İskelede yüzümü güneşe çevirip öylece oturdum! Savsakladıklarım, ertelediklerim, eksik bıraktıklarım gün gibi yüzeye vurdu. Ve ne kadar zaman geçerse geçsin, bugün asla olmayacağım kadar genç olduğumu fark ettim. Zamanın kıymeti kendini bulduğun anda anlaşılıyor!

Zorluğu anımsatan “hüzün” kelimesi, Yasin suresinin 76. ayetini hatırlattı; “felâ yehzunke gavlühüm!” “Mahzun etmesin seni onların sözleri!” kırıldıklarımız bir bir dökülürken sol tarafımızdan, koysak onları da ayağımızın altına yine de yetişemiyoruz hayatın omuz hizasına!

Belki hayat cambaz olmamızı beklemiyor bizden ama dengeli olmakta hayatı muhteşem kılıyor. Yukarıdaki ayetin ferahlığı savuruyor gönül tarlamın çorak topraklarını! Yağmura hasret kalmış, çöl misali özlemle kavruluyorum.  

Herkes nefes aldığını görür; ama nasıl yaşadığını, nasıl hayata tutunduğunu, nasıl ayakta kaldığını bir sen bilirsin. Bir de her şeyi basir (gören), semi (işiten) vardır ki; çorak topraktan çiçek filizlendiren o kudret, küle dönmüş hayatını bir bakarsın güle çeviriverir.  Mevlana'nın da söylediği gibi, “Sen eğer 'benlik firavunu'nu, beden Mısır'ından (beden şehrinden) dışarı atabilirsen, gönül evinde Musa'nı da görürsün, Harun'unu da!”

Bizim imtihanımız biraz daha koyu harflerle yazılmış sanırım. Solumuza (nefsimize), sabır kelimesinin ağırlığı biniyor. Hayat bugündür. Oysa düşündüğümüz hep yarın! Ömrümüz bir şeyleri ertelemekle geçiyor. Affetmeyi, sevgi sözlerini, hayallerimizi, umutlarımızı! Ama bir şeyi es geçiyoruz. Neyi mi?

Daha kaç yarınımız olduğunu?..

Murat Bozoğlu'nun hayali gibi; “Keşke her şey; bir falcı kadının fincanlara bakarak dağıttığı umutlar gibi olsa! Ve her şey söylediği gibi 'üç vakte kadar' çıksa!” Tesadüflere ihtiyacı var insanın! Hesapsız, plansız ansızın beliriveren mutluluklara! Hayat işte o zaman yaşanılması gereken yerine, yaşanılası bir yer olur.

Sobanın üzerine kolonya döküp alevlerini takip eden ve o cızırtıyı dinleyen! Mandalinanın kabuklarını o sıcak yüzeyin üzerine atıp oda parfümü yapan sonra gece yatağa girip tavana vuran ateşin dansını seyre dalıp, hayallerle uykuya yolculuk yapan çocuklardık biz. Özledik o yılları! Şimdi varımız yoğumuz, soğuk ekranlarda harfleri eksik yazılan mesajlar oldu... 

Gözleri geceden siyah, ağustos ortasında elleri üşüyen, samimi sohbetlerden uzak, gözlerinde bir damla yaş görülmeyen, duyulmayan sessiz çığlıklar, gözlere hasret kitap sayfaları çoğaldı. Yabancılaştık. Gönlümüzün bir köşesinde bunları saklamaya başladık. Tepki vermek için bir etki beklemeye!

Derin duygular yaşamamız gerekiyordu ve bunun zararımıza mı, yararımıza mı olduğunu bilmeden beklediğimizden bihaber öylece gözlerimiz daldı uzaklara! Vatan, millet ve birlik, beraberlik! Bir süreliğine kalbi duran kardeşlik duygularımız yaşanmışlığın şok makinesinin temasıyla tekrar canlandı. Bir iz bıraktı bu herkesin sol tarafında! Ve o gecenin üzerinden günler, haftalar geçti. İlk günkü gibi devam eden ertelenmişliklerin son demokrasi nöbetini de bu gece tutacağız. 

Ama meydanlarda son nöbet olsa bile insanlar kendi iç dünyasında hâlâ teyakkuz da bekleyecekler gibi! Kendimizle bile kavga eden, geçmişimizi yargılayan, bastırılmış maziye özlem duyan ve benliğimizi bulduğumuz andan itibaren kimseye kendimizi ezdirmememiz gerektiğini anlayan bir milletiz! Kendine meydan okuyan, bazen kendinden bile sahip olduğu duyguları saklayan, bilmezden gelen bizler vatanımızı mı bırakacaktık elaleme?.. Heyt be!...

Yazıma; insanın kendi kendine de darbe yapabildiğini anımsatan, Can Yücel'in dilinden dudaklarda ufak bir tebessüm bırakan yazısıyla son noktayı koymak istiyorum.

“Yirmi yaşımda ben, otuz beş yaşımda ben, kırk yaşımda ben ve bugünkü ben dördümüz! Yirmi yaşımı, otuz beş yaşımın karşısına oturttum. Kırk yaşımın karşısına da, ben geçtim. Yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu. Kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi. Yatıştırayım dedim. “Sen karışma moruk” dediler. Büyük hır çıktı. Komşular alttan üsten duvarlara vurdular. Yirmi yaşım, kırk yaşıma bardak attı. Evin de içine ettiler. Bende kabahat. Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine!” 

Tebessüm yüzümüzden, güzel günler ömrümüzden eksik olmasın. Selam ve dua ile köşemin değerli misafirleri!