Yaptığı proje ve yapılarla anılan, iş ve akademik hayatı başarılarla dolu olan Merhum Mimar Muammer Batı’nın hayatını oğlu İsmail Akın Batı anlattı. Muammer Batı’nın 1975 yılında Konya Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi’nde mimarlık bölümünü birincilikle bitirdiğini söyleyen oğlu Barı, “Bütün derslerinden öyle yüksek notlar almış ki 1987 yılında Selçuk Üniversitesi babama 1976-1986 yılları arasında not ortalamasının henüz geçilemediğine dair bir plaket vermişti. Yaptığı birçok mimari yapıyla dönemine damga vurdu. Yaptığı işin hakkını veren bir adamdı.” ifadelerini kullandı. Araştırma görevlisi olduğu yıllardan da bahseden Batı, “İçinde bulunduğu akademik ortamı çok sevmesine rağmen, ofiste ürettiği işlerin yoğunluğu sebebiyle bırakmak zorunda kaldı. İlerleyen yaşlarında da bu konuyla ilgili üzüntüsünü zaman zaman dile getirirdi. ‘Bildiğin şeyi anlatmak ve tartışmak çok güzeldir aslında’ derdi.” şeklinde konuştu. 

Sizi tanıyabilir miyiz?

Ben İnşaat Yüksek Mühendisi İsmail Akın Batı, Muammer Bey’in en büyük çocuğuyum. Babam 25-26 yaşlarında iken doğdum. Ömrünün sonuna kadar ayrılmadan, hep beraberdik. Dolayısıyla hayatının ve hatıratının yakinen şahidi oldum.

Merhum Muammer Batı’yı tanıyabilir miyiz?

Muammer Bey, 1953 Konya Meram doğumludur. 2014 yılında ise hayata veda etmiştir. İlk öğretimine İhsaniye İlkokulu’nda başlamış, Meram Şükrü Doruk İlkokulu’ndan mezun olmuştur. Daha sonra İmam Hatip Okulu’nu bitirmiş, ideali olan mimarlık fakültesine girebilmek için fazladan bir yıl da Konya Lisesi’ne gidip fark derslerini vermiştir. 1971 yılında Konya Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi’nde Mimarlık Bölümü’ne başlayıp 1975 yılında akademiyi birincilikle bitirmiştir. Yüksek lisansını ise İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi -bugünkü Yıldız Teknik Üniversitesi- Mimarlık Fakültesi’nde, kent planlama dalında, 1979 yılında tamamlamıştır. Okul hayatını baştan sonra birinciliklerle ve başarılarla sürdürmüştür. Onu gençlik yıllarından tanıyanlar, meskun olduğu Meram bağlarında hep ağaç altlarında, bahçelerde kitap okurken, ders çalışırken hatırlarlar.

ŞEHİR İÇİNDE KÖY HAYATI

Çocukluğunda yaşadığı ortam ve şartların zorluklarından sizlere bahseder miydi?

Biz çocukken babam bizim çok şanslı olduğumuzu, okumak için her imkana sahip olduğumuzu, halbuki onların zamanında fakirliğin ve yokluğun kol gezdiğini, çok zor 

şartlar altında bugünlere ulaştıklarını söylerdi. Kış gününde, karlara bata çıka yırtık lastik ayakkabı ile birkaç kilometre uzaklıktaki okuluna yürüyerek gittiğini, çanta bulamadıkları için kitaplarını mendile sardığını, kıyafetlerinin yamalı olduğundan bahsederdi. Ben çocukken bu hadiselerin bir asır önce yaşandığını sanırdım. Ancak arada çok zaman olmadığını, yaşım ilerledikçe fark ettim. Babamın çocukluğu ve gençliği Meram’da, Meram Eski Yol bölgesinde geçmiştir. Meram’ın çocuğudur. Çocukken tek katlı, eski tabirle iki oda bir mabeyn kerpiç bir evde yaşamıştır. Evin etrafı bağlık-bahçelik, ağaçlarla, sincaplarla, kedilerle doludur. Şehrin içinde köy hayatı yaşanmaktadır.

‘BABASINI HİÇ GÖRMEMİŞ’

Babamı daha iyi anlatabilmek için anne ve babasını da tanıtmam gerekiyor. Rahmetli dedem İbrahim Batı; Derbent’lidir. Babası 1914 yılında askere gitmiş, bir daha geri dönememiştir. Dedem, ‘Denizde boğuldu’ diye gelen bir haberden başka nerede şehit olduğu ile ilgili bir bilgi sahibi değildi. Babasını hiç görmediğini söylerdi. Köy yerinde yetim ve fakir bir çocuk olarak okumaya, öğrenmeye çok meraklı olmasına karşın bir okul okuyamamıştı. Çocukken arkadaşları para bulduğunda leblebi, üzüm alırken kendinin gidip kalem, kağıt aldığını söylerdi. Hal böyle iken kendini geliştirmiş, hem yeni alfabe hem eski alfabe ile okumayı yazmayı kendi kendine öğrenmiş, Kuran’ı Kerim ve dini hususlarda ilim sahibi olmuş idi. Otuzlu yaşlarında Konya merkeze yerleşmiş bir süre sonra Meram Çandır Mahallesi’nde imamlık yapmaya başlamıştı. Bu sırada mahallenin hatırlı şahsılarından Ali dedemizin dikkatini çekti ve babaannem ile evlendi. Dedem bahçede çalışır, hayvancılık yapar, işi bittiği anda eve gider hemen tefsir, hadis kitaplarını açar, okur ve eski alfabe ile sürekli notlar alırdı. Çok sayıda kitabı vardı. 85 yaşında vefat ettiği güne kadar hiç kitaplarından ayrı kalmadı. Kendi halinde mahallenin ‘Hocaemmi’si idi. Duası makbul, nefesi kuvvetli idi. Mahallede kimin manevi derdi varsa, kimin ağrısı sancısı olsa, dedemi bulurdu. Rahmetli babaannem Makbule Batı, Meram’ın yerlisi idi. Çok zeki, sert bir Osmanlı kadını idi. Okumanın içinde ukde kaldığını, İsmet Paşa yüzünden okuyamadığını söylerdi. Babaannem bir dakikayı boş geçirmeyi sevmezdi. Dedemle birlikte bağ bahçe eker, ineklerinden süt alır, onları işlerdi. Evi çekip çeviren fedakâr Türk kadınına çok güzel bir misaldir. Dedemin ve babaannemin iki evladını okutabilmek için gösterdiği fedakarlıklar takdire şayandır. Çocuklarından hiçbir iş beklememişler, tek bekledikleri okullarına devam edip iyi yerlere gelmeleri olmuştur. Babamın abisi, Mithat amcam da İlahiyat Fakültesi’ni bitirmiş ve memuriyet almıştır. Zor yaşam şartlarından dolayı akranları ev geçim işleri ile ilgilenmek zorunda kalmış iken anne ve babalarının feraseti, babam ve amcamın okuyabilmelerine imkân sağlamıştır.

Babanızın eğitim hayatında oldukça başarılı olduğunu söylemiştiniz, eğitim hayatından biraz daha bahsedebilir misiniz?

Babamın eğitim hayatındaki başarıları, o dönem ülkede eşine az rastlanır bir çizgide sürmüştür. Babam daha ilkokuldayken öğretmeninin işi olup bir yere gittiğinde kendisini vekil tayin ettiğini, sınıfta bir öğretmen varmış edası ile dersi sürdürdüğünü anlatırdı. İmam Hatip Okulu’nda da parmakla gösterilen bir öğrenci olmuştu. İmam Hatip Lisesi’nin son iki yılını sınavla bir yılda bitirmesi nadir rastlanır bir başarı idi. O dönemde İmam Hatiplerin müfredatının ne kadar ağır olduğunu bilenler bilir. İmam Hatip Lisesi’nde öğrendiği Farsça ile Hasan Hüseyin Varol hoca ile bir İranlı arasında tercümanlık yapabildiğini anlatmıştı. Ayrıca Fransızcayı çok iyi bilirdi.

‘İMAM HATİP MEZUNLARI SAYISAL BÖLÜMLERİ OKUYAMIYORDU’

Bir gün babam elinde çantalar olan modern görünümlü yaşını almış bir teyzeye yardım etmiş. Teyze hangi okulda okuduğunu, ne olmak istediğini sorduğunda; babam İmam Hatip’te okuyup ileride mimar olmak istediğini söylemiş. Kadın alaycı bir kahkaha atıp bunun mümkün olamayacağını söylemiş. O dönem İmam Hatip Okulu’nu bitirdikten sonra sayısal bir bölümde üniversite okumak mümkün değilmiş. Bu sebeple babam Konya Lisesi’ne gidip bir yıl da orada fark dersleri vermiş. O dönemde Türkiye çapında bir bilgi yarışmasında okulunu birinci yapmış. Aynı sırada liseler arası münazara yarışmasında birinci olmuş. Bir şiir yarışmasında Türkiye ikincisi olduğunu biliyorum.

MEHMET DOLULAR’IN DA MİMARLIK OKUMASINA VESİLE OLMUŞ

Üniversite sınavında iyi bir puan almış ancak başka şehre gitmek maddi olarak zorlayacağından Konya’da yeni açılan Akademi’ye girmeye karar vermiştir. İmam Hatip’ten yakın dostu mimar Mehmet Dolular’ın anlattığına göre Mehmet Bey akademiye kayıt olmaya gittiğinde babamı da orada görür. Babam mimarlık bölümü sırasındadır, Mehmet Bey ise hesap kitap sevdiğinden İnşaat Mühendisliği sırasına girmiştir. O anda babam Mehmet Bey’e ısrar eder, mimarlığın asıl diğerlerinin daha kitabi olduğunu söyler ve Mehmet Bey’i mimarlık sırasına dahil olmaya ikna eder. İkisi akademi boyunca yakın bir arkadaşlık içerisinde gece gündüz birlikte çalışırlar. Mimar İmdat Duru ve mimar Tevfik Küçükşenel de sürekli birlikte ders çalıştıkları dostlarıdır. Muammer Bey, Akademi’de mimarlık bölümünü 1975 yılında dört yılda bitirebilmiş dört kişiden biridir ve akademinin ikinci dönem mezunlarındandır. Babam adeta mimar olmak için yaratılmış bir insandır. Muammer olan isminin kelime kökü ile mimarlık kelimesinin kökünün aynı olduğunu söylerdi. Sanat ruhu çok yüksekti. Çok güzel resim yapar, akla gelmedik maddelerden maketler üretir, yenilikçi tasarımlar geliştirir imiş.  Bütün derslerinden öyle yüksek notlar almış ki 1987 yılında Selçuk Üniversitesi babama 1976-1986 yılları arasında not ortalamasının henüz geçilemediğine dair bir plaket vermişti. Akademi sonrası Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Kent Planlama, sonraki ismiyle Şehir ve Bölge Plancılığı, anabilim dalında mastıra başlamıştı. İstanbul’da öğrenci iken hocalarına ait serbest bir büroda bir süre çalışmış. Büroya girilen saat ile çıkılan saatler not alınarak çalışılan saat kadar ücret ödeniyormuş. Babamın çalışma saati o kadar çok akıl almaz bir süre çıkmış ki kimse inanamamış. İstanbul’da hocalarının takdirini kazanmış, babamın kendileri ile devam etmelerini, Konya’ya dönmemesini istemişler. Ancak babam Konya’da işler almaya başlamış, yeni evli ve ben yeni doğduğum için Konya’da kurduğu hayatı devam ettirmeye karar vermiş.     

İş hayatına ne zaman ve nasıl başlamış, nasıl devam etti?

İlk zamanlar Mimar İmdat Duru ile birlikte büro açmışlar. Babam yüksek lisansa başlayınca İstanbul’a gidip gelmeye başladı. Bu süre zarfında kendine küçük bir büro açmıştı. İlk zamanlar kooperatif usulü ile yapılan konut inşaatların projelerini geliyordu. Din görevlilerinin kurduğu bir konut kooperatifine yaptığı proje öyle beğenilmişti ki başka kooperatiflerden projenin aynısını yapması talepleri ile karşılaştı. Din görevlileri kooperatifinin kendine uğurlu geldiğini söylerdi. Hem mastır tezini hazırlıyor hem gelen projelerle uğraşıyordu. Mastır bittiğinde Selçuk Üniversitesi mimarlık bölümünde araştırma görevlisi oldu. Piyasada gelen işler git gide artıyordu. Aynı bölümde görev yapan mimar Hüseyin Kulu ve mimar Ahmet Alkan ile Arapoğlu makasında ortak büro açtılar.

Akademi hayatı ile iş hayatının yoğunluğu bir arada sorun teşkil etmemiş mi?

Kısa bir zaman sonra akademik çalışmalar ile piyasanın yoğunluğu bir arada gitmemeye başlayınca bir karar vermesi gerekmiş. Ya piyasa, ya akademi… Babam ve mimar Hüseyin Kulu okuldaki görevlerini bıraktılar. Mimar Ahmet Alkan ise akademide kalmayı tercih etti. Böylece Mimar Hüseyin Kulu ile babam ortak olarak serbest piyasada işlerini büyüterek devam ettiler.

KONYA’DAKİ BÜYÜK PROJELERE İMZA ATTI

Babanızın yaptığı o büyük projelerden de bahseder misiniz?

Aydınlıkevler’deki Akabe Siteleri, Meram Lastik Durağı’ndaki Şehir Siteleri kendilerinin yöneticisi olduğu ilk önemli işleri sayılabilir. Ardından Nişantaş Mahallesi’nde Şehirciler Sitesi, Kemerli Çarşı, Vatan Caddesi’nde Aksoy Apartmanı, Vatan Apartmanı, Hulusi Baybal Caddesi’ndeki Kemerli Apartmanı, Nalçacı Caddesinde yer alan Altan Apartmanı gibi bazı örnekler verebilirim. Dışarı yapılan diğer projelerin bazıları şunlardır: Vatan Caddesi’nde Adalhan İş Merkezi, Alsan Sitesi, Nişantaş Mahallesi’nde Buluş Siteleri, Selçuk Üniversitesi Camisi, Özalkent Siteleri ve Camisi, Karatay Belediyesi Hizmet Binası, Hocafakıh Caddesi’nde Akyurt Sitesi, Safahat Sitesi, Kerkük Caddesi’nde Ulu Sitesi, Ülkü Sitesi gibi projeler benim aklıma gelenler. Mimari plan projesinin yanında ise şehir plancılığı alanında Konya’nın düzenli yapılaşmasına kaynak teşkil edecek pek çok hizmetlerde bulunuldu. Selçuklu’da Şefik Can Caddesi ve etrafındaki 8 mahallenin kısmi revizyon planı, Meram’ın tarihi bölgesini kapsayan alanın koruma planı ve Karatay ilçesinin büyük bir kısmının imar planı yapıldı. 2002 yılında babamla ben ortak büro açtık. En önemli ortak eserimiz Meram Eski Yol bölgesinde 35 adet villadan müteşekkil Batıbey Villaları projesi oldu. Ne var ki babam bu projenin inşası sırasında çok yoruldu. Uygulamaya geçen son projesi burası olmuştur.

MİMARLIK, ONUN İÇİN BİR TUTKUYDU!

İş hayatına başlarken ve sonrasında ailesinin etkisi oldu mu?

Daha önce belirttiğim gibi babam, onun derslerine rahat çalışması için ebeveyni tarafından ona evle ilgili iş yükü verilmediğinden bahsederdi. Okuldan arkadaşları ile rahat çalışabilmeleri için evlerinde ortam hazırlamışlardı. Babamı İmama Hatip Okulu’na göndermeleri ise milli ve manevi değerlerine bağlı, ibadetine, hayır hasenata düşkün ve dürüstlüğü ilke edinmiş bir birey olarak yetişmesini amaçlamıştı. Yani anne ve babasının desteklerinin ve eğilimlerinin, Muammer Bey’in eğitim hayatına büyük katkısı olduğu açıktır. Fakat babam için mimarlık mesleği, her şeyden bağımsız olarak yöneldiği, kendisini alamadığı bir tutku gibiydi. Mimarlığın bir meslek değil de bir yaşam tarzı olduğunu onunla yaşarken öğrendik. Akademik yolda ilerlemek gayesinde olduğu halde ben henüz üç dört yaşlarında iken benim geleceğimi düşünerek akademiyi terk etmek zorunda kaldığını söylerdi. Babam bayram-tatil bilmeden, gece uykusu uyumadan her dönem yoğun çalıştı. Annem Sema hanım vefakar bir eş oldu. Babam işi bahane ederek gezmeyi, eğlenmeyi, yaşamayı ihmal etti, annem de babama tek söz etmedi. Elbirliği ile biz çocukları için kendi gençliklerinden vazgeçtiler. Mutlu evliliğinden üçü kız dört evladı oldu. Çocuklarına çok düşkündü. Bizleri de kendisi gibi eğitimli yetiştirdi. Çocuklar yetiştikçe, kendisi daha da güçlendi. Ben inşaat mühendisi olduktan sonra beraber çalışmaya başladık. Sonra büyük kız kardeşim avukat oldu ve çalışma ortamımıza dahil oldu. Kendisini erken kaybettiğimizden dolayı inşaat mühendisi ve iç mimar olan diğer kız kardeşlerim babamın düşüncesinden yeterince istifade edemediler ancak onlar da yine babamın çalışma disiplinine ve eğilimlerine çocukluktan itibaren şahit oldular ve örnek aldılar. Nihayetinde iki inşaat yüksek mühendisi, bir avukat ve bir doktor yüksek iç mimar evlat yetiştirdi.

Muammer Beyi mesleki açıdan diğerlerinden farklı kılan yönü nedir?

Pek çok meslektaşının ortak görüşü babamın çizgisi çok güçlü bir mimar olduğudur. Hem mekanların optimum kullanımı hem de bina cephelerinde geliştirdiği özgün tarz o kadar beğenilmişti ki babamın aktif olduğu dönemde yapılan binaların çoğunda bu tarz, model alınmış durumdadır. Babamın mimari anlayışında fonksiyon estetik unsura feda edilmemelidir. Fonksiyonu olmayan, havalı görünsün diye atılan çizgilerden hazzetmezdi. Benzer projeler çizse bile her projede geliştirmeye yönelik yenilikler getirmekten hoşlanırdı. Detaylara çok hakimdi. Ustalara yapacağı işin çizimlerini en ince detayına kadar sunar ve plan üzerinde anlatırdı. Beğenmediği bir iş olduğunda bu da böyle olsun demez, derhal yıktırırdı.

‘ASKERDE BİLE PROJE ÇİZERDİ’

İş hayatında ne gibi zorluklar yaşadı?

Babamın meslek aşkı bol olduğundan gözü pek aksilik görmez, derhal bertaraf ederdi. İşine samimiyetle yöneldiği için hem manevi hem de maddi karşılığı kendiliğinden gelirdi. Onun işini zorlaştıran şeyler hep işi dışında gelişen durumlardı. Örneğin Muammer Bey 1980 yılında askere gitti. O zaman askerlik 16 ay sürüyordu. Hafta sonları eve gelip proje çiziyor, bir taraftan da süregiden inşaatları kontrol ediyordu. Sonra askere geri dönüyor, bütün hafta içini orada geçiriyordu.

Muammer Bey iş hayatının ilk dönemlerinde aynı zamanda Selçuk Üniversitesi’nde bir süre asistanlık yaptı. İçinde bulunduğu akademik ortamı çok sevmesine rağmen, ofiste ürettiği işlerin yoğunluğu sebebiyle bırakmak zorunda kaldı. İlerleyen yaşlarında da bu konuyla ilgili üzüntüsünü zaman zaman dile getirirdi. ‘Bildiğin şeyi anlatmak ve tartışmak çok güzeldir aslında’ derdi.

ADALHAN İŞ MERKEZİNİN MİMARI!

Babamın iş hayatında yaşadığı bir kısım zorluklar da bürokrasi ile yaşadığı kısıtlamalara karşı itirazlarıdır. Hiç yapılmamış yenilikçi projeler ürettiği zaman belediyelerden veya benzeri idarelerden onay alamadığında canı sıkılırdı. Babam mesleğine hâkim olduğu kadar yasalara ve mevzuatlara da çok hakimdi. Bir idarede keyfi bir red ile karşılaştığında bütün argümanları tek tek ortaya koyar, projesini onaylatmayı bilirdi. Misalen Adalhan İş merkezi projesi o döneme kadar Konya’da görülmemiş detaylar barındırır. Üstte çatı katın meyili, içeride aydınlatma boşluğu ve çatı sistemi altında dubleks bürolar ortaya çıkması onay birimince reddedilmişti. Büyük gayretler sonucunda mevzuata aykırı bir iş olmadığına ikna edilen idarece proje onaylandı. 

‘İŞİMLE İMTİHAN OLDUM’

Bana göre babamın iş hayatında en zorlandığı dönem son işimizde yaşadığı haksızlıklar oldu. Birkaç kadir-kıymet bilmez şahsın, babamın kurduğu kooperatifte menfaatleri icabı isyan hareketi başlatması ve kötü niyetli hareketleri onu çok kırmıştı. Kendi maddi imkanlarını kullanarak atlattığını düşündüğü bir zorbalığın takdir ve teşekkürlerle bitirilmesi yerine tam tersine değişik ithamlara ve tavırlara muhatap olması babam için sonun başlangıcı oldu. Zaten çok yorgundu. Onurluydu, gururluydu. Hazmedemedi, boş veremedi, kahretti. Bu hüzün içinde bu hayattan veda etti, gitti. Çok şükür ki alacaklı gitti. ‘Eşimle, çocuklarımla imtihan olmadım ama işimle imtihan oldum’ demişti.         

İş hayatına girdiği dönemlerdeki zor şartlardan nasıl bahsedersiniz, kendisi o dönemin zorluklarından ne derece etkilenmişti?

Muammer Bey’in iş hayatına girdiği dönemlerde çizimler elle yapılıyor, rapido kalemle çiziliyor, jiletle kazınıyordu. Yazılar daktiloda yazılıyordu. Çok uzun zamanlarını evde dahi çizim masası üzerinde geçiriyordu. Sabahladığı çok gece olurdu. Sabaha kadar 

zift gibi demli çay içtiğini hatırlarım. Bunlar büyük zorluklardı. İstanbul’a gidip geldi, çalıştı, Ankara’ya gitti geldi, yine çalıştı. Her dönem azimli, yılmayan, yorulmayan, zorluklara göğüs geren bir yapısı vardı. İşe sıfırdan başladı. Mobileti ile inşaatlara gider kontrol yapardı. Kadim dostu inşaat mühendisi Mevlüt Kavaf’tan yeşil bir Renault 12 satın aldığını hatırlarım. Arabayı aldığında, daha çok işe koşturabileceği için mutlu olmuştu.

Siyasi ve ekonomik anlamda yaşanan çalkantılı dönemler iş hayatını nasıl etkilemişti?

İş hayatı boyunca herhangi bir siyasi ve ekonomik etkene karşı sarsılmadı. Çünkü Muammer Bey’in başarıları Konya’da kısa zaman içinde dikkat çekmişti. Peş peşe çok sayıda iş aldı. Mesleğinden başka uğraştığı siyasi veya ticari bir faaliyeti yoktu. Bunlar için zamanı da yoktu.

Türkiye’nin genel siyasi kaos ortamının zirve yaptığı sağ-sol olayları dönemlerinin en sıkıntılı zamanları, Muammer Bey’in yüksek lisans dönemine denk geliyordu. Üniversitelerde yapılan boykotlar nedeniyle, eğitim sürekli sekteye uğruyordu. Ders için İstanbul’a gidiyor, üniversitede olaylar olduğu için derslerin iptal edilmesi yüzünden geri dönüp geliyordu. Bir gün çatışma ortasında kaldığını, çok yakınından bir kurşunun geçtiğini söylemişti.

Babamın kriz dönemleri ile ilgili bir tespiti benim için önemlidir. Her kriz döneminin ticaretle uğraşan insanları ister istemez ahlaken erozyona uğrattığını söylerdi. Normal şartlarda sözünde duran insanların kriz dönemlerinde bazı ödünler vermeye mecbur kaldıkça karakterlerinin bozulmaya başladığını düşünürdü. 

O dönem el işçiliği daha önemliydi. Şu an ise makineleşme yaygınlaştı, konuyu nasıl değerlendirirsiniz?

Hem proje çizim süreci hem de inşaat yapım süreçleri çok uzardı maalesef. Haftalarca sürecek proje çizimleri bugün bilgisayar ortamında birkaç günde bitirilebiliyor. Bugün iki yılda yapılabilecek bir inşaat babamın aktif olduğu yıllarda teknolojik gerilik yüzünden beş yılda yapılabiliyordu. Burada babamın eski dostu Harita Mühendisi Ahmet Çakıcı ile bir hatırası aklıma geldi. Babamın yaptığı bir inşaatın başlangıç zamanında Ahmet Bey babama ‘Muammer Bey kaç seneye biter burası’ diye sormuş. Babam da ‘üç seneye biter’ demiş. Aradan iki yıl geçmiş. Yine aynı yerde aynı soruyu sorunca babam yine ‘üç yılda biter’ demiş. Ahmet Bey de ‘iki sene önce de üç yıl demiştin’ diyince babam da ‘Bu benim ne kadar istikrarlı olduğumu kanıtlar Ahmet Bey, dediğim sözün arkasındayım demek ki’ der ve uzun süre gülerler. Babamlar aynı anda birkaç şantiyeye girmediler. Bir iş bitti bir diğerine başladılar. Bugünkü teknik şartlar olsaydı daha çaplı çalışma imkanları olur, verimlilikleri artardı.

‘HOCALARI TARAFINDAN TAKDİR GÖRÜRDÜ’

Usta çırak ilişkisi o dönemde anlatıldığı kadarıyla nasılmış?

Konya’da akademi yeni açıldığı için yeterince hoca olmadığından dışarıdan hocalar gelmektedir. Örneğin görev yeri İTÜ olan Gündüz Özdeş isimli şehir planlama hocası İstanbul’dan Ankara’ya uçakla iner, oradan otobüsle Konya’ya gelir, dersini verir, talebelerin çalışmalarını inceler, geç saatlere kadar okulda kalır, geldiği şekilde geri dönermiş. O günkü şartlar göz önüne alındığında hocamızın yaptığı, parayla pulla izah edilemeyecek bir idealistlik, fedakarlıktır. İyi yetişmiş bu hocalarımızın modern Türk mimarisinin gelişimine yalnızca büyükşehirlerde değil taşrada da büyük katkıları olmuştur.

Muammer Bey’in, onu takdir eden çok sayıda hocası vardı. İstanbul’da yüksek lisans yaptığı süre içerisinde çok farklı kültürlü mimarlarla tanıştığından söz ederdi. Kimi zaman onların projelerinde yer almaya da fırsatı olmuştu. Hocalarının fikirlerini önemserdi. Kendi bürosunda da çok sayıda stajyer bulunur, onların yetişmesini önemserdi. Henüz bilgisayarla çizim yaygınlaşmadığından, bürosunda gittikçe artan çizim masası, cetvelleri hatırlıyorum. Çocuklarını da küçük yaştan itibaren ofis ve inşaat ortamına sokar, onları alıştırırdı. Hiç usanmadan detaylıca anlatırdı.

Merhumun bugüne kadar sektörde yetiştirdiği isimler var mı?

Hatırladığım kadarıyla Mimar M. Necmi Öksüzoğlu, Mimar Seyfettin Yılmaz, mimar Hüseyin Gazi İnan babamın ofisinde uzun süre çalıştılar. Şu an mesleklerini başarıyla devam ettiriyorlar. İsmini hatırlamadığım çok sayıda mimar yetiştirdiğini biliyorum. Mimar Prof. Dr. Kerim Çınar hocamız da mesleğe ilk başladığı zamanlarda babamla çok vakit geçirdiklerini söyler idi. Üniversitede kısa süre vazife yapmasına rağmen hocam diyip yanına saygıyla gelen o kadar çok mimar, mühendis vardı ki hepsine mesleki anlamda bir şeyler kattığını hissedebiliyordum.

‘EKOMONİK ÇAĞ ATLADIK’

O dönem ile bugünü kıyaslarsak iş hayatını ve ekonomik hayatı nasıl değerlendirirsiniz?

Bu benim şahsi görüşüm olacak. Babam ve o dönem aktif çalışan babamın dostu olan müteahhitlerde bir ciddiyet, vakar ve verdiği sözde mutlak durmak kaygısı var idi. Allah’tan korkan, kuldan utanan insanlar çoktu. Babamın işine öyle saygısı vardı ki bürosuna da inşaata da takım elbisesi, kravatı ile giderdi. Konya’da akademinin mezunlarını vermeye başladığı dönemdeki genç mühendis ve mimarlar inşaat kalfalarının elinde olan sektörü onlardan teslim almış, aslında inşaat sektörüne kalite getirmişlerdi. Özal’lı yıllarda pek çoğunun işleri yolunda gitmişti. Babam o kadar çalışmasına rağmen 39 yaşında iken ikinci el bir Mercedes ancak satın alabilmişti. Ben kendisine ‘baba biraz daha bekleseydin, sıfır alsaydın’ dediğimde, ‘oğlum kırk yaşına geldim, Mercedes’e binmeyim mi?’ demişti. Birçok önemli proje yapıp Konya’da marka haline gelen bir mimar-müteahhit olmasına rağmen ikinci el bir Mercedes’e gücü zor yetmişti. Son on beş yılda türeyen müteahhitlere bakıyorsunuz, sektöre girdiği sene en iyi araç ne varsa, ofislerinin önüne koyuyorlar. Arkası var mıdır, yok mudur bilinmez ama gerçekten kısa sürede çok para kazanıp bu araçları helalinden satın alabiliyorlarsa bu ülke o günden bugüne ekonomik alanda gerçekten çağ atlamıştır diyebilirim. Sektörün içinde olan bir inşaat mühendisi olarak ise iddialı görünen pek çok insanın müteahhitliğinin illüzyondan ibaret olduğu acı gerçeğini ifade etmek zorundayım.      

Merhum’un sosyal, varsa, siyasi yaşantısından bahseder misiniz?

Her dönem çok çalıştığından çok sınırlı bir sosyal hayatı vardı. Muammer Bey’in sosyal çevresi iş hayatı üzerine kuruluydu. Arkadaşlarıyla evde sınırlı zamanlar içinde görüşürdü. 1990’lı yıllarda ve hatta daha öncesinde Mimar Hüseyin Kulu, İmam Hatip’ten Abdurrahman Çınar, Osman Küçükşen Hoca, İnşaat Mühendisi Orhan Özer, Avukat Esat Ölçer, Noter Ömer Çengelci, İnşaat Mühendisi Ahmet Hayırlıoğlu, Abdülkadir Çetin Hoca, İsmail Okumuş, Kamil Özsağlam ’dan müteşekkil arkadaş grubu ile uzun süre aile oturması vardı. Kışın arabaşı yenirdi. Konya’nın tanıdığı simalardan Mehmet Dolular, Seyit Mehmet Buga, Hüsamettin Yaldız, İmdat Duru, Prof. Dr. Yaşar Kaltakcı, Prof. Dr. Kerim Çınar, Mevlüt Kavaf, Ahmet Çakıcı, Ali Rıza Kapcı, İbrahim Okka, Mustafa Ulusoy, Hasan Kulu, Ayhan Ersöz de babamın zaman zaman görüştüğü kadim dostları idi. 

‘KİTABINI YAYIMLAMAK İSTİYORUM’   

Muammer Bey klasik Türk müziği severdi. Konya’da gerçekleşen sınırlı sayıdaki Türk sanat müziği konserlerini takip ederdi. Kuvvetli bir müzik bilgisi vardı, hiç duyulmamış Türk sanat müziği eserlerini ezbere bilirdi. Yaylı tanbur icra eder, bazen da sesiyle eşlik ederdi. İyi bir sesi vardı. Hüzzam makamı favorisi idi. ‘Bütün duygulu şarkılar hüzzam makamında bestelenmiş, ben ne yapıyım’ derdi. Henüz 16-18 yaşları arasında yazdığı, daktilo edip kendi ciltlediği Hasret isimli kitabında 70-80 kadar şiiri benim diyen şairlerle yarışır bir ahenk ve kelime zenginliği taşımaktadır. Babama bu kitabı yayımlamak istediğimi söylediğimde gülüp geçmişti. Tatillerimiz kısa sürerdi. Bu süre içerisinde de kitap okuma işini bir oyuna dönüştürür, çocuklarla yarış yaparlardı.

Babam, ilk gençliğinde siyasi anlamda fikri olarak Milli Nizam/Milli Selamet çizgisinde idi. Üniversitede sağ-sol tartışmalarında kavga dövüş işlerine karışmaktan hoşlanmamakla birlikte Konya’da Milli Türk Talebe Birliği (MTTB)’nin kurucularından olmuştu. MTTB’nin Konya Akademi’de kurulma hikayesi ilginçtir. Mimar Mehmet Dolular’ın anlatımına göre 1973 yılında Akademi’de ülkücüler hâkim güçtür. Mehmet Bey de ülkücü olarak bilinir. Gözünü budaktan sakınmayan bir gençtir. O yıllarda üniversitelerde dernekler çok güçlüdür. Öğrencilerin pek çoğu bir derneğe gönül vermek durumda kalmaktadır. Dev-Genç, Ülkü Ocakları ve Milli Türk Talebe Birliği büyük derneklerdir. CHP-MSP koalisyonu, bir gece her üniversitede her derneğin açılmasını yasaklayarak, en güçlü olan hangi görüşse yalnızca o derneğin açık kalması konusunda karar alır. Necmettin Erbakan, sabah erkenden MTTB dilekçelerini verin şeklinde gece haber salar. Seyit Mehmet Buga, Ahmet Alkan ve babam gece 2’de Mehmet Dolular’ın zilini çalar. ‘Sabah derneği kuruyoruz sen de başkan oluyorsun’ derler. Mehmet Bey ülkücüdür, ‘ben bu görevi nasıl kabul ederim’ der. Ancak vasıfları itibari ile tam da bu işi yapabilecek kişidir. Sabah erkenden dilekçeyi herkesten önce verirler ve Konya Akademi’de tek dernek MTTB olur. Ülkücü cenah razı olmasa da Mehmet Bey onları teskin etmeyi başarır. Babam aktif anlamda siyasetin içinde bulunmadı, milli ve manevi değerlerimize bağlı olduğunu düşündüğü siyasete seçmen konumunda destek vermişti. Esasında fikren ve fiilen hürriyetine düşkün bir insandı. Siyasette aktif olarak bulunmamasını, bir siyasi görüşe tamamen angaje olursa fikri özgürlüğünün tahakküm altında kalmasından çekinmiş olabileceğini düşünüyorum. Zaten zamanı da yoktu.  

Onu değerli bir insan haline getiren özellikleri nelerdi?

İyi bir meslek insanıydı. Mimarlık mesleğini severek, samimiyetle ve dürüstçe yaptı. Çok üretkendi. Yardım talep eden her kim olursa önüne düşer, aşılmayan müşküllerini çözer, ihtiyacı varsa gizlice giderirdi. Ben babamla gece gündüz beraberdim ancak vefatından sonra pek çok insan babamın ihtiyaçlarını nasıl giderdiğini anlattıkça çok şaşkınlık yaşadım. Benim bile haberim olmadan hangi ara bu kadar insana yetişti, hayret içinde kaldım.

İyi bir evlat, eş ve babaydı. Bizleri özenle yetiştirdi. Annem Sema Hanım’ın bu konuda özet görüşü şöyledir: ‘Kendi değerlerinden numuneler olarak; oğlumuza vefakarlığını ve ağırbaşlılığını, büyük kızımıza okur yazarlığını, ortanca kızımıza şair ruhunu ve merhametini, en küçük kızımıza sanat zevkini ve çalışma azmini miras bıraktı.’ Muammer Batı gibi bir babaya sahip olmak pek az kişinin başına gelebilecek nimetlerdendir. Ele ayağa düşmeden, oğlum-kızım demeden canını alması için hep Allah’a dua ederdi. Dediği gibi de henüz 61 yaşında soğuk bir kış gününde bizi bıraktı gitti. Keşke böyle dua etmeseydi. Babam gibi insanlar dünyaya nadiren gelir. Hem bizlere hem vatanımıza katkı sağlayacak pek değerli birikimleri vardı. Alimin ölümü alemin ölümüdür derler. El hak doğrudur.

Sosyal ya da iş hayatında unutamadığınız bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?

Burada sözü anneme veriyim: “Muammer Bey’in en önemli işlerinden biri olan Kemerli Çarşı projesinin toplantısının olduğu gündü. İmzalar atılacak ve proje onayı tamamlanacaktı. Üye sayısı çok olduğu için hepsini bir araya getirmek Muammer Bey için oldukça zor olmuştu. Fakat aksilik ya, aynı gün sabah üçüncü evladımızın doğacağını hissettim. Durumu fark ettiğinde, “Sen biraz sıkamaz mısın? İmzayı atıp hemen gelirim.” demişti. “Sen beni hastaneye bırakarak geç” dedim, o da öyle yaptı. Doğum bitene kadar işlerini halledip yetişmişti neyse ki. Bugün bu olayı anlatma şeklim yine onun sayesinde tebessümle oluyor.”

Bizzat tanığı olduğum bir hatıram şudur. Ben 18-19 yaşlarında idim. Büronun kapısını ihtiyaçlı olduğunu ifade eden bir kişi çalmıştı. Amacı üç beş kuruş alıp gitmekti. Babam içeri buyur etti, derdini sordu. Adam, köyde ahırının yandığını, hayvanlarının telef olduğunu söyledi. Hangi köy, kaç hayvan, detayları almaya çalıştı. Adama dedi ki “Bu anlattıkların doğruysa sana yemin ediyorum, ahırını yapacağım, kaç hayvanın telef olduysa o kadar hayvan alacağım. Oğlum git arabayı al gel, köye gidiyoruz!” Adam yan çizmeye başladı, bana biraz para ver de gideyim dedi. Sonra çıktı gitti. Babama sordum, “Baba yapacak mıydın gerçekten?” dedim. “Ne vaad ettiysem hepsini yapacaktım” dedi.

BABALAR ÇELİKTEN DEĞİL, DUYGULARI OLAN VARLIKLAR

Merhumun size nasihati neydi, gençlere sizin tavsiyeleriniz neler olur?

Hayatı ve hayatla ilgili her şeyi ciddiye almayı, emek etmeyi önerirdi. Yalnız son zamanlarında bana dönüp gözümün içine bakarak ‘Oğlum ben çok çalıştım, çok proje yaptım, yoruldum. Sana tavsiyem, ne proje yap ne inşaat yap. Paran varsa al, sat. Kim yaparsa yapsın. Ben size kıyamıyorum.’ demişti. Çocuklarına ‘Her ne durumla karşılaşırsanız karşılaşın beyefendiliğinizi, hanımefendiliğinizi asla bozmayın’ derdi.

Gençlere tavsiyem şudur ki; Babalarınız güçlü görünebilir, paratoner gibi ne sıkıntı varsa üzerine çekip sizi selamette bırakmaya çalışabilir. Unutmamalıdır ki onlar çelikten, betondan değil kandan kemikten, duyguları olan bir yapıdan müteşekkildir. Onların yüklerini ellerinden geldiğince almalarını, arkadaşça sohbet etmelerini, dert vermek yerine dertlerine ortak olmaya gayret etmelerini istirham ederim.

Çok teşekkür ederiz.

HACER CEYLAN 

Editör: TE Bilişim