Yine düştün sineme Katre-i Baran… Canlandı anıların anısı… Geleceğin zamanı da iyi biliyorsun. Damla damla süzülüyorsun gönül camımdan en derinlerime doğru… Şefkatle okşuyorsun tam da ihtiyacım olan yeri… 

Çocukluk zamanlarımda mahallede oynarken, eve girmemek için akşam ezanı vaktinden kaçar gibi yüreğim ağzımda yaşıyorum hayatı… Senin gelmeni, çocukluğumda hafta sonu erkenden çıkan çizgi filmlerini bekler gibi heyecanla bekliyorum. 

Büyüyen göz bebeklerim değil, yüreğimde oluşan o belirsiz hayal kırıntıları… 

Çocukluğumun en güzel anılarının başrol oyuncususun sen… Ne güzeldi damla damla senin kollarında kahkahalara boğulmak... Kaçmak ne haddime… Sarıp sarmalarken sen çevreyi, sana kollarımı açmak en büyük mutluluğumdu.

Sen benden bir parçasın Katre-i Baran… Ben sana meftun… Sen bana müşfik… 

Sen son demlerinde aç topraklarımı doyurmaya çalışırken, ben bencilce sana olan özlemimi söylemekteyim. İnsanoğlu işte, o da balçıktan yaratılmadı mı? Bencillik yaratılışımızda var. 

Toprak ana derler de sen eğer onu doyurmuyor, kendinden katmıyor olsaydın, sunabilir miydi nimetlerini dünya canlılarına?.. Kahrından ortadan ikiye ayrılır, her günü senin olduğun günleri düşünmekle geçerdi eminim… 

Hepsini geçtim de;  ne güzel geliyorsun baharın şu son anlarında… 

Sonbaharın ortanca çocuğunu bir bir sayıp, sarmalıyor zaman… Ilık güneş ilkbaharı andırıyor. Sarıdan kızıla dönen yapraklar bir doğuş değil de, veda eden üzgün yüzleri anımsatıyor. Bu duygusunu maskelemek için ise renkleri kullanıyor. 

Sepya tonları… Muhteşem yağmurlar ve toprak kokusu… Bana, senle harmanlanıp var olduğumu hatırlatıyor. Sonra da dumanı üzerinde tüten bir kahve çıkageliyor. 

Hadi bir kırk yıl daha söz verelim birbirimizi sevmeye Katre-i Baran…  Sonun da bir başlangıcı olduğunu hatırlayalım. Anıların anısına içelim bu seferki kahvemizi de… 

Git gide vefayı, hatır gönül almayı, hâl hatır sormayı unutuyoruz. Bir hayat telaşıdır peşine takılmışız nereye sürüklerse oraya gidiyoruz. Nereye gidiyoruz, neden gidiyoruz, gayemiz ne? Bilmeden, sorgulamadan; affedersin sürü psikolojisi ile at gözlüğü takarak ilerliyoruz hayatta…

Ah hayat, başımıza gelen en kötü şey sana alışmak oldu. Sahi ya misafirdik biz sana…  Nasılda unutmuşuz?.. Öyle ahım şahım bir yaşama da sahip olduğumuz yok. Fakat nedendir sana bu kadar bağlanmamız?..

Dertlendik yine Katre’m… Senle iki çift lafın belini kıralım, azıcık dertleşelim derken yine dünyanın kahrına düştük. Nasıl bir illettir bilinmez, dostluğun bile arasına girmeyi başarıyor. Çoğu güzelliği yitirmemiz bundandır ya…  

Ne kaldı ki elde avuçta… Yüreğimizde taşıdığımızı kendi ellerimizle üç kuruşa vermemizi sağladılar. Makinelerden bir farkımız kalmadı. Eskileri daha çok özler oldum. İçten gelerek kahkaha atmayı, heyecanla bir dostumu beklemeyi, saatlerce sohbet edecek zamana sahip olmayı…

Hayatı kuran bizken, kendi yaptığımız şeylere itaat eden yine bizler olmaya başladık. Zaman dahi hükmediyor, çoğu şeye izin vermiyor işte... 

Hadi kalk gidelim Katre’m… Hayat telaşı bizi bekler. Selametle…