Bir toplumu yıpratmak, parçalamak ve yok etmek için milli ve manevi değerlerine dokunmak gerekiyor.

Siyonist, Emperyalist güçler de bunu çok iyi biliyor. Kim bu Siyonist ve Emperyalist güçler? En basit anlatımıyla bugünkü manada İslamiyet'e karşı savaş açmış ve Haçlı zihniyetini yeniden canlandıran kim varsa onlar...

Bir taraftan bizi uyutuyorlar, diğer taraftan da uyuttukları yerden yani gözlerimizden zihnimize hükmediyorlar.

Bunu da televizyon dizileri ile çok basit bir şekilde gerçekleştiriyorlar. Bugün düzenli olarak dizi izlemeyen, bir diziyi aralıksız takip etmeyen insan neredeyse yoktur...

Bu dizilerin içeriğine, görünen arkasındaki mesaja kaçımız dikkat çekiyor ve bilinçli olarak izliyoruz, burası da tartışılır.

Diziler üzerinden topluma empoze edilen fikirler artık toplumda da yaşanır ve karşılı bulur oldu. Aldatmalar, ihanetler, aile yapısındaki bozulma ve parçalanmalar, lükse olan düşkünlük, hep dahasını isteme arzusu, dini değerlerin sömürüsü gibi konular, dizi ve filmler üzerinden oynanan oyunlardan sadece bazılarının başlıkları...

Türkiye'de herkesin malumu olduğu birçok zorlu süreç var. Bir taraftan terör olayları ile mücadele edilerek şehit haberlerine son verilmek istenirken, diğer taraftan seçim için hazırlıklar yapılıyor.

Ekonomi zaten berbat... Her ne kadar iyiye yorulan şeyler olsa da görünen gerçekler güneşin balçıkla sıvanmayacağı gibi sıvanamıyor. Orta yerde duruyor...

Sürekli artan dolar karşısında paramız da sürekli değer kaybediyor...

İşte böylesi bir süreçte dün okuduğum bir haber bütün bunları bir kenara bırakıp tekrar düşünmeye sevk etti beni...

Biz anneyi kutsal biliriz. Cenneti anaların ayaklarının altına sermişizdir. Bir ananın gözünden süzülen yaş, onun bir feryadı, ana olmanın ne kadar kutsal bir görev olduğunu gözler önüne serer.

Bu süreçte bunu da sıklıkla görüyoruz. Her şehidin anası, ne kadar metanetli olmaya çalışsa da ister istemez içindeki acıya hakim değil mahkum oluyor...

Dün okuduğum haber ise beni ana konusunda farklı yollara yöneltti.

Akören Mahallesi'nde adına ana denilen bir kadın, henüz 2,5 yaşındaki çocuğunu susmadı diye kafasını yere vurarak öldürebiliyor.

Bu da ana işte.

İçimden seni doğuran da ana. Sen de anasın. Senin gibi ana... demek geçiyor da olmuyor işte...

Bir ana evladına nasıl kıyar? O kendisinden bir parça değil midir? Ana olmak kutsaldı hani? Analık gibi kutsal bir mertebeyi yerle bir edebilecek kadar insanlık yoksunu insanları da görüyoruz ya diyecek söz bulamıyoruz.

Yazının başında dedim ya, bir toplumu yıkmak için topla tüfekle değil, onların milli ve manevi değerleriyle oynamak lazım diye. Üzerimizde oynanan çok yönlü oyunun bir parçası da toplumsal yapının bozulması.

Temellerimize dinamit koymuşlar da haberimiz yok. Toplum terörü işliyorlar. Büyük cinayetler var ortada. Toplumu öldürüyorlar. Kafa yapımızı, kültürümüzü, medeniyetimizi yok ediyorlar.

Artık o kadar küçük parçalara böldüler ki olayı, aile mertebesine kadar indirgediler. Ne kadar garip bir ikilem var ortada.

Bir yanda yürekleri vatanın bölünmez bütünlüğü için şehit düşmüş olan evlatları için yanan evlatlar varken, diğer tarafta da daha küçücük, her şeşiyle kendisine muhtaç, annesinin gözüne bakan, elinden uman bir çocuk hunharca öldürülebiliyor.

Allah ıslah etsin...

Yaratanın işine karışılmaz elbet ama, en azından, “Allah'ım ana olmayı bilmeyen kadınlara evlat kokusu nasip etme. Onların yerine anne olmak isteyen, baba olmak isteyen insanları evlat sahibi yap” diye dua edebiliriz.