1970 yıllarda Milli ve Manevi değerler ile donanmış gençliğin yetişmesinde, şiirleri ile yazıları ile konferansları ile etkili olmuş rahmetli Necip Fazıl Kısakürek, Gençliğe hitabe” adlı şiirinde güzel bir tespit yapmıştı, ” Marka Müslümanlığı.”

Üstat şiirinde şöyle diyordu:

“Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik..."Zaman bendedir ve mekân bana emanettir! " şuurunda bir gençlik.

Devlet ve milletinin büyük çaba ermiş yedi asırlık hayatında ilk iki buçuk asrını aşk, vecd, fetih ve hâkimiyetle süsleyici; üç asrını kaba softa ve ham yobaz elinde kenetleyici; son bir asrını, Allah’ın Kur’an’ında "belhüm adal" dediği hayvandan aşağı taklitçilere kaptırıcı; en son yarım asrını da işgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, Türkü madde plânında kurtardıktan sonra ruh plânında helâk edici tam dört devre bulunduğunu gören... Bu devirleri yükseltici aşk, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi... Beşinci devrenin kapısı önünde dimdik bekleyen bir gençlik...

Gökleri çökertecek ve yeni kurbağa diliyle bütün "dikeyleri”, "yatay" hale getirecek bir nida kopararak "mukaddes emaneti ne yaptınız? " diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik...

Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün davacısı bir gençlik...

Halka değil hakka inanan, meclisinin duvarında "hâkimiyet hakkındır" düsturuna hasret çeken, gerçek adaleti bu inanışta ve halis hürriyeti hakka kölelikte bulan bir gençlik...

Emekçiye "benim sana acıdığım ve yardımcı olduğum kadar sen kendine acıyamaz ve yardımcı olamazsın! Ama sen de, zulüm gördüğün iddiasıyla, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başıboş bırakılamazsın! ", kapitaliste ise "Allah buyruğunu ve resul ölçüsünü kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın! ", ihtarını edecek... Kökü ezelde ve dalı ebette bir sistemin aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrakine sahip bir gençlik...

Bir buçuk asırdır yanıp kavrulan, bunca keşfine ve oyuncağına rağmen buhranını yenemeyen ve kurtuluşunu arayan batı adamının bulamadığını, türkün de yine bir buçuk asırdır işte bu hasta batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını çözecek ve her sistem ve mezhep, ortada ne kadar hastalık varsa tedavisinin ve ne kadar cennet hayali varsa hakikatinin İslam’da olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna İslam âlemine ve bütün insanlığa numunelik teşkil edecek bir gençlik...

"Kim var! " diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert "ben varım! " cevabını verici, her ferdi "benim olmadığım yerde kimse yoktur! " duygusuna sahip bir dava ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik...

Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nispette strateji ve taktik sahibi bir gençlik...

Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifiri karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar gözü keskin bir gençlik...

Bugün, komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, çıkartma kâğıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, fuhş albümü gazetesi, şaşkına dönmüş ailesi ve daha nesi ve nesi, hâsılı, güya kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden silkip atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine, telkin ve terbiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, tek başına onlara karşı durabilecek ve çetinler çetini bu işin destanlık savaşını kazanabilecek bir gençlik...

Annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa gelmiş ve geçmiş bütün eski nesillerden hiç birini beğenmeyen, onlara "siz güneşi ceketinizin astarı içinde kaybetmiş “Marka Müslümanlarısınız! Gerçek Müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başımıza gelmezdi! " diyecek ve gerçek Müslümanlığın "ne düğünü ve nasılını gösterecek bir gençlik...

Tek cümleyle, Allah’ın, kâinatı yüzü suyu hürmetine yarattığı sevgilisinin âlemleri manto gibi bürüyen eteğine tutunacak, o'ndan başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak, barınak tanımayacak ve o'nun düşmanlarını ancak kubur farelerine denk muameleye lâyık görecek bir gençlik...

Bu gençliği karşımda görüyorum. Maya tutması için otuz küsur yıldır, devrim baz kodamanların viski çektiği kamıştan borularla ciğerimden kalemime kan çekerek yırtındığım, kıvrandığım ve zindanlarda çürüdüğüm bu gençlik karşısında uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allah’a hamt etme makamındayım. Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim, manevî babanın tabutunu musalla taşına, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymandır.

Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!
Ey kahpe rüzgâr, artık ne yandan esersen es! .

Allah'ın selâmı üzerine olsun! "

***

Üstat, bu şiiri elli yıl önce yazmıştı. Geçen süre içerisinde durumda pek değişiklik yok. Sadece tonlar değişti, nitelik azalırken nicelik çoğaldı.

Meydanlarda, sokaklarda, resmi dairede, okulda şurada burada görünürlük artı ama nitelik aynı oranda artmadı.

İnsanın sadece diliyle Müslüman olduğunu söylemesi tek başına yeterli değildir. Çünkü iman etmek, dil ile tasdik etmenin yanında Allah'ın dinini fiili olarak yaşamak ve yaşatmakla mümkün olur.

Din;  ahlakının yaşanması için çaba gösteren, gerektiğinde dinin menfaati için kendi çıkarlarından özveride bulunan, nefsinin bencil tutkularını yenen, başkalarının hatalarını bağışlayabilen, öfkesini tutup itidalli davranabilen, ihtiyaç içinde olsa bile başkaları için fedakârlıkta bulunabilen, malını Allah yolunda harcayan, sabreden, dinin yayılması için gece gündüz İslam'ı tebliğ eden,  Allah'ı çok anan, ibadetlerini titizlikle yerine getiren, herhangi bir haksızlıkla karşılaştığında itidalini kaybetmeyen, adaletli ve bunun gibi daha pek çok konuda çaba harcayan kimseler içindir.

Ebubekir Sofuoğlu hocanın tespiti ile “ezik muhafazakârlarımız”  var bizim. Hep başaklarından bir şey bekler. Kendisinin huzuru, keyfi kaçmasın, oturduğu yerden atar tutar. Ama eylemi hep başkasından bekler. Müslüman ezik olmaz/olamaz!  Ezik muhafazakâr diyoruz.

Çünkü Müslümanlık, sadece onun için bir markadan ibarettir. Atalarından kendisine varistir. Özünü bilmez, bilmeye de merak sarmaz. Fatiha süresini okur ama sırrına vakıf değildir.

Hep başkalarından umut bekler, başkalarının bir şeyler yapmasını bekler. Zaman zaman dini hassasiyetini göstermek için, atar, tutar, gürler. Âmâ iş icraata geldi mi “benim kalbim temiz “der işine geldiği gibi davranır.

Müslüman vakurdur, aşağılık duygusu onda yoktur. Müslüman kendisini ezik hissetmez, kendisine güvenir ama muhatabına saygılı, merhametli, fedakâr, güler yüzlüdür.

Etrafınıza bir bakın “Ramazanda Müslüman, Şevvalde demokrat “ yüzlerce marka Müslümanı ile karşılaşacaksınız. Yoksa ben mi fazla abartıyorum.

Geleceğimiz teminatı gençler; kurtuluşu şunda bunda, “uydurulmuş dinde değil, indirilmiş dinde” arayın. Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. İnanın çok mutlu ve özgür olacaksınız.

Bizlerin gençlik yıllarında yaptığı hataları sizler yapmayın. Çünkü ömür su gibi akıp gidiyor. Zaman geriye gelmiyor.

Vekiliniz Allah, Rehberiniz Kur’an, Önderiniz Efendimiz (S.A.V) olsun. Allaha emanet olunuz.  

Baki selamlar.