Vaktiyle bir büyüğümüz, “Güzel sözler söyleyin, zira söz vücut bulur” dişye tavsiyede bulunmuştu. Nevşehir’in Köşektaş köyünde doğan Fatma Şeref Polat da henüz on üç yaşında bir ortaokul talebesiyken, “Ey Mevlâna sana gelsem” diye seslenen şiir yazmış ve anlaşılıyor ki o şiir vücut bulmuş. Avukat yazar Fatma Şeref Polat ile kültür dünyamızın önemli konuları üzerine söyleştik.

 8 3-11

Bir Konya hayranı olan merhum Seyit Küçükbezirci ile epey bir zaman faaliyette bulundunuz. O siz de siz onda ne buldunuz? Yazı hayatınıza katkısı oldu mu?

Olmaz mı? Kınnesreyn Yazıları tamamen onun ısrarı ile ortaya çıkmış bir kitaptır. Şimdi en çok olumlu geri dönüş aldığım ve iyi ki yazmışım dediğim bir eser. Ruhu şad olsun!

Seyit Küçükbezirci, kendi deyimi ile atalarına uyup Konya’ya geri çekildiği için ülkemizin henüz haberi olmasa da eserleri ile hem kültürümüze hem ekonomik kalkınmamıza önemli katkılar sağlamış bir mücadele insanıdır.

Kendisi ile ömrünün son zamanlarında tanışmış olsak da epeyce ortak proje ve faaliyet yaptık. İlk kez Türkiye Yazarlar Birliğinde imza günümde tanıştık. 2012 Aralık ayı başlarındaydık. Romanımı imzaladım. Bir süre sonra arayıp okuduğunu söyledi ve benden bir şey istedi. Bir rüya gördüğünü ve beş yıllık ömrü kaldığını anlattı. Ölmeden hayatını bir romancıya anlatmak istediğini ve romanımı okuduktan sonra bunun için beni seçtiğini söyledi. Ben de o sırada yeni romanım üzerinde çalışıyordum. Hiç uygun değildim. Ama benim de benzer bir sürecim olduğu için bu son arzuyu nasıl reddederim diye düşündüm. Elbette dinlerim dedim. 

Aslında bu rüyanın bir sanrı olduğunu ama kendisinin abartıp inandığını düşünüyordum. Çünkü görünürde ciddi bir rahatsızlığı yoktu. Fakat bildiğiniz gibi 11Aralık 2018 ‘de vefat etti. Yani bana söylediği andan itibaren tam beş yıl olmuştu. Ve bu beş yıl içinde çok önemli faaliyetler yaptı, bir günü boş geçirmedi. İnsanlar yeterince takip ederlerse, Allah’ın herkese özel işaretler yolladığını söylerdi. Merak edip yazılarını okusunlar diye anlatıyorum. Çünkü muhakkak çok ilginç bilgiler bulacaklar. Melami meşrep bir insandı, bu yüzden çoğu kişi onu yaşarken anlayamamıştır.

Bense ummadığım kadar farklı bir hayat ve müthiş bir bilgi birikimi buldum kendisinde; belki de çok erken kaybettiğim rahmetli babamla yarım kalan, sohbetlerimizin, hikâyelerimizin devamı olsun diye Allah’ın bir hediyesiydi.

O ise hayatta en çok sevdiği ama en az yapmaya fırsat bulduğu öğretmenlik mesleği için hep ah eder. Sonra bana, “Ne garip değil mi? Hayatım boyunca yetiştirmek istediğim insan modelini Allah yetiştirilmiş olarak karşıma çıkardı” derdi. Zaten iltifat konusunda çok cömert bir insandı. Ve her şeyini bana anlatmış olmanın güveni ile, ne istediğini bilirim diye olacak, kısa zamanda kurucu başkanı olduğu Fikir Sanat Adamları ve bir dönem başkanlık yaptığı Konya Turizm Derneğinde kendisine vekaleten faaliyetleri yürütmemi istedi. Bu arada Turizm Derneğine üye bile değildim. Açıkçası hiç anladığım ya da ilgim olan işler de değildi. Ama şehir için gerekli ve önemli şeylerdi. Böylece farkında olmadan sivil toplum çalışmalarını da öğrenmiş oldum. Elbette yalnızca ben değil, kendi alanında uzman ve bana destek, yardımcı olan arkadaşlarımız da vardı. Ustayı kırmayalım onu da yapalım bunu da yapalım derken bir ekip olduk. Aynı şekilde Selçukya’da devam ediyoruz. Elbette Seyit Küçükbezirci’den öğrendiğimiz şeyler buraya sığmaz.  Allah gani gani rahmet eylesin.

8 2-10

İhtisasını yaptığınız Avukatlık mesleğini bir kenara bırakıp tamamıyla kültürel faaliyetlere odaklandığınızı görüyoruz. Bu tercihinizin sebebi nedir?

Bu aslında ölümle yüz yüze geldiğim ciddi bir rahatsızlık anında olan büyük bir içsel devrimdi benim için. Normal şartlarda mesleğimi bırakmayı aklımdan bile geçirmezdim, çok seviyordum. Ama birazdan öleceksem neden ardımda bırakacak bir eserim yok? Oysa benden beş yüzyıl sonra gelse de bir kişi, bir tek kişi okuyacak olsa da söylenecek sözlerim var, diye bir düşünce sardı beni. Ve bu fiziksel acıdan daha ağır bir ruh sancısıydı. Durmadan Necip Fazıl’ın dizelerini mırıldanıyordum hastanede: “Ölecek miyim, tam da söyleyecek çağımda. Söylenmedik cümlenin hasreti dudağımda...”

Ölümün kıyısında olma duygusu çok ağır olmalı…

Allah beni evlatlarıma bağışladı ve içimde kalan cümlelere izin verdi. Süremi iyi kullanmaya gayret ediyorum. Mesleğimi ise yazmaya başlayınca bırakmadım elbette Aşk Güneşe Benzer’in birçok bölümü adliyede duruşma sırası beklerken yazılmıştır. İkisi birbirine engel değildi. Sadece yazmakla kalsaydım belki birlikte devam ederdi. Ancak kültürel faaliyetlerin artışı, biraz önce sorduğunuz Anadolu’daki seslerin daha çok duyulmasını sağlayabilir miyiz derdi bana bir sorumluluk yükledi zaman içinde… Bu yüzden Selçukya doğdu.

Sürekli araştırmak, okumak, yazmak ve Selçukya gibi çok aktif bir kültür derneğini yönetmek, ailevi sorumluklarım da eklenirse mesleğime zaman bırakmıyordu.  Yapmış olmak için yapmak, baştan savma bir şekilde yürütmek de benim tarzım değil. Mesleğime haksızlık olur. Bir insanın vekâletini alıyorsanız, o uyuduğu zaman bile siz o davayı düşünmek zorundasınız. Dolayısı ile zor bir tercih yaptım. Kendimi şöyle ikna ettim: Avukatlık kaçmıyor, istediğim zaman dönebilirim. Hukuk Fakültesini tercih ettiğim zaman da aslında edebiyat bölümünü istiyordum. Annem beni, “Kalem, kâğıt kaçmıyor, istediğin zaman yazabilirsin, pişman olmayacaksın!” diye ikna etmişti.

Hayat böyle kavşaklarla dolu. İki tercihimden de pişman olmadım, çok şükür. Ama en çok istediğim şey avukatlık anılarımı yazmak. İbret verici birçok şey olduğu gibi oldukça komik şeyler de var. Duruşmalardaki tanık-hâkim diyalogları bile komedi filmi olur.

8 4-11

Konya kültürel sivil toplum kuruluşu açısından zengin diyebiliriz. Siz de Selçukya Kültür ve Sanat Derneğini kurarak bilhassa şiire yönelik seri etkinlikler düzenliyorsunuz. Selçukya’nın yol hikâyesini anlatır mısınız?

Evet, özellikle tabela ve başkan sayısı bakımından kesinlikle zengin! Ama her zenginlik iyiye kullanılıyor ve değerlendiriliyor, içi dolduruluyorsa gerçek zenginlik olur.

Farklı altyapılardan, farklı bakış açılarından, benzer ilgilere sahip insanların çatısı altında bir araya geldiği ve devlete karşı özerk bir statüde olan, gönüllü birlikteliğin esas alındığı, üyeleri, gönüllüleri başta olmak üzere toplum yararına faaliyetler yürüten yasal kuruluşlar diye özetleyebileceğimiz STK’lar günümüzde demokrasinin önemli unsuru olarak kabul ediliyor. Aile ve devlet arasında köprü olması bakımından da etkisi bir kat daha artıyor. Sivil toplum Kuruluşları vakıflar odalar dernekler gibi oldukça geniş bir yelpaze… Bizim buradaki yerimiz kültür sanat ve turizm dernekleri arasında… Selçukya’nın yol hikâyesi ne güzel bir soru! Belki bir gün romanını yazarım. Siz ve okurlarınız için özetlemeye çalışacağım. Konya Büyükşehir Belediyesi, Seyit Küçükbezirci başkanlığındaki Turizm Derneğine, Kılıçaslan Meydanında bir bina tahsis etmişti. Ve dernek uzun süre aktif olmadığı için birden faaliyete geçilemedi. Bu arada rahmetli Seyit Bey bina boş kalırsa hepimiz vebale gireriz, kültüre ayrılmış bir kamu binası, kimse bir şey yapmayacak mı? Bir şeyler yapın, diye dernek başkanları şairler yazarlar gazeteciler ile birçok toplantı yaptı. Ben de bütün dernekler konferans, söyleşi, panel yapıp duruyoruz. Şehirde şiir eksik diye düşünüyordum. Ama ne yapacağımızı bilmiyordum.

Fikir Sanat Adamları yönetim kurulunda birlikte çalıştığımız şair Tahir Sakman şiir akşamları yapalım dedi. Böylece 11. Eylül 2017’de ilk Selçukya Şiir Akşamını gerçekleştirdik.  Benim ısrarımla ilk programı Tahir Bey yönetti ama sonrasında Meram Belediyesindeki görevi nedeniyle sürekli devam edemeyeceğini söyledi. Macera benim için böyle başladı. Ama o günlerde bana sorsanız bu noktaya geleceği aklımın değil, hayalimin ucundan bile geçmezdi. Bir süre kendi kendimize şiir okur dağılırız sanıyordum. Ama her gün katılan biri oldu. Bir hafta ara vermeye kalksam on telefon birden geliyordu. Konya’nın gazeteleri, medyası ne kadar bilinçli ve duyarlıymış ben o zaman anladım. Selçukya Şiir Akşamları sıklıkla basında yer buluyor buldukça bize katılanlar çoğalıyordu.

Bu arada Turizm Derneği yönetimi değişti. Bina kapandı. Akademik faaliyetlere başlama kararı aldılar. Biz de Selçukya ekibi olarak Fikir Sanat Adamları Derneğinde devam ettik, Kılıçaslan Konferans Salonuna geçtik. Rahmetli Seyit Küçükbezirci de yaşadığı sürece Selçukya’ya hamilik etmeye devam etti. Onun vefatından sonra doğal olarak kurucusu olduğu derneğin yönetimi de değişecekti, görev almak istemedik. Yeni yönetim de akademik faaliyetleri tercih etti. Ben artık arkadaşlarla vedalaşıp yazılarımın, romanımın başına dönerim diye düşünüyordum. Ama her hafta gidip programı yapıp veda edemeden dönüyordum. Ne yapacağız bundan sonra devam edebilecek miyiz? Herkesin aklındaki soruydu ama kimse birbirine soramıyordu. Zannediyorum baştan beri düz bir yolda değil de engebeli bir arazide, engellere çarpa çarpa ilerlemek bizi birbirimize sıkı sıkı sarılmak zorunda bırakmış bir aile olmuştuk.

Şair arkadaşlarım üzülmesin, ben olmasam da devam etsin diye üyesi de olduğum üç kültür derneği başkanıyla da görüştüm. “Hazır tutmuş, ilgi gören bir etkinlik sizin çatınız altında devam etsin” dedim. Ama onlar da haklı olarak bütün üyelerimiz bunu desteklemeyebilir, siz yine müstakil devam edin, biz misafir olarak destek olalım dediler.

Selçukya Şairlerin Gözyaşı Üzerine Kurulmuş Bir Dernektir

Ve son akşam: Büyükşehir Belediyemize ait Kılıçaslan Salonda programa devam etmek için dernek olarak dilekçe vermemiz gerekiyor. Ama öyle bir dernek yok! Son programımız demek için salona geldim. Görüşmelerin olumsuz geçtiğini duyan iki şair arkadaşım beni kapıda karşıladı. Gözleri yaş doluydu: “Bizi bırakacak mısınız? Bizi kürsüye çıkardınız, sesimizi duyurdunuz. Biz yıllardır şiir yazardık ama kimse bilmezdi” diye konuşmaya başladılar ki daha evvel bahsi geçen, Anadolu’da şair yazar olmak yarasını kanattılar yüreğimde… Salon da aynı durumdaydı. Bitti diyemedim.

Yayına son dakika da yetişen o zamanki basın danışmanımız Devriş Ahmet Bey yanıma gelip tanıyanların bildiği kendine has tarzıyla, cevabını bildiği soruyu “Efendim kararınızı açıklayacak mısınız?” diye sordu. Ve devam etti, “Ben size günlerdir söylüyorum. Sizin kendi derneğiniz var. Neden bunu sır gibi saklıyoruz. O dernek bu dernek gezmemize hiç gerek yoktu. Şimdi çıkıp, ‘Kendi derneğimizde devam ediyoruz’ deyin, bu kadar basit. Artık bırakıp gidemezsiniz.” Evet, devlet kurmuyorduk nihayetinde ama onca dernek varken bir derneğe daha ne gerek var diye düşüyordum ve o kadar sorumluluk almak istemiyordum. Ama artık bundan başka çare de görünmüyordu. Yine de hemen karar veremedim. Kendime manevi bir işaret buldum. Derneğin adı Selçukya olabilirse hayırlı olacak diye inandım.  2012 yılında bazı proje başvuruları için kurduğumuz ama aktif etmediğimiz bir derneğimiz vardı ama adı Selçukya değildi. Bazı isimler özel izne tabi oluyor ya da kabul edilmiyordu. Devriş beye derneğin adı Selçukya olarak değişirse devam edelim dedim. O da halk deyimiyle, yememiş içmemiş ertesi sabah saat 08:30’da başvuru yapmış. Telefonuma ekran resmi düştüğünde Selçukya Kültür Sanat Derneği kaydının olduğunu gördüm. Gelecek programa kadar arkadaşların yoğun çabası ile salon izni, logo tasarımı, banner, bayrak afişler hazırlanmıştı. 2019 yılı şubat ayı başındaydık. Ve ben her birinin şairlik dışında da yetenekleri birikimleri oldukça yüksek arkadaşlarla yola çıktığımızı, duramayacağımızı bildiğim halde sadece şiir akşamı yapalım diye ısrar ediyordum. Selçukya’yı o şekilde üç ay tutabildim.

O günden bugüne bakarsak,

Yedi yıldır her hafta pazartesi Şiir akşamları yaptık: Üç yüze yakın şair kendi şiirini okudu, bir kısmı sürekli devam ediyor elbette.

Ayrıca hiç konuşulmamış konularda kırkın üzerinde konferans,

Konya Kur'an-ı Kerim eğitiminde ön planda Konya Kur'an-ı Kerim eğitiminde ön planda

Yirmi altı kültür gözlem gezisi, devamında fotoğraf slayt gösterimleri köşe yazıları,

On vefa gecesi,

Kitap günlerinde toplam yüz yirmi şair ve yazara imza günü, on altı yazarımıza söyleşi,

Kütüphaneler haftasında otuz yazarımıza imza günü,

Özel imza günü ve kitap tanıtımları, 

Bayram ve geleneksel günlerde ve yaz dönemi çocuk etkinlikleri serimiz sanıyorum 15’i buldu.

İlçe İlçe Konya programımız ile dört büyük ilçemizin Belediye başkanlarını ağırlayarak ilçelerimizin kültür sanat tarih ve turizm zenginliklerini ve yapılan çalışmaları bizzat başkanlarımızdan dinledik. Bu etkinliğimiz de ilerleyen günlerde devam edecek. 

Ayrıca bu yıl, “Selçukya Okullarda” projemize başladık ve gençler ve çocuklarımızla birlikte okuduğumuz şiirlerle adeta bir şölen yaşıyoruz. İlk dönem dört güzel okulumuza konuk olduk ve Ramazan’dan sonra da devam edeceğiz.

Bütün bu güzelliklere geçtiğimiz yıl bir yenisini ekledik. Selçukya Kültür Sanat Derneği Yayınları kurduk ve halihazırda altı kitabımız yayınlandı, dört tanesi de hazırlık aşamasında.

Konya’da konu kitap olunca ilk akla gelen Rampalı Çarşıdır, biliyorsunuz. Biz de bir süredir orada bir mekân arıyorduk. Ramazan bereketi ile geldi. Selçukya Kültür Evi olarak düzenleyeceğimiz küçük bir mekânımız oldu. Bayramdan sonra açılışa herkesi bekliyoruz.

Şehrimizin kültür sanat faaliyetleri alanında çok önemli sorunları da var ama bu konuda Selçukya yaptığı etkinlikler ile söylemesi gerekeni söylüyor diye düşünüyorum.

Şunu da eklemeyim, konuya girişte bahsettiğimin tam aksine Selçukya, etkinlikleri ile tanınmış, kurumsallaşmış, üye ve gönüllüleri arasında bir aile ruhu oluşmuş, tabelası ise en son bunların üzerine takılmış bir dernek olarak farklı bir hikâyeye sahip ve başarısı da burada saklı. Biliyoruz ki sanat dünyada en kıymetli ve en zor üretilen şeylerden biri. Sanatını icra edemediği için insanlar ağlayacak hale geldiyse orada durup bir düşünmemiz lazım. Ben, bunun için şairlerin gözyaşı döktüğünü gördüm ve bunu unutmam mümkün değil. Bu yüzden “Selçukya şairlerin gözyaşı üzerine kurulmuş bir dernektir” diyorum ve hüznün en güzel taşıyıcısı şairlerin gözleri kurumadıkça devam edecektir diye inanıyorum.

Romanlarınızı biliyoruz ama şair yönünüzü bilmiyoruz. Şiir de yazıyor musunuz?

Roman yazmayı çok seviyorum ama çocukluğumdan beri şiirin müptelasıyım. Eskiden bir şairi sevince, divan ya da kitabı tamamen ezberlemeden bırakamazdım. Çünkü yanımda kitap olmadığı zamanlarda da o şiiri okumak isterdim. Hukuk eğitimim, iş hayatı bunu geriletti. Ama ne şanslıyım ki şimdi şairlerin kendi sesinden yeni yazılmış şiirler dinliyorum. Bu durumda hiç şiir yazmamak mümkün değil. Lisede yazıyordum. Bir şiir defterim vardı. Arşivimde bulunca ilk Selçukyalılar ile paylaşacağım. Çocukça şeylerdir muhakkak, belki birlikte güleriz şair dostlarla… Ama hiç unutmadığım bir şiirim var on üç yaşında Kilis’te yazmıştım. Mevlâna Hazretlerine hitaben, Sana Gelmek İstiyorum isimli üç dörtlük hece şiiri. Son dörtlük şöyle:

Ey Mevlâna sana gelsem,

Gelip dergâhına girsem,

Kırk yıl dağda çile çeksem,

Sende kalmak istiyorum.

Şiirin önemi nerede tahmin edersiniz. On üç yaşındayım Kilis’teyim, Konya ile hiçbir bağım ve plânım yok ama dönüp dolaşıp buraya geliyorum ve kalıyorum. Ne zaman Konya’dan şikâyetçi olsam hemen aklıma bu gelir ve “Hadi gelmek istedin, kalmak nedir, nereden aklına geldi?” diye kendime kızarım. Biraz da işin şakası tabii Konya’da yaşadığım için çok memnunum.

Düşündüm de kendimle ilgili merak ettiğim hiçbir şey yok. Bu kadar güzel soruları nerden buldunuz? Hepsi çok anlamlı ve güzeldi teşekkür ederim.

Kaynak: MUSTAFA GÜDEN