Yaşamın normal işleyişinin dışında, insanın hayati riski, can güvenliği, mal güvenliği, toplumsal güvenlik, yaşamın işleyişindeki tıkanıkları aşmak amacı ile, istisnai olarak bazı kişilere, bazı araçlara, bazı makamlara geçiş ve kullanım hakkı, önceliği verilmiştir.
Bu hak kanun ve yönetmeliklerle düzenlenmiştir. Kanun ve yönetmeliklerin dışında bu hakkı kullanmak yasaktır ve cezai sorumluluğu vardır.

Çünkü bu hak normal yaşamda kullanılacak olursa, toplumsal dengesizliklere, adaletsizliklere ve karışıklıklara sebep olabilir.

Bir ambulans görev dışında sadece yolu açmak amacı ile ya da şoförünün bencilce davranışı ve keyfince bu hakkı sık sık kullandığını düşünelim;

Bir kere fark edilirse trafikte diğer binlerce insanı aptal yerine koymuş olur.

Ambulansların inandırıcılığı kalmaz, trafikte insanlar ona yol vermekte tereddüt eder.

Gerçek hasta taşıyan ambulanslar zor durumda kalır, cana mal olabilir.

Trafiğin nizamı bozulur.

Hatta bu tip alışkanlıklar yaygınlaşırsa toplumun düzeni bozulur.

Kamu görevi aksar. Görev önceliği kavramı bozulur.

Oysa yaşamda ve trafikte öncelik yol vermek inceliğinde gizlidir. Bu her şeyden evvel bir edeptir. Estetik davranıştır.

Şöyle bir bakarsak toplumsal yapımıza, düzensizliklerimize geçiş üstünlüğüne, makam üstünlüğüne, konum üstünlüğüne bir hayli meraklıyız. Birçok insan özellikle bu amaçlar için güç sahibi olmak isterler, kariyer planlarını buna göre yaparlar, makam ve konum sahibi olmak için toplumsal geçiş ve kullanım üstünlüklerine sahip olmanın yolunu ararlar.

Geçiş ve kullanım üstünlüğü, toplumsal kariyer ölçüsü haline gelmiştir. Bu sadece ambulans şoförünün keyfi kullanım şekli veya bir makam şoförünün kendini tatmin etme hastalığından çok öte toplumsal bir rahatsızlık halini almıştır.

Aileden, şirketlere, bürokrasiye ve devletin en üst makamlarına kadar, geçiş ve kullanım üstünlüğü psikolojik etki alanını güçlendirme yöntemi haline gelmiştir.

Onun için ailede, şirketlerde, kurumlarda hatta devletin en üst yönetim mekanizmasında sürekli çatışmalar meydana gelmektedir.
Bu da ahlaki ve etik değerlerin kullanımını zayıflatmakla kalmıyor, toplumsal sözleşmelerle koyulan ilke ve kuralların da gelişmesini önleyen önemli bir unsur oluyor.

Ve bu üstünlüğe sahip olma arzusu ile aile içinde bile güç kavgaları, akraba ve mahalle dayanışmaları veya baskıları ile varlığını hissettirme davranışları gelişebilmektedir.

Şirketler, kurumlar, devlet; cemaat, devrecilik, hemşericilik, akrabacılık, aşiretçilik gibi hatta siyasetin başlı başına kendi mekanizması insanları görevlerinde kutsal güçlere ulaştırmak için kullanılmaktadır.

Sonuç;

Belirli insanların güçleri artarken insanlığın, milletin ya da genel olarak herkesin adalet içerisinde ilkeler ve kurallarla yaşamasını sağlayan düzen sahte bir sistemin ötesine geçmemektedir.

O zaman karşımıza bir türlü mutlu olamayan aileler.

Kurumsallaşamayan şirketler.

Dikiş tutmayan devlet düzeni,

Gerçek güce erişemeyen kurumsallık ve ilkelerle donanmış ahlaki yaşam tahrip olmaktadır.

Her şeyden önemlisi insanlık kavramı bu çarkın içinde öğütülmektedir.

Sadece bununla da kalmıyor.

Bu güçleri suiistimal eden yancılar işi iyice çığırından çıkarıyor.

Görev amacının dışında ambulansla trafikte keyif çatan şoför,

Makam aracının flaması ile trafiği alt üst eden makam şoförü. Bir de çakar kullanma hakkı varsa iflah olmaz düzen bozucunun önde gideni haline gelebilir.

Müdür bey böyle istiyor, beyefendinin ricası diyerek işini yürütmeye çalışan dalkavuklar.

Patrondan çok patronu kullanmaya çalışan uyanıklar. Bunlar şirketlerin görünmez virüsleridir. Koronaya benzerler, tedavisi çok zordur.

Bu tip davranış sebepleri asıl sorunların örtülmesine, çözümünün de imkânsız hale gelmesine sebep olabilir.

Velhasıl görevi hızlandırmak ya da tıkanıklığı gidererek görevin yapılmasını sağlamak için tesis edilen geçiş ve konum üstünlükleri yanlış kullanıldığında yaşamın düzenini bozan güçlü bir sebep haline gelebilir.

Peki zararı kim görür?

Aile,

Sermaye sahibi patron,

Toplumun ana direği devlet düzeni,

Bir türlü refaha eremeyen toplum asıl zararı görür.

Ve tabii ki güçlü olması gereken adalet, koruması gereken hak zayıflarken, güce erişen ahlaksız yapı haklı gibi görünmeye başlar.
Ve gücü adalet ve hak olarak tanımlamaya başlarız.

İlke, kurumsallık, edep sadece bir rol ve ritüele indirgenerek; sahte davranışlarımız olarak, yaşam sahnesinin başrolüne geçer.
İlkelerin, işin, görevin , adaletin geçiş üstünlüğünü hakim kılsak acaba insanlık, işimizi, devletimiz, toplum hatta kişisel yaşamımız nasıl değişirdi?