-altı müridiyle birlikte kendi kayığına binerek dalgalar arasında Sarayburnu’na doğru yol aldı. Allah Teala’nın izni ile kayığın ön, arka ve yanlarından deniz, bir kayık mesafesinde süt liman oluyor, dalgalar kayığa hiç tesir etmiyordu. Herkes, korkudan denize çıkamazken, Mahmud Hüdayi Hazretleri kayığıyla selametle karşıya geçti.

Sultanahmet Câmisi, muhteşem bir merasimle ibadete açıldı. Cum’a hutbesi, teberrüken bu büyük veliye okutturuldu. Halen Üsküdar ile Sarayburnu arasındaki bu deniz yoluna, “Hüdayi Yolu” denir. Kayıkçılar, şiddetli fırtınalarda bu yolu takip ederler.  Bu durum, Hüdayi Hazretleri’nin günümüze kadar uzanan bariz bir kerametidir.

Osmanlı Devleti’nin son günlerine kadar Boğaz’da deniz seferi yapan kaptanlar; yolcularını, Üsküdar’dan geçerken Aziz Mahmud Hüdayi kuddise sirruh dergahına, Beşiktaş önünden geçerken Yahya Efendi dergâhına, Beykoz’dan geçerken de Hazret-i Yuşa aleyhisselam tarafına doğru tevcih ederek “Fatiha”ya davet ederlerdi. Bir zamanlar halkın, İstanbul’da medfun olan büyük velilere karşı edebi  işte böyleydi!..