BOZULMUŞ BİR İSLAMİ DEVLETTE SİYASİ CİHAD

İslami bir devlette bozulma türleri, görüntüleri birçoktur. Hükümetin Emir'i yani başkanı zalim olabilir. Fasık olabilir. Ehil olmayan kimseleri yönetime getirebilir. Müslüman olmayanları getirebilir. Böyle bir hükümete tam anlamıyla şer'i bir bağlılık olamaz. Ne içte ne de dışta tam bir sadakat gösterilemez ve yaptıkları bütünüyle onaylanamaz. Böyle bir durumda dikkat edeceğimiz noktaları şu şekilde belirleyebiliriz:

Şayet emir ve hükümeti Allah'ın hakimiyetini halen tanıyorlarsa, başka bir şeriatın üstünlüğünü kendi İslam şeriatından üstün kabul etmiyorlarsa, bunlar bu takdirde fasık kimselerdir. Bizimle bunlar arasındaki sınır ise namazdır. Şayet namazlarına bağlı ve namazı kılan kimseler ise, kendilerine karşı savaşmayız. Eğer başka yollardan bunları hükümetten ayırma gücümüz varsa, sağlıklı bir yoldan kendilerini azleder, ayırırız. Şayet namazlarına bağlı kimseler değillerse, onları ayırıncaya dek kendileriyle savaşırız. Onlar için aralarında Allah'ın sınırını çizer ve hakkını ikame ederiz. Rasûlullah (s.a.v.) bu konuda şöyle buyuruyor: “İmamlarınızın hayırlıları sizin onları sevdiğiniz ve onların da sizi sevdikleridir. Sizin onlara dua ettiğiniz (veya onlarla namaz kıldığınız) ve onların da size dua ettikleri kimselerdir. İmamlarınızın kötüleri ise sizin kendilerine buğz ettiğiniz ve onların da sizlere buğz ettikleri, sizin kendilerine lanette bulunduğunuz ve onların da size lanet ettikleri kimselerdir. Ya Rasûlallah bunları terk edip kendileriyle savaşmayalım mı dedik? Aranızda namaz kıldıkları sürece hayır. Dikkat, bir kimse üzerine biri vali olur da, onu Allah (c.c.)'a masiyet olan bir şeyde görürse yaptığı masiyetten ona ikrah etsin. Ama bir eli itaatten çekmesin.” Bir diğer hadiste ise: Onlarla savaşmayalım mı? dediler. “Hayır, namaz kıldıkları müddetçe.” buyurdu. Hanefî âlimlerinin içtihadı şöyledir: İmam fasık olunca, azli hak eder. Ancak sağlıklı yollardan görevden azil imkânı var ise yapılır. Hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor:

“Sizden emir olarak gönderdiğim bir adam emrime itaat etmedi, onu görevden alıp onun yerine itaat eden bir kimseyi geçirmekten aciz mi kaldınız?”

Şayet barış yoluyla sağlıklı bir şekilde o kimsenin görevden alınması güç ise, adam namaz da kılıyorsa, bu durumda bizim siyasî cihadımız nasıl olmalıdır?

1- Bizim böylelerine karşı tutumumuz sürekli olumsuz olacaktır. Olumsuz tavır takınacağız. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Ey Ka'b b. Acere, Allah (c.c.)'a sığınarak, benden sonra gelecek olan Emirlerden dikkatini çekerek Allah (c.c.)'a sığınıyorum. Kim onların kapılarına giderse ki onları yalanlarında doğrularsa, yaptıkları zulümde onlara yardımcı olursa o, benden değil, ben de ondan değilim. Benimle birlikte havuzumun başına gelmeyecektir. Kim de onların kapılarını çiğnemezse, yalanlarında onları doğrulamazsa, zulümlerinde onlara yardımcı olmazsa, o bendendir, ben de ondanım ve benimle birlikte havuzun başına gelecektir.”

2- Her zaman onların karşısında olmak, İslâm'a aykırı olarak yaptıkları hareketlerinde çekinmeden onların yüzlerine karşı hatalarını söylemek, gerektiğinde karşı koymak, nasihat etmek. Nitekim İbn Mes'ud (r.a.) diyor ki: 'Bugünkü emirler (yöneticiler) gibi ileride sünneti terk eden emirler gelecek, eğer siz o emirleri kendi başlarına buyruk bırakırsanız, onlar da tıpkı bunlar gibi sünneti değiştirirler. Şayet sünnet konusunda onlara karşı tavır alırsanız, size her şeyi batırıp gömen büyük felaketi getiriverirler.' “Cihadın en faziletlisi, zalim sultan nezdinde çekinmeden adaletli sözü söylemektir.” Bu bakımdan delil ve hüccetlerle karşılarına dikilmek gerekir. “Şehitlerin efendisi durumunda olanlardan biri Hz. Hamza (r.a.), diğeri de zalim bir sultanın huzuruna gidip ona Allah (c.c.)'ın emirlerini ve nehiylerini anlatıp, bu sebeple öldürülen adamdır.”

3- Uygun düşen her bir fırsatı değerlendirerek fesadı kuşatma altına almak gerekir. İyi bir araştırma ve değerlendirme ile meseleyi ele almalı, insanlara uyarılarda bulunmalıdır. İnsanlara gereken öğütler verilmelidir. Şayet mümkünse bazı mubah olan hilelere de başvurabilir. Nitekim bazı yerlerde fakihler gıybet yapılmasına izin vermişler ve mubah saymışlardır. Şöyle ki: Görevinin ehli olmayan devlet yetkililerini her fırsatta halka anlatmak gıybet değildir. Adam fasık ya da hizmetten gafil bir kimse ise bu ve benzeri kimselerin gıybetleri caizdir. Bunun anlatılması, özellikle amme üzerinde velayet yetkisi bulunan kimseler hakkında vaciptir. Zira böyle uygun olmayan bir kimsenin alınıp yerine daha salih ve ehliyetli bir kimsenin getirilmesi için bunun anlatılması gerekir. Bir de insanlar tarafından durumu bilinmeli ki, durumuna göre muamele olunabilsin. Görünüşe bakıp aldanmasın. Onun düzelmesi ve durumunu değiştirmesi noktasında üzerine düşeni yapması için gereken gayretin gösterilmesi gerekir.

4- İçinde yaşadığımız çağda dünya devletleri değişik cihazlardan yararlanarak güçlerini korumaktadırlar. Bu itibarla Müslümanların da aynı şekilde bozuk düzen olan bir devlet içerisinde, İslâmî bir yaşantıya gidebilmesi için üzerine düşeni yapmalılar. Kimisi eğitim-öğretim ile ilgili konulara ve çalışmalara eğilmeli, kimisi yapılan işlerin tenkidine yönelmeli, kimi Müslümanlar ise gerekli bildiri ve ilân işlemlerini, kimisi kötülükleri önleme hizmetlerini ele almalıdır. Kimi içişlerine ve kimi de dışişlerine bakmalıdır. Kimisi malî yönden hizmetleri yürütürken, kimisi de başkaca hizmetleri yürütmelidir. Meselâ devlet başkanıyla görüşülecek ve yapılacak çalışmaları, orduya yönelik çalışmaları, kısaca her biri kendi çerçevesinde mutlak surette bir hizmeti alıp yürütmek zorundadır. Asla işi yağcılığa ve onlarla geçimliliğe götürmeden yürütmelidir.

5- İster dil ile cihatta olsun, ister eğitim yoluyla cihatta olsun her Müslüman bu konuda iyice yetişmelidir. Müslüman bu cihadı yaparken nasıl bir yol izlemesi gerekir, bu hususta elinde genel bir hüküm bulabilsin. Aksi takdirde bozuk bir yola girebilir, halkın genel gidişatına uyabilir. Bu ise sakıncalıdır.

6- Yavaş yavaş ve tedrici olarak adım adım kötülükleri düzeltmeye çalışılmalı, böylece İslâmî bir hükümete doğru gidilmeli, ta ki adil hükümet kuruluncaya dek görev sürdürülmelidir.

Bozulma tüm İslâm devletinde değil de, belli bazı bölgelerinde olmuş ise, bölgenin diğer kısımları veya diğer İslâmî bölgeler, hak olan Halife'ye boyun eğmişlerse, Halife de İslâm'a göre gerekeni yapıyorsa, bu takdirde yapılacak olan şey, hak olan İmam ister güç kullanarak, ister onlara karşı savaş açarak bunu önlemekle yükümlüdür. Aynı şekilde inhiraf ve bozulma sadece bir bölgede mevcutsa, bu, fısk yuvası haline dönüşür. Başka taraftaki İslâm'ı yaşayan adalet yurdu savaşla da olsa, onları hakka yöneltmekle görevlidirler.