Şeb kara bulutlara esir etmişti kendini… Yağmur yağacak gibi alalı bulalı olmuştu sema… Karanlığın derinliğinden gelen rüzgâr ürperti yaratıyordu bedenimde…

Saydım, saydım bitmedi gökyüzündeki yıldızlar. O gece sayılarının çok az olmasına rağmen… Cami minarelerindeki ışıklar da yıldız gibi tek tük pırıltılar olarak görünüyorlardı. 

Bilmem ne kadar zaman geçti. Kısa bir uyur uyanıklık hali sarıp sarmalamış bir battaniye sıcaklığında düşlerimi… 

Gözlerimi açtığımda, minik bir göçmen kuşun; yuvasına, memleketine geri dönüşünü izleyerek başladım güne… Ne gece ne de sabahtı. Sonsuz bir gri hâkimdi gökyüzüne… Bu gri örtüyü yırtmak üzereydi güneşin ilk ışınları… 

Öyle bir günü kucaklayarak başlarken; koca evrenin içinde küçücük bir nokta olduğumu hissettim. Belli belirsiz. Var ya da yok.

Boynumu bir idam sehpasına dayamış, ölümümü beklerken hayallere dalmış gibi hissediyorum kendimi... Çok yaşa diyenim olsa ne fayda o saatten sonra… Hüküm verilmiş, boyun eğilmiş fermana… Geldivakt-i veda…

Hayat yine acımasız bir hikâyeyi kanlı kalemle yazıyordu. Kuşkusuz en çok etkilenen yürekti…Değersiz olduğunu hissetmek miydi acı veren, yoksa asıl olan yalnızlığa mahkûm edilmek istenmesi miydi?  

Yine bir meçhule dolanmıştı yüreği… Elini uzatsa sendeleyecek, bir adım atsa yere kapaklanacak haldeydi. Tutanı çoktu mutluluğunun… Hayallerine kelepçe takılmıştı.

Neden var olmuştuk, var olmamış olsaydık ne olurdu? diye baştan sona tekrar bir sorgulama yapmalı belki de… Zaman zaman insan kara bir boşluğa düşüyor ve etrafında olanları göremiyor işte... 

İnsanoğlu, şu koca evrende toplu iğne ucu kadar bir yere sahipken kendinde dünyalara hükmedecek gücü görüyor olması ne garip. Oysa kalbe düşen bir hüzün damlası her şeyi yerle yeksan edebiliyor. 

Şu minik göçmen kuş neler anlatırdı bize, dilinden anlayabilsek… Her soğuktan kaçıp, sıcak yerler aradığında onu misafir edeni var mıydı acaba? Memleketi belirsiz oradan oraya sürükleniyor, belki de bir hatıradan kaçmaya çalışıyordur kim bilir?.. Sevdiğini mi kaybetmişti bu diyarlarda, ondan mıydı evi olan gönlü ile oradan oraya kanat çırpması acaba?..

Şimdi seninle bir bardak çay alıp, manzaraya karşı dertleri yakmak isterdim. Ya da sessizliğin sesine bıraksaydık tüm benliğimizi… Ne çıkar, biraz hayattan kaçamak yapsak. Her şeyi bir kenara bırakıp, varlığımızın yokluğunda kaybolsak… Kim memnun ki şu koca imtihan yerinden?.. Papatya falı gibi işte hayat; sevilip sevilmediği meçhul ama her defasında denenmeye mahkûm…

Bir köşede itikâfa çekilmeli… Tüm dünya işlerinden vazgeçip, bir yere kapanarak;gönülistana hicret etmeli… En derininde gizlenmiş olan ürkek, minik çocuğu ziyaret etmeli… 

Gönle de bayram gelmeli… Büyük hayallerin ellerini öpüp bol bol mutluluk harçlığını şımarık bir çocuk gibi istemeli… Ağız tatlandıran ufak şekerlemeler olan sevinçlerden almalı… Kat kat açılıp, arasına ufak sürprizler gizlenen anıları yâd etmeli… Geçmişi bugüne buyur etmeli… Acıların üzerine bir bardak su içmeli… Her şeye rağmen olduğu halden memnun ve güzelliklere yolculuk etmeyi istemeli… 

Geldik ve gidiyoruz yavaş yavaş… Yine bir bayrama daha kavuşmak üzereyiz. On bir ayın sultanı ağızlara bir parmak bal çalıp, bizlere veda ediyor. Tekrar kavuşmak dileğiyle… Şimdiden bayramınızı kutlar, çocukların gerçekten güldüğü, tüm insanların mutlu olduğu, bomba sesleri yerine mahallede kız kaçıranların seslerinin duyulduğu, tüm hastaların şifaya kavuştuğu, mutluluğun dört bir yanımızı çevrelediği bir dünya olmasını temenni ediyorum. Selam olsun.