Kibir; bir insanın servet, makam, ilim, ibadet, soy, güzellik ve kuvvet gibi her hangi bir meziyetinden dolayı kendini başkasından üstün görme hastalığıdır. Kibrin birçok derecesi vardır. Bazısı vardır ki, insanı küfre dahi götürebilir. Şeytan, gurur ve kibrinden dolayı Allah'ın huzurundan kovulmuş ve ebedi cehenneme duçar olmuştur. Şeytana aldanan ve Cenabı-ı Hakk'ın rububiyet sıfatını taklide cesaret eden Firavun suda boğulurken, Nemrut da bir sineğe mağlup olmuş ve elim akıbete uğramışlardır. Kibrin ne kadar tehlikeli olduğu bir ayette şöyle ifade buyrulur: “Kibirli davranarak insanlardan yüzünü dönme, çalımlı çalımlı yürüme! Çünkü Allah kibirle kasılan, kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri asla sevmez (Lokman Sûresi, 31-18). Kibir, özellik olarak kendini beğenmek hastalığı olan 'ucb'a yakındır. İnsan yalnız iken de ucb hastalığını taşıyabilir. Ama büyüklenmenin gerçekleşmesi için diğer insanlara karşı olması gerekir. Bu durumda kibir başkalarına karşı işlenen bir günah, 'ucb' ise kişinin kendisine karşı işlediği günah ve kötü huy olarak da tanımlanabilir. Yüce Allah (c.c.) kibirli kimseler için şöyle buyurur: “Yeryüzünde haksız olarak böbürlenenleri, benim ayetlerimden o yana çevireceğim (A'raf Sûresi, 7/146). Toplumda övünmeye neden olan her beceri ve üstün yetenek ile 'ucb' doğabilir. Hatta bazı sıradan huylarla kötü ve aşağı huyların karşılaştırılmasında bile bu durum kibir ve övünmeye sebep olabilir. Bazı aşağılık kimseler ve fasıklar, toplum içinde 'Ben şu kadar içki içtim, şu kadar zina ettim, şu kadar faydasız lakırdı ettim' gibi sözlerle yani yaptıkları kötülüklerle iftihar ederler. Böyle davrananlar, esas olarak iki büyük günahı birden işlemektedirler. Bunun birincisi, işledikleri kötülükleri ifşa etmek suretiyle toplumda bu tür kötülülerin yapılabildiğini söyleyerek bir kısım insanlara da kötülük işlemede cesaret vermekte ve onları da teşvik etmektedirler. İkincisi de bunu bir üstünlük ve gurur sebebi gibi göstererek onunla kibirlenmektedirler. Büyüklük ve azamet kainatı ve içindeki bütün mahlukatı yoktan var eden Cenab-ı Hakk'a aittir ve O'na layıktır. Bir kulun kibirlenmesi, bir kölenin hükümdarın tacını başına geçirerek onun tahtında oturup hükmetmesine benzer. Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan bir kimse cennete giremeyecektir.” Binaenaleyh az bir kibrin ahirette böyle büyük bir cezası olursa acaba Firavun ve Nemrut gibi bu hususta haddi aşanların durumu nice olacaktır. Bu hadis-i şerifte ifade edilen kibir Allah'a ve Peygamberlere karşı yapılan kibirdir. Kibrin sebebi ise, cehalet ve muhakeme noksanlığıdır. Halık-ı Azim'in kudret ve azametini düşünen ve bilen bir insan hiç kibir ve gurur tehlikesine düşer mi? Akl-ı selim sahibi bir insan hayal ve vehimden ibaret olan kibrin ne kadar manasız olduğunu anlar. Eğer kişiyi gurur ve kibre sevk eden, onun ceddinin ve neslinin şeref ve fazileti ise bu kendisine bir şeref kazandırmaz. Soyu ile övünmek ahmaklıktan başka bir şey değildir. Kabil, Hz. Âdem'in oğlu idi, ancak babasının peygamberliğini kabul etmeyerek ebedi felakete sürüklendi. Bunun içindir ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: “Atalarınız ile övünmeyi terk edin.” Eğer insan kendinde var olan kudret, servet ve marifetten dolayı gurur ve kibre giriyorsa, bu da pek manasızdır ve büyük bir cehalettir. Zira, bir insan fil kadar kuvvetli ve kaplan gibi cesaretli olamaz. Sonsuz kudret sahibi olan ve kendisindeki bu nimetleri ona ihsan eden Cenab-ı Hakk'a karşı böyle bir harekette bulunmak en büyük felakettir. İnsan ne kadar kuvvet ve iktidar sahibi olursa olsun, bunların bir gün mutlaka elinden çıkacağını düşünse kesinlikle kibre düşmez. Akıllı insan kendisinde bulunan maddi ve manevi nimetlerin Cenab-ı Hakk'ın lütuf ve keremi olduğunu bilmeli, bir anda yazı kışa, kışı yaza çeviren Allah'ın bu nimetleri elinden her an alabileceğinin unutmamalıdır ki, gurur ve kibre düşmesin. İnsan bütün bu nimetleri Allah'ın ikramı olarak görür ve şükür ile mukabele ederse bu hastalığa düşmez. Bir insanın kibir hastalığından kurtulmasının çaresi ise tevazu ehli olması ve hüsn-ü zan sahibi olmasıdır. Hüsn-ü zan bir kimse hakkında iyi niyetli olma halidir. İnsanlar hakkında hüsn-ü zanda bulunmak sünnettir. Hüsn-ü zan muhabbetin en büyük vesilesi olduğu gibi, kişinin kibirden kurtulmasının çaresidir. Çünkü insan kendi hatalarını ve günahlarını çok iyi bildiği halde, karşıdaki insanın işlediği günahlardan tam manasıyla emin değildir. Müslümanların kibir hastalığına yakalanmamaları, yakalananların ise bundan en kısa zamanda kurtulmaları için Cenab-ı Hakk'a dua ve niyaz edelim.