Ümmü Ma’bed künyesi ile tanınan annemizin asıl ismi Atike binti Halid’dir. Babası Halid İbni Huleyf, Huzâa Kabilesi’ne mensuptur. O, Mekke ve Medine arasında bulunan Kudeyd bölgesinde bir çadırda yaşayan bir ailenin kızıydı. Büyüyüp genç kız olduğunda amcasının oğlu Temim İbni Abduluzza ile evlendi. Ondan bir oğlu oldu. Oğullarının adını Ma’bed koydular. Çocuklarının doğumundan sonra annemiz, Ümmü Ma’bed yani Ma’bed’in annesi künyesi ile tanınır oldu.

Hz. Ümmü Ma’bed, akıllı, iffetli ve güçlü bir kadındı. Kuraklık ve kıtlık yıllarında Kudey’deki çadırının önüne oturup gelen geçen yolcuların su ve yiyecek ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan eli açık ve cömert bir kadındı. Onun bu güzel ahlâkı İslâm’ın nuruna kavuşmasına vesile oldu. Saf, temiz, merhamet dolu kalbe sahip olan bu mübarek kadının çadırına uğrayanlardan birisi de Kâinat Güneşi Peygamber Efendimiz (sav) oldu. Annemiz kutlu misafirini henüz tanımıyordu.

Peygamber Efendimiz (sav) ile birlikte, Hz. Ebû Bekir, Hz. Âmir b. Füheyre ve Abdullah b. Uraykıt da onun çadırına uğradılar. Ondan hurma ve et satın almak istediler. Fakat Hz. Ümmü Ma’bed’in yanında bunlardan hiçbir şey bulamadılar. Çünkü hazerde, seferde azığı tükenen veya kıtlığa uğrayan halk, onda bulduklarını, satın alıp tüketmişlerdi. Hz. Ümmü Ma’bed; “Vallahi, yanımızda bir şey bulunsaydı, sizin ihtiyacınızı gidermek için ikram ederdim!” dedi. Peygamber Efendimiz (sav); “Ey Ümmü Ma’bed! Yanında süt bulunur mu?” diye sordu. Hz. Ümmü Ma’bed; “Yoktur! Vallahi davarlar kısırdır!” dedi. Peygamber Efendimiz (sav), çadırın bir tarafında duran arık koyunu gördü ve; “Ey Ümmü Ma’bed! Nedir şu koyun?” diye sordu. Hz. Ümmü Ma’bed; “O, arık, davar sürüsünden geri kalmış, dermansız, güçsüz bir koyundur!” dedi. Peygamber Efendimiz (sav); “Onda süt var mı?” diye sordu. Hz. Ümmü Ma’bed; “O, bundan tamamıyla mahrumdur!” dedi. Peygamber Efendimiz (sav); “Benim onu sağmama izin verir misin?” diye sordu. Hz. Ümmü Ma’bed; “Evet! Anam, babam sana feda olsun! Eğer sen onda süt bulabileceğini sanıyorsan, sağ!” dedi. Peygamber Efendimiz (sav), koyunu getirtti. Koyunun arkasına çömeldi. Bacaklarını ayırdı, besmele çekti, koyunun memesini eliyle sığadı ve; “Ey Allah’ım! Ona (Ümmü Ma’bed’e) koyununu bereketli kıl!” diyerek dua edince, koyunun memesi sütle dolup taştı. Peygamber Efendimiz (sav) beş on kişinin kanasıya içeceği büyüklükte bir kap getirtti ve içine süt sağdı. Kabı ağzına kadar doldurdu. Önce Hz. Ümmü Ma’bed ondan kanasıya içti. Peygamber Efendimiz’in (sav) yanında olan sahabe efendilerimiz de ondan kanasıya içtiler. Onlardan sonra da, Kâinat Güneşimiz (sav) içti ve; “Kavmin sulayıcısı, onlardan sonra içer!” buyurdu. Hepsi de, susadıktan sonra, ondan tekrar içtiler ve kandılar. Peygamber Efendimiz (sav), tekrar kabın içine süt sağıp doldurdu ve Hz. Ümmü Ma’bed’e bıraktı. Hz. Ümmü Ma’bed bir koyun getirip kesti ve etini pişirdi. Peygamber Efendimiz’le (sav) arkadaşları ondan yediler. Hz. Ümmü Ma’bed pişirdiği etten, yolda yiyecekleri kadar da, onların sofralarına koydu. Etin daha çok kısmı kendilerine kaldı. Peygamber Efendimiz (sav) ve arkadaşları oradan ayrılıp kutlu yolculuklarına devam ettiler.

Bu sırada müşrikler her yerde Peygamber Efendimiz’i (sav) arıyorlardı. Bu arayış sırasında Hz. Ümmü Mabed’in de çadırına uğradılar ve Peygamber Efendimiz’in (sav) nereye gittiğini sordular. Cömert olduğu kadar zeki ve akıllı da olan bu mübarek kadın, öfkeli müşriklere, önce kimi aradıklarını sordu. Onlar da Peygamber Efendimiz’i (sav) tarif ettiler. Hz. Ümmü Ma’bed, önce hiçbir cevap vermeden sustu. Biraz daha zorlamaları ve nereye gittiğini bilip bilmediğini sormaları üzerine; kendilerinden bir şey anlamadığını ve “Sanırım siz geçen yıl bana konuk olan ve süt ikram ettiğim kişilerden bahsediyorsunuz.” dedi. Gelenler onun bir şey görmediğini sanarak; “İşte onu arıyoruz” diyerek kendilerince Hz. Ümmü Ma’bed ile alay edip oradan ayrıldılar. Bu konuşmanın sonucunda Allah Resûlü’nün (sav) o yoldan geçmediğine kanaat getirerek başka bir yola saptılar.

Daha sonra Hz. Ümmü Ma’bed’in kocası Hz. Ebû Ma’bed geldi. Kapta dolu sütü görünce şaşırdı; “Bu süt bize nereden geldi? Koyunlar kısır ve uzaktalar! Çadırda da süt sağılır hayvan yok!” dedi. Hz. Ümmü Ma’bed; “Hayır! Vallahi, bize ancak mübarek bir Zât uğradı. Şöyle şöyle söyledi, şöyle şöyle yaptı!” diyerek olan biteni birer birer anlatınca, Hz. Ebû Ma’bed: “Vallahi, ben sanırım ki, O, Kureyşiler’in aramakta oldukları sahihleridir! Ey Ümmü Ma’bed! Hele sen O’nu bana bir tarif et bakayım.” dedi. Hz. Ümmü Ma’bed:

“Gördüğüm öyle bir Zât idi ki, güzelliği besbelli idi.

Güzel huylu idi.

Kendisinde ne karın büyüklüğü ne de baş küçüklüğü vardı.

Kendisi çok biçimli ve güzel çehreli idi.

Kendisinin gözlerindeki siyahlıkta ve kirpiklerinde çokluk, sesinde naziklik vardı.

Gözünün akı pek ak, siyahı da pek siyahtı.

Gözü, kudretten sürmeli idi.

Kaşlarının ucu ince, saçları koyu siyahtı.

Boynunda uzunluk ve yükseklik, sakalında sıklık vardı.

Sustuğu zaman kendisinde bir vakar ve ağırbaşlılık, konuştuğu zaman da güler yüzlülük, tatlı sözlülük görülmekteydi.

Sözleri, sanki dizilmiş birer inci gibi, ağzından tatlı tatlı akmakta idi.

Sözü açık ve hak ile bâtıl arasını ayırıcı olup, ne acizlik sayılacak derecede az, ne de boş ve gereksiz sayılacak derecede çoktu.

Uzaktan bakılınca, kendisi insanların en heybetlisi idi.

Yakınına gelince herkesten daha tatlı ve çekici idi.

Kendisi orta boylu olup, boyu ne hoşa gitmeyecek derecede uzun, ne de göz hakir görecek, başkasına bakacak derecede kısa idi.

Sanki O bir fidan idi ki; iki fidan arasında bitmiş, parlaklığı ve yeşilliği onlara üstün gelmişti.

O’nun yanında yoldaşları da vardı ki, O, bir şey söylediği zaman onlar dinlerler, O’nun verdiği emri yerine getirmeye koşuşurlardı.

Kendisi ekşi ve asık suratlı değil, güleçti.

Kimseyi kınamaz ve azarlamazdı.” dedi.

Hz. Ebû Ma’bed; “Vallahi, bu Zât, Mekke’deki işi bize anlatılmış olan, Kureyşiler’in sahibidir. Ey Ümmü Ma’bed! Eğer ben kendisine rastlamış olsaydım, arkadaşlığına kabul edilmemi dilerdim! Yine de bir yolunu bulursam, muhakkak bunu yapacağım!” dedi.

Allah Resûlü (sav) ve arkadaşları çölün ortasında kendilerine uğrayıp oradan ayrıldıktan sonra Hz. Ebû Ma’bed ve özellikle Hz. Ümmü Ma’bed uzun süre yaşadıkları bu güzel anları unutamadılar. Kalpleri iman nuru ile aydınlanmış, Peygamber (sav) aşkı ile yanmaya başlamıştı. Müşrikler takibe son verip etraf sakinleşince vakit geçirmeden eşini ve çocuğunu yanına alan Hz. Ebû Ma’bed, hemen Medine’ye doğru yola çıktı. Medine’ye varınca eşi ile birlikte Allah Resûlü’nün yanına giderek Müslüman oldular. Bir süre Medine’de kalan Hz. Ümmü Ma’bed ve eşi daha sonra yaşadıkları Kudey’de geri dönüp burada yaşamaya devam ettiler.

İmanla şereflenen annemiz, İslam’ın gerekliliklerini öğrenip öğrendiklerini de hayatına tatbik ederek en güzel şekilde yaşamaya çalıştı. Hz. Ümmü Ma’bed’in bildirdiğine göre; Peygamber Efendimiz (sav) tarafından memesi sığanan (sıvazlanan) ve kesilmemesi emrolunan koyun, Hicretin 18. yılındaki kuraklığa kadar kalmış, kuraklıktan yeryüzünde az veya çok bir şey kalmamışken, onlar bu koyundan sabah akşam süt sağıp durmuşlardır.

Hz. Ümmü Ma’bed’in yeğeni o kutlu günden kalan bir anıyı şöyle anlatmaktadır; “Allah Resûlü (sav) halamın çadırına indiği gün, çadırda biraz dinlendikten sonra halamdan su istemiş. Su gelince onunla elini yüzünü yıkamış, kalan suyu çadırın yanındaki böğürtlen dikeninin dibine dökmüş. Onlar gittikten bir süre sonra Allah Resûlü’nün (sav) suyu döktüğü yerden büyük bir hurma ağacının yetişmeye başladığını görmüşler. Büyüyen ağaç çok geçmeden hurma vermeye başlamış. Ondan ben de çok yedim. Hurmaların rengi Yemen zağferanı, kokusu amber gibi, tadı çok güzeldi. Ondan yiyen aç ise doyuyor, susuz ise kanıyor, hasta olan şifa buluyordu. Onun yapraklarından yiyen deve ve keçilerin memeleri süt doluyordu. O gerçekten mübarek bir ağaçtı. Yıllarca hurmasını yediğimiz bu ağaç bir sabah hızlı bir şekilde solmaya başladı. Hurmaları döküldü, yaprakları sarardı. Bir süre sonra o gün Allah Resûlü’nün (sav) vefat ettiğini haber aldık. Birkaç önemli olayda yine böyle sararıp solan bu hurma ağacı, Hz. Hüseyin’in şehit edildiği gün tamamen kurudu.”

Hz. Ümmü Ma’bed annemiz yıllar önce Allah Resûlü (sav) ile yaşadığı o unutulmaz anları, yıllar sonra O’nun sevgili eşleri ile de yaşadı. O bu anısını şöyle anlatır; “Aradan yıllar geçmişti. Hz. Ömer’in hilafetinin son günleriydi. Bir gün Hz. Osman ile Abdurrahman b. Avf’ın Allah Resûlü’nün (sav) hanımları ile hacca gittiklerini gördüm. Hz. Osman en önde, Abdurrahman b. Avf ise en arkada geliyordu. Gelip bizim hanemizin önünde mola verdiler. Hz. Osman ve Hz. Abdurrahman b. Avf hurma dallarından onlara gölge yaptı. Efendimiz’in (sav) eşlerini görünce ağlamaya başladım. Yanlarına yaklaştığımda; “Niçin ağlıyorsun?” dediler. “Allah Resûlü’nü (sav) hatırladım. Hicret ederken O da buraya gelmişti” dedim. Allah Resûlü’nün (sav) eşleri de benimle birlikte ağlamaya başladılar. Sakinleştiğimizde konuşarak tanıştık. Bana çok iltifat ettiler. Her biri ayrı ayrı benimle konuştu. Hepsi de; “Müminlerin emiri bize yıllık maaşlarımızı verdiğinde mutlaka yanımıza gel.” diye bana sıkı sıkı tembih ettiler. Hz. Ömer’in maaşlarını verdiğini duyunca Medine’ye gittim. Allah Resûlü’nün (sav) eşleri beni görünce her biri bana elli dinar hediye verdi.

Hz. Ömer’in (ra) halifeliğini de gören Hz. Ümmü Ma’bed’in ne zaman ve nerede vefat ettiği kesin olarak bilinmemektedir.

Rabbim, O’nu (sav) gören gözler hürmetine bizi O’nun (sav) şefaatine nail eyle! (Âmin)