Gün aydınlığının gök kubbeyi şefkatli ışınları ile sarıp sarmaladığı bir güne başlamanın verdiği müşfik duygular ile güzel bir haftaya, hatta aya ve mevsime başlamıştı. Ayakta uyuduğunu bildiğimiz atların, yere yayışa yayışa uzandığı gibi bir yorgunluk hissediyordu zihninde… Aynı zamanda da etrafına tüm renkliliği ve deseniyle ihtişamını sunan bir tavus kuşu kadar geleceğe umut doluydu.

O gün okulda gördükleri ile hayatını tasvir etmek istercesine her şeyde bir anlam aramak için bakmıyor adeta görüyordu. Bir çocuğun anne ve babasını özlediği gibi, ertelediği ve uzaklaştığı hayallerinin arkasından katıla katıla ağlamak istiyordu. Ona onlarca laf anlatmaya çalışan umutlarının ne dediklerini umursamadan, üç maymunu oynayarak…

Bir kapı köşesinden geçen ve içerideki hareketliliğe kulak kabartan meraklı bir kedi gibi, ilerleyen zamanlardaki hayallerinin iç seslerini duymak istercesine kulak kabartarak birbirini izleyen günlerin getireceğini umduğu güzellikler için sabırsızlanıyordu.

Sevgiyi bedeninde hissediyordu. Ve hâlâ çiçeği, böceği, hayvanları, hatta bir eşyayı sevebildiği için kendini şanslı hissediyordu. Zaman menfaat ve çıkar için birbirini sever gibi gözüken yüzlerce insanla doluydu. Biri bize iyi davrandığında; “acaba neden yaptı bunu?” diye sorguladığımız şüpheci ve ön yargı yüklü beyinlerimiz, sebepsizce sunulan sevgiyi reddeder hale geldi.

AklıNa sosyal medyada okuduğum ufak bir yazı geldi. Yazıda şöyle anlatılıyordu;

“Lisedeyim. Bir arkadaşım bana saat hediye etti. Taktım ve eve gittim. Bahçemizde akrabalar vardı. Saat dikkatlerini çekti, ben de; “arkadaşımın hediyesi” dedim. Teyzelerden biri: “Nasıl arkadaşmış o, kimse kimseye durup dururken hediye almaz, bak bana alan var mı?” dedi. İnsanımızın sevgi anlayışıyla bilinçli olarak ilk o gün yüz yüze geldim. Pek çok insana göre, illa bir çıkar, bir menfaat, bir ilişki, bir neden olmalı birbirini sevmek için çünkü. Sonraları fark ettim, birini çok seviyorum diyorsun ve bunun karşılığında şunu soruyorlar: “Niye? Nesini seviyorsun?” Seviyorum yahu, o olduğu için, kalbim öyle dediği için…

Dikkat edin bizde iki kişi evlenir, birileri çıkar ve “eee zengin tabii, eee kız güzel, eee oğlanın kariyeri iyi…” der. Ve hemen bir anlam aramaya çalışırlar. Onlara göre iki kişinin birbirini gerçekten sevme ihtimalleri yoktur. Ben bahçeyi yaparken bir sürü insan, gelip geçerken “meyve ağacı dik” dedi. Meyvesiz ağaçlar için “ne yapacaksın onu?” yorumu yaptılar. “Amma çok çiçek dikmişsin, “onun yerine sebze bahçesi yap, yersiniz, kışlık koyarsın” dediler. Ve sırf meyvesi yok, yiyemiyorlar, doğrudan faydalanamıyorlar diye ağaçların kesildiğini çok gördüm. Yiyemiyor o ağacı, niye sevsinler? Çiçekleri yiyemiyor ya, ne yapsınlar güzelliğini?

Hayvan sevgisini “kurbanda keseriz” diye, doğa sevgisini “meyvesinden hoşaf yaparız” diye, evlat sevgisini “yaşlanınca bize bakar” diye, eş sevgisini “evde nefes olsun” diye yaşayan bir sürü insan var. Bunların hepsinden çok var ama sevgi yok sevgi…”

Hep sevgisizlikten oluyor bunlar… Tamamen düşüncelerine ve cümlelerine tercüme olan bu minik yazıyı hatırlarken tekrar her kelimesini tasdik etti.

Bu tür soru ve diyaloglar ile her birimiz sayısız kez muhatap olmuş, belki de bizler de böyle sorular yöneltmişizdir karşımızdakilere… Şöyle bir düşünüyorum da ne hale geldiğimizi (…) insan olmaktan utanıyorum.

Bir köpek, annesiz kedi yavrusunu emzirebiliyor. Bir inek, koyunla sürüde arkadaşlık edebiliyor. Ve hiçbirinin birbirine menfaati yokken bugüne kadar dostça, bir bakıma birbirini severek, fazlasını talep etmeden geçinip gittiklerini göz önünde bulundurursak, akıllı ve duyguları olan varlığın bu dünyada kim olduğunu sorgulamamak pekte mümkün değil…