Dünya son dönemde önemli sınavlardan geçiyor. Küresel bir ekonomik sorunla karşı karşıya kalan dünya, ardından gelen pandemiyle, ekonomik sorunları daha derin yaşamaya başladı. Pandeminin neden olduğu küresel ticaretteki sorunlar, tüm dünyada bazı ekonomik dengelerin bozulmasına ya da değişmesine neden oldu. Pandemiden sonra ise Rusya-Ukrayna savaşıyla karşı karşıya kalan dünya, daha pandeminin açtığı ekonomik yarayı sarmadan, yeni bir sorunla karşılaşmış oldu. Tüm bu gelişmeler, dünyada gıda arz güvenliği konusunu tartışmaya açarken, küresel iklim değişikliğinin de etkisiyle bu sorun daha da derinleşti. Tüm ülkeler bu sorunları göz önüne alarak, gelecek yıllarda karşılarına çıkabilecek yeni olumsuzlukları engellemek adına, çeşitli tedbirler almaya başladı. Bu kapsamda tüm dünya, tarımsal üretim konusundaki politikalarını gözden geçirmeye başladı. Türkiye de bu konuda son yıllarda önemli adımlar atarken, bir yandan ülkenin ihtiyaç duyduğu tarımsal üretimi karşılamak diğer yandan da küresel ticaret içerisindeki rekabet gücünü artırmak adına yeni pozisyonlar belirliyor. Dünya ve Türkiye’nin yaşadığı tüm bu gelişmeleri detaylı bir şekilde değerlendiren Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zeki Bayramoğlu, özellikle gıda arz güvenliği konusuna ışık tuttu. Bayramoğlu, dünyanın mevcut tarımsal üretim kapasitesinin şu an ki dünya nüfusunun daha fazlasına yetecek durumda olduğunu belirtirken, bu anlamda dünyada üretim değil, dağılım sorunu olduğunu söyledi.

3-1-22

Pandemi, Ukrayna-Rusya savaşı ile birlikte gıda arz güvenliği kavramları çokça duyulmaya başlandı. Türkiye açısından da bu durum büyük bir dönüm noktası oldu. Bu noktada neler söylersiniz?

Pandemi öncesi yaşanan ekonomik sorunlar, pandemi dönemi, Rusya-Ukrayna Savaşı, son dönemde yaşanan depremler bize gıda güvenliği konusunda tedbirler almak gerektiğini gösterdi. Bütün ülkeler gıda güvenliği konusunda pandemiyle birlikte ciddi politikalar geliştirmeye başladılar. Aslında gıda güvenliği konusunda bir problemin olduğunu, dünyanın bir bunalım yaşayacağını tarımla ilgilenen tüm kesimlerin bunu dile getirdiğini biliyoruz. Bu durum siyasetin, ülkelerin gündemine gelmemişti. Paramız var, paramızla istediğimiz ürünü istediğimiz ülkeden alırız yaklaşımıyla tarımsal üretimin basit görüldüğü bir durum söz konusuydu. Ancak ilk insanın yeryüzüne inmesinden bugüne kadar tarım önemliydi, hala da önemli. Sanayi Devrimi’ne gelindiğinde, paranın çok yaygın kullanılması, ticaretin yaygınlaşmasıyla, ticarette sosyo-ekonomik refahın artmasıyla, ticaretin tarım dışı ekonomiye kaymasıyla dikkatler biraz o tarafa kaydırdı. Böylece küreselleşmeden sonra da tarımı biraz unutmuş olduk. Türkiye’de dahil olmak üzere, 1980’den sonra ülkelerin kalkınmasının tarım sektörünün dışındaki sektörlerle mümkün olacağı inandırıldı. Pandemi bu konuda insanların farkındalığını artırdı.  Konunun uzmanları yıllardır gıda arz güvenliğinin sınır güvenliği kadar önemli olduğunu zaten söylüyor. Yani konunun uzmanları olarak biz, “Tarım bizim yiyeceğimiz değil geleceğimizdir” diye uzun yıllardır konuşuyoruz. Gıda arz güvenliğinin sorun olacağını yıllardır neden söylüyoruz? Çin’in nüfusu 1,45 milyar, Hindistan’ın 1,4 milyar, ABD’nin 332 milyon, Endonezya 276 milyon, Pakistan 225 milyon, Brezilya 213 milyon, Rusya’nın 145 milyon nüfusu var, hep nüfusu fazla olan ülkeleri saydık. Bu ülkeler dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 60’ını oluşturmaktadır. Özellikle Çin’i ele alırsak son 20 yılda kişi başına düşen milli geliri 10 kat artmış. Bu ne anlama geliyor? Tüketimi artıran en önemli unsur kişi başına gelirin artmasıdır. İnsanın geliri artarken gıda tüketimi de hem efektif olarak artar hem de çeşitlilik olarak artar. Önceden biz domatesi söğüş veya yemekte salça olarak görürdük şimdi çok fazla sos vb. gıda içinde görüyoruz. Aynı zamanda domatesin tüketimini çeşitlendiriyoruz. Dolayısı ile gelir artışından dolayı, tüketim artıyor. Çin’e eğer domates yetmiyorsa, mecbur dışarıdan alıyor. Bu sefer ne oluyor? Uluslararası piyasalar etkileniyor. Böylece dış piyasaya mal gittiğinde içerideki fiyatlar etkileniyor. Gıda arz güvenliği sadece malı bulmak değildir. Bir de mala erişilebilirliği vardır. Bu ne demek? Bizim satın alma gücümüze uygun fiyatlarla o ürünü bulmak gerekir. Markette domates var ama kilosu fiyatı çok yüksek.  Bu gıdaya erişememek demektir.

3-2-20

Gıda arz güvenliği; İnsan hayatının sağlıklı sürdürülebilirliği için gerekli gıdaların hammaddesi olan tarım ürünlerinin kaliteli olarak arz yeterliğinin, işleme ve pazarlama organizasyonunun tüm gelir gruplarına göre hijyenik olarak erişilebilirliğinin sağlanmasıdır.

Bir ürün yeterli miktarda üretilecek, bunun lojistiği sağlanacak, perakendeye girecek, perakendede sağlıklı, hijyenik bir şekilde bulunacak ve fiyatı da tüketicinin alacağı düzeyde olacak. İşte pandemide ne oldu? Tedarik zinciri koptu, Çin Brezilya’dan mal alamadı, Türkiye’den aldılar, Türkiye’de ürün fiyatları arttı. Dolayısı ile gıda arz güvenliğinin en büyük tehdidi, dünyada gelir artmış dolayısı ile tüketim de artmıştır.

Dünyada yaklaşık 4,75 milyar hektar ekilebilir arazi var. Bu araziden elde edilen ürünlerin tamamını kilokalori cinsinden dünya besleyebilir. Şu anda dünyada gıda arz güvenliği açısından gıdayı üretme gibi bir sorun yok, gelirin dengesiz dağılımından dolayı paylaşmada sorun var. Zengin ülkeler daha fazla, fakir ülkeler daha az gıdaya erişim sağlıyor. Dolayısı ile gıda arz güvenliğinin temel sorunu üretim değil paylaşım sorunudur. Gıda arz güvenliği bir de başka bir bakış açısıyla yorumlamak gerekir Türkiye, Almanya, Fransa, ABD gibi tüm gelişmiş ülkelere baktığınızda, ekilebilir arazi varlığı son sınıra ulaşmıştır. Türkiye’de 23 milyon 200 bin hektar tarım arazisi vardır ve ekilebilir son sınıra ulaşmıştır. Şimdi bizim nüfusumuz arttı, ülke genelinde her yıl milyonlarca turist alıyoruz, Suriye’den gelen bir nüfus var, dolayısı ile tüm bu nüfusu gıda ihtiyacını karşılamak zorundayız. 

Türkiye’nin ekilebilir ve sulanabilir arazileri hakkında bilgi verir misiniz?

Son 20 yılda, birim alanda tarımda kullanılan verim arttırıcı faktörler nedeniyle tarımsal üretim verimliliğimiz arttı. Sulanabilir alanlarımız 6,5 milyon hektarı buldu. Yani 23 milyon 200 bin hektar arazinin yaklaşık 3’te 1’i sulanabilir alan olarak açıldı. Sulanabilir alanların 2-3 milyon hektardan fazlası son 10 yılda açıldı. Bir 2-3 milyon hektar alanın daha sulamaya açılacağını Bakanlık’tan duyuyoruz. Sulanabilir alanların artması, tarım verimliliğini artırmak açısından büyük öneme sahip. Gübre kullanımı ve gübre üretim teknolojisi de değişti. Bununla birlikte tohum ıslah teknik ve teknolojisindeki gelişmeler biyolojik materyallerin üretim potansiyelini artırdı. Dolayısı ile birim alanda ve birim hayvan başına verim arttı.

3-1-21

Gıda arz güvenliği dünya açısından büyük bir sorun mu?

Gıda arz güvenliğini sağlayamayan ülkeler üçüncü dünya ülkelerine yöneldiler. Amerika başta olmak üzere birçok ülke Afrika’da arazi kiralama yoluyla üretim yapmaya başladı. Dünyayı bir bütün olarak düşündüğümüzde, tarım sektörünün sürdürülebilirliğini çok önemsiyoruz ama kısa zamanda arz güvenliğinde küresel bir sorun olmayacağını düşünüyorum. Ülkeler bazında yaşanabilir ama küresel anlamda bir sorun yaşanacağını düşünmüyorum. Küresel gıda arz tedarik zincirinin sağlıklı işlediği ve gıda güvenliğinin uluslararası siyaset dışında kaldığı sürece sorun olmayacaktır. Ancak iklim değişikliği kaynaklı olumsuz etkileri ayrıca değerlendirmek gerekir.

Hep tartışılan bir konu var. “Türkiye kendine yetebilen bir ülke midir” sorusu. Siz bu konuda neler söylersiniz?

 Yıllara göre değişmekle birlikte mısırda %25 ve ayçiçeğinde %40, pirinçte yüzde 20 kadar dışarı bağlıyız. Buğdayda, şeker pancarında, sebzelerin hemen hemen hepsinde kendimize yeten bir ülkeyiz. Baklagillerde kısmen ithalata bağımlılığımız var. Onun dışında tarımsal yeterliliğimiz en üst düzeyde. Ekilebilir arazilerimizin sulanabilir kısmını biraz daha artırdığımızda, daha planlı ve programlı bir ekim-dikim yaptığımızda, ülkemiz bu ürünlerin tamamını karşılayabilecek potansiyele sahiptir. Dolayısı ile Türkiye’nin yeterliliğini veya dünya genelindeki ülkelerin tarımsal yeterliliğini tartışmak tarihsel olarak bir unutkanlıktır. Akademik olarak yanlış ve siyasi olarak gaflettir. Dünya tarihinde tarımsal üretimde kendine yeten hiçbir ülke yoktur. Olmamıştır da. Bunun tarihsel ispatları var.  İpek Yolu ve Baharat Yolu diye iki önemli ticaret yolu var. Bu yollarda tarım ürünleri taşınmıştır. Yüz yıllardır tarım ürünleri ticareti var. Avrupa’da üretilmeyen ürünler Çin’den, tam tersi olarak da Ukrayna bölgesinden hayvan derileri de Çin’e gönderilir. Biliyorsunuz avcılık da tarımsal üretime girer. Dolayısı ile dünya tarihinde, yerleşik hayata geçiş sürecinden sonra uluslararası ticaret her zaman vardır. Dolayısı ile biz 23 milyon 200 bin hektar arazi ile nüfusumuzu besleyip, uluslararası piyasadaki rekabetimizi koruyacak şekilde de bir üretim planı yapabiliriz. Geçtiğimiz ay yayımlanan bir raporda, ABD’de yeterli iş gücü bulamadığı için sebzelerin bazılarında ithalata karar verdi. Şimdi ABD kendine yeterli değildir diyemeyiz.  Çünkü dünyanın tamamında tarımda iş gücü azalması var. Yani Türkiye, mevcut arazileriyle, mevcut tarımsal bilgi ve birikimiyle, kendi nüfusunu doyuracak kapasiteye sahiptir. Sadece doğru bir üretim planlama yapılması ve uygulaması gerekiyor. Tarım Bakanımızın da bu konuyla ilgili söylemleri ve hazırlıkları var. Üretim planlaması noktasında Bakanlığımızın bir çalışması var. Tabi bu sürdürülebilir olmalı. Ayrıca İklim değişikliği ve dünyadaki diğer gelişmeleri de takip etmeliyiz.

Türkiye’nin tahıl ithalatı hep tartışma konusu oluyor. Bu konuya nasıl bakmak gerekiyor?

 3-3-19

Ticaret her ülkenin isteğine bağlıdır. İthalat zorunluluktur, ihracat keyfiyettir yani para kazanmaktır. Şimdi toplumun bilmediği konu şu; bizim ülkemizde dahilde İşleme rejimi vardır. Bu şudur; ithal ettiğimiz her buğdayı işleyip ihraç etmek zorundayız. Bizim buğday ithalatı yapmamızın nedeni, buğdayın bize yetmediği için değil, un veya benzeri ürünler ihraç ettiğimiz için buğday ithalatı yapıyoruz. Dolayısı ile biz her yıl 8-9 milyon ton buğday ithal ediyorsak, 8-9 milyon ton yani aynı oranda un veya buğdaydan elde edilen mamullerin ihracatını yapıyoruz. Un ihracatı konusunda dünyada da 1. sıradayız. Biz bu pazarı elde tutmak adına bu ticari sürdürmek zorundayız. Kaldı ki para kazanıyoruz. Dolayısı ile ekonomik bir güç oluşturuyoruz. Biz bu ticareti neden yapmayalım? Her zaman Hollanda örneği verilir; Hollanda ihracatının yaklaşık % 75’ini reexport yani ithal ettiği ürünleri işleyerek veya farklı formlarda ihraç etmektedir. Bizde aynı şekilde buğday ithal ediyoruz ama biz aldığımız buğdayı işleyip ihraç ediyor ve para kazanıyoruz. Bu ithalat buğdaya muhtaç olan bir ülke olduğumuz için değildir. Buğday ithalatı tartışmalarından daha önemli saman ithalatı tartışması var aslında. Biz 2005 yılı verilerine göre 9 milyon hektar alanda 20 milyon ton buğday üretiyorduk, buğdayda verimliliğimiz arttığı için ekilen alan 6,5 milyon hektara düştü ama yine yaklaşık 20 milyon ton buğday üretimi yapıyoruz. Ayrıca büyükbaş hayvan sayımız son 20 yılda 8 milyondan 21 milyona çıktı, küçükbaş hayvan sayımız 20 milyondan 40 milyona çıktı. Saman miktarı azalırken, hayvan miktarı arttı. Elbette ihtiyacımız kadarını dışarıdan alacağız. Ama buradaki ince detay şu; ekonomik değeri düşük, hayvan beslemede de besin değeri çok az olan saman üreteceğim ve ithal etmeyeceğim diye mısır ekimini bırakıp buğdaya mı geçelim? Dünyada genel iktisadi bir kural vardır; ucuz malları geri kalmış ülkeler üretir. Dünyanın tahıl üretiminin yüzde 37’sini gelişmiş ülkeler yüzde 63’ünü geri kalmış ülkeler üretir. Endüstri bitkilerinin yüzde 63’ünü gelişmiş ülkeler, yüzde 37’sini geri kalmış ülkeler üretir. Böyle bir oran söz konusu. Katma değeri yüksek olan ürünler, gelişmiş teknoloji ve bilgi birikimi gerektirir. Dolayısı ile bu tür ürünleri gelişmiş ülkeler üretir. Buğday üretim miktarımız azalmasa da ekilen alan azalmış ama onun yerine mısır, ayçiçeği gibi ürünlerin ekimi artmış. Dolayısı ile bu gelişmişlik göstergesidir. Bu ülkede katma değerli ürünler üretilmiş, birim alandan elde edilen üretim miktarları artırılmış ve bu ürünleri işleyecek makineler yapılmış, son olarak da uzak pazarlara ihraç edilmiş. Dolayısı ile burada bir emek var, büyük bir başarı var. Saman ithal etmek Türkiye’nin gelişmişlik göstergesidir. Hayvan sayımız artmış, insanımızın geliri artmış, et-süt tüketimi artmış, hayvan sayısı arttığı için saman açığı oluşmuş. Buğday üretim alanları düşmesine rağmen üretim miktarı yükselmiş, mısır, ayçiçeği gibi katma değerli ürünlerin üretimi artmış, bunlar güzel şeyler. Bu kadar güzel şeyin içerisine saman ithalatını alıp, “Türkiye samana muhtaç” kavramının tarım sektöründe teknik olarak karşılığı yoktur. Türkiye’yi samana muhtaç edenlere teşekkür etmemiz lazım, çok net. Çünkü burada tarım sektörünün tüm paydaşlarının önemli bir emeği vardır ve bu bir başarıdır. 

3-5-20

Konya tahıl üretiminde, un üretiminde öne çıkan bir şehir. Konya’yı nasıl değerlendirirsiniz?

Konya ovası, sadece Türkiye’nin değil dünyanın önemli tarım düzlüklerinden biridir. Yüzde 35’i sulu, yüzde 65’inde kuru tarım yapılan yüksek tarımsal bir potansiyele sahip bir bölgedir. Konya ekolojik olarak çok farklı özelliklere sahiptir. Konya bölgesinin Türkiye’nin Tahıl ambarı olarak adlandırılması, Konya’nın tam anlamıyla tanınmadığı anlamına gelir. Konya, Türkiye’nin tahıl ihtiyacının yüzde 10’unu karşılar, mısırın yüzde 20’sinden fazlasını, şeker pancarının yüzde 35’ini, fasulyenin yüzde 30’unu, havucun yüzde 67’sini yani bitkisel üretimde önemli bir paya sahiptir. Konya Türkiye’nin büyükbaş hayvan varlığında en fazla sayıya sahip şehirdir. Süt üretiminde yüksek potansiyele sahiptir. Tarıma dayalı sanayilerden de bahsettiğimizde de Konya farklı bir şehir olarak karşımıza çıkar. Dolayısı ile Tarımın Başkentiyiz. Bu anlamda Konya’ya sadece Tahıl Ambarı olarak bakmak doğru değil. Gıda arz güvenliği açısından Konya’nın iyi değerlendirilmesi lazım. Çok geniş arazilerimiz var, Konya çiftçisi yeniliklere çok açık, yatırım yapma ve hevesi var. Bakanlık da bunun farkında ve Konya’ya ciddi yatırımlar yapıyor. Bakanlığa bağlı kurumlar bu anlamda güzel çalışmalar yürütüyorlar. Bunun yanında sulama problemimiz söz konusu. Yağış olmayan yıllarda ciddi bir yeraltı suyu çekilmesi yaşanıyor. O zaman sorun yaşıyoruz. Bu nedenle Türkiye’nin gıda arz güvenliği açısından Konya’nın tarımsal su ihtiyacının kalıcı çözümü önemlidir.

Su demişken, Konya bölgesinde mısır ve ayçiçeği gibi çok su tüketilen ürünlerin ekilmemesi gerektiği genel bir düşünce. Ancak mısır ve ayçiçeği gibi ürünlerin de üretilmesi gerekiyor. Bu sorun nasıl çözülür?

Konya'da göçmen gerçeği gittikçe büyüyor! Konya'da göçmen gerçeği gittikçe büyüyor!

Burada Konya’da sulu tarım yapılmalı mı yapılmamalı mı tartışması başlıyor. 20 milyona aşkın sığırımız var ve entansif üretim yapılıyor. Dolayısı ile yeme ihtiyaç var. Mısırın yüzde 95’i yemde kullanılıyor ve bu mısıra ihtiyacımız var. Burada sorunu sadece mısır üretimine bağlarsak çözüme ulaşamayız. Mısırı kullanan hayvancılık sektörünün değerlendirilmesi lazım. Hayvancılık meraya dayalı yapılırsa o zaman mısırı ekip ekmemeyi tartışırız. Mısır üretimini Konya’dan kaldırdığınızda bunun ikamesinin hangi alanlar olduğunu belirlememiz lazım. Mısır üretim alanlarının ikamesini bulamadığımızda ithalata bağımlı oluruz. Kendimiz ürettiğimiz zaman bile hayvancılıktaki maliyetlerden yakınırken, tamamen dışarıya bağımlı olsaydık durum ne olacaktı? Bu nedenlerden dolayı bunlar köklü, uzun dönemli üretim planlamasıyla çözülmelidir. Ama hangi planlamayı yaparsanız yapın, uzun vadede gıda arz güvenliğini sağlamak için, Konya Ovası’nda suyla ilgili kalıcı bir çözüm yapılması lazım. Konya’ya suyun gelmesi ile birlikte var olan suyun da en doğru şekilde kullanılması vazgeçilmez öneme sahiptir. 

ABDULLAH AKİF SOLAK

Editör: Birkan Bakay