Hikâye meşhur; yine de, "Bilenler bilmeyenlere anlatsın" deyip başkasına iş havale etmeyelim.

***

Olay ülkemizin Güneydoğu'sunda geçer. Dinlerin ve dillerin çok olduğu, bir rivayete göre asırlarca barış içinde bir arada yaşadıkları, diğer bir rivayete göre ise baskın olanın istediği gibi at oynatıp diğerlerinin birçok şeyi sineye çektikleri yerler var ya, işte onlardan birini canlandırın gözlerinizin önünde.

***

Günlerden bir gün, bir Müslüman'ın, bir Hıristiyan'ın ve bir Yezîdi'nin yolları kesişir. Beraberce yol alırken iyice acıkıp susarlar ki tam bu sırada bir bağ görürler. Salkım salkım üzümler mi dersiniz, allı yeşilli elmalar mı dersiniz. Sanki Cennet bahçelerinin dünyadaki tanıtım numunesi. Etrafa bakarlar izin alacak birileri var mıdır diye ama nafile, in cin top atıyor. Dalarlar bağa açlıklarını giderecek kadar yemek üzere. 

Bu kadarı bize yeter, dikenin bakanın eli kolu dert görmesin deyip tam bağdan çıkacakları vakit, bağ sahibi kapıda biter. Bizimkiler durumu anlatmaya, "Paramız var ödeyelim yediğimizin ücretini" demeye çalıştılarsa da, bağ sahibi "Vay hırsızlar, bunun cezasını çekmeden kaçabileceğinizi mi sanırsınız" diye bağırıp çağırmaya başlar.  

Gücü kuvveti yerindedir bağ sahibinin ama üçe karşı bir kişi olmanın ortaya çıkardığı dezavantajı göze alamaz, "parlak zekâ"sını devreye sokar. 

Müslüman'la Hıristiyan'a, sevecen bir ses tonuyla "Siz şöyle bir çekilin kenara bakayım" der ve tutar Yezîdi'nin yakasından "Bre kaltaban, şunların biri din kardeşim, helâl olsun yediği içtiği, öteki de ehli kitap. Ya sen, sen kim oluyorsun da bağıma giriyorsun, malımı yiyorsun" deyip bir temiz dayak atar. Yezîdi aldığı darbelerle bayılır. 

Bağ sahibi bu defa Hıristiyan'a "sen hele bir gel bakalım şöyle" deyip yakasından tutar "Hadi bu Müslüman din kardeşim, helal olsun yediği içtiği, sana n'oluyor da gâvur halinle hırsızlık yapıyorsun" der ve ona da bir temiz dayak atar. Hıristiyan da yere yıkılır. 

Bağ sahibi, nihayetinde ayakta kalan Müslüman'ın yakasına yapışır "A Müslüman, bunlar kâfirdir, helâl-haram bilmez, sen ne diye din kardeşinin bağını talan ediyorsun kâfirlerle beraber" diyerek Müslüman'a da iyice pataklar. Müslüman yere yıkılırken kendine gelmeye başlayan Hıristiyan'a bakarak "Yezîdi'yi dövdürmeyecektik" der.

***

Bu hikâye burada bitiyor, ama hayat devam edip gidiyor.

Bağ sahipleri her gün birilerini dövüyor. Kimi zaman hikâyedeki gibi değişik dinlerden kişiler oluyor dayak yiyenler, kimi zaman solcu, sağcı ya da liberal, sosyalist ve saire gibi değişik görüşlerden kişiler. Kimi zaman milliyete bağlı bölümlemelerle zayıflatılıyor tarafların biri, kimi zaman cinsiyete bağlı bölümlemelerle. Ülke, mezhep, giydiği elbise, tercih ettiği kelime, okuduğu kitap, deri rengi, yaptığı iş... Aklınıza ne gelirse kullanılıyor insanları bölmek, parçalamak ve yönetmek için.

***

Siz siz olun, bölene de birleştirene de dikkat edin. Ne ile bölüyor, ne adına bölüyor, ne amaçla bölüyor? Aynı soruları birleştirenler için de sorun.

Bilin ki, Allah'ın ipinden başka bütün ipler çürük, Allah'ın boyasından başka bütün boyalar sökülücü-dökülücü.

***

Hikâyeden önüne gelen bağa girip yesin içsin, sonra da bağ sahibine karşı dayanışma içine girerek hiç bir bedel ödemesin sonucu çıkarılmasın. Bu düpedüz hırsızlık ve zulümde birleşme olur.

Dikkat ettiyseniz hikâyede özel şartlar var. Üç kafadar, hak-hukuk tanımaz şâkiler değiller. Zaruret hâsıl oluyor ve zarureti gidermek için bağa giriyorlar. Girerken izin almak için sahibi, bekçisi var mı araştırıyorlar. Bağ sahibi gelince de durumu anlatıp, yediklerinin ücretini vermek istiyorlar. 

Bağ sahibine düşen böyle insanlara, "Afiyet olsun, hediyemdir" demektir. Bunu diyecek kadar yüksek gönüllü değilse, ücretini almaktır. Bunları yapmayıp da kendi kafasınca yolcuları cezalandırmaya kalkışması, öfkesine esir düşüp onları bayıltana kadar dövmesi zulümdür. 

Ceza ile zulmü birbirine karıştırmamak gerek. Cezalandırma bir hukuka dayanmıyorsa, hukuka dayandığı halde âdil değilse, âdil olsa bile yetkilisi tarafından uygulanmıyorsa bunun adı zulümdür. Müslüman'la Hıristiyan'ın kabahati zulmü sadece Yezîdi'yle sınırlı sanmalarıdır. Zulüm bir ateştir, sadece otu-samanı değil, önüne ne gelirse yakar, yıkar, eritir.

Söylemedi demeyin...

***

Bu dünya yapıp ettiklerimizin yankılanıp bize döneceği bir dağdır. (Mevlana)