Türkiye'yi batıyla entegre etmeye çalışan bir grup var; jöntürkler.

1830'dan itibaren Türkiye'yi batı kafasıyla dizayn etmeye çalışan ve hedeflerine ulaşmak için isyanları, savaşları, darbeleri göze alan, yabancı ülkelerle işbirliği yapmaktan çekinmeyen hain bir grup var; Jöntürkler…

Tarihte Jöntürk ismi Fransızlar tarafından veriliyor ve meşrutiyetçi, muhalif gençler olarak tanımlanıyorlar. 

Ülkenin gelişmesine katkı sunmaları için Avrupa’ya eğitime giden ancak kişilik ve benliklerini satarak kendi ülkelerine muhalif olmayı tercih eden zihin yapısı günümüzde de mevcut…

Avrupa sevdalısı, Amerika hayranı, İsrail sempatizanı, İngiltere uşağı kafalar, Osmanlı’dan günümüze acıların kaynağı olmuştur. 

Sultan Abdülaziz’in katledilişinden II. Abdülhamit’in Kızıl Sultan ilan edilmesine, mütareke döneminde İngiliz, Amerikan mandası istenmesinden darbelere, suikastlara ve terör olaylarına kadar olayların içinde Jöntürklerin hainliği eksik olmamıştır… 

İşte Sultan Abdülhamit, hainlerin şer yuvası haline gelmiş meclislerini kapattığı, İsrail’e toprak vermediği için Kızıl Sultan ilan edilmiştir. 

Ama hainler hainliklerini devam ettirmiş, Namık Kemal, Ahmet Rıza, Ali Şefkati, Abdullah Cevdet, Tevfik Fikret gibi şahsiyetsizler gazetelerini Fransa’ya, Belçika’ya, İsviçre’ye İngiltere’ye, Cenevre’ye taşıyarak Osmanlı aleyhine yazılar yazmışlar ve Osmanlı için de kargaşalık çıkarmayı hedeflemişlerdir…

Nitekim 1907’deki II. Jöntürk Kongresi hainliğin daniskasıdır.

İkinci Meşrutiyet'in ilanından hemen önce, Paris'te gerçekleşen kongrede bütün Osmanlılar için eşitlik ve özgürlük temeline dayalı bir parlamento kurmak için bir dizi eylem yapma kararı alındı. 

Kongreye Doğu Anadolu’da Müslümanlara yönelik katliam yapan Taşnaksutyun terör çetesi de katıldı. 

20 oturum süren kongre sonunda üç noktada anlaşma sağlandı: 

Padişahı tahttan feragate zorlamak, 

Osmanlılar için eşitlik ve özgürlük temeline dayalı bir parlamento kurmak, 

Bu amaçlara ulaşıcı yol ve politikaları tespit için sürekli bir komite kurmak. Genel ayaklanma, silahlı ve silahsız direnme eylemleri, vergi ödememe, ordu içinde örgütlenme gibi eylemler yapmak…

***

1907’den 2017’ye ne değişti? 

Anadolu’ya sıkıştık ama hainlikler bitmedi!

Cumhuriyet döneminin Jöntürkleri her daim hainliklerini gösterdi ve gösteriyor. 

Türkiye’nin milli hedefleri baltalanmaya çalışılıyor, stratejileri sabotaja uğratılıyor, Paris’te, Berlin’de, Washington’da, Londra’da… Türkiye şikayet ediliyor, müdahale edilmesi isteniyor…   

Türkiye’de ne zaman istedikleri gibi at koşturamadıklarını anladıkları gün, iktidarı medyayla, orduyla indiremedikleri gün, siyasete yön veremedikleri gün, “Yetiş Avrupa…” diye çırpınıyorlar. 

Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ)’nün 15 Temmuz darbe girişiminde bu hainliği hep birlikte yaşadık. 

Darbe sonrası Avrupa’nın sessizliğini hep birlikte gördük. 

Hain gazetecilere, FETÖcü şahsiyetsizlere nasıl kucak açtıklarını gördük. 

15 Temmuz sonrası sıkıyönetim ilan edilmesi gerekirken OHAL’i eleştiren sözde gazetecileri, siyasileri gördük…

Terör örgütleri PKK, YPG, DAEŞ, IŞİD yok olmaya başladığında “Türkiye Kürtlere baskı yapıyor” diyen sözde siyasetçileri, gazetecileri gördük…

Fırat Kalkanı Operasyonu başladığında, “Suriye’de ne işimiz var?” diyen sözde gazetecileri, siyasileri gördük…

1960’da, 1980’de, 1997’de beslendikleri darbecileri övenler, bugün beslenme damarları kesilmeye başladığı için gayri milli bir duruşla Türkiye’nin diriliş mücadelesine köstek olmanın, Türkiye’yi Avrupa’ya şikayet etmenin yarışı içindeler… 

***

Bu millet düşmanlarından ne çektiyse bin mislisini hainlerden çekmiştir. 

O yüzden Türkiye’nin var olma kavgasında ayak bağı olacak kişilerle, haince söylemlerle uğraşacak zamanı yoktur. 

İdeolojik kavgayı çoktan aşmış bulunmaktayız, içinde bulunduğumuz vaziyet; Vatan Müdafaasıdır. 

Türkiye etrafındaki ateş çemberini düşmanlarının başına geçirmeye çalışırken yeni Ali Kemallere, Refi Cevat Ulunay’lara tahammülümüz 15 Temmuz’dan sonra kalmamıştır. 

Milli Mücadele yıllarında, “Anadolu harekâtını tutan zehirli mahlukların kafaları ezilmelidir” diyen Ulunay, gibi “Fırat Kalkanı Harekatı yanlıştır, Suriye’yle ABD, İngiltere ilgilenmeli… Güneydoğu Kürtlere verilsin…  Kıbrıs’ta AB’yi dinlemeliyiz…”   ifadeleri arasında çok bir fark yoktur. 

Zihin altında yatan tek bir gerçeklik vardır; hainliktir. 

O bakımdan Türk Gazeteciliği milli bir yapıya bürünmelidir. Bu demek değildir ki iktidarla kol kola girelim! Lakin vatan müdafaasının eleştirisi olmaz, yemek yenilen kapa pislenmez… Hiç kimsede kendi evinde kendine sövdürmez!

Türk Milleti’nin de artık gayri milli duruş gösteren sözde gazetecilerle, vatansever gazetecileri ayırma vakti gelmiştir. 

Yapılması gereken bellidir. 

Nasıl ki Milli Mücadele yıllarında İstanbul Üniversitesi öğrencileri , “Üzülmeyin efendiler, tersine memnun olun. Çünkü Yunanlılar bizim lehimize çalışıyor. Memleketi milliyetçi denilen haydutlardan, serserilerden temizliyorlar!” diyen hocaları Cenap Şahabettin’i kürsüden, “Lanet olsuuuuun!" diye indirdiyse aynı şekilde Batı’nın tetikçi kalemlerine, “Artık yeter!” demelidir… 

“Biz aciziz, güçsüzüz, Avrupa’ya, Amerika’ya muhtacız, Batı’dan uzaklaşırsak Rusya bizi işgal eder, savunmasız kalırız…” diyerek yıllarca Türkiye’yi hep geriye götüren sözde aydın gazeteciler, duayen gazeteciler, satılmış kalemler, Yeniden Büyük Türkiye fikrini öldürmenin gayreti içinde. 

Fakat bu sefer hesap tutmayacak… İstiklal ve milli duygulara yabancı ve saldırgan kafaların yazdıkları beyhude bir çaba olacak kalacaktır. 

Çünkü artık karşılarında milli mücadele yıllarında olduğu gibi inanmış bir millet var ve inanmış bir milletin karşısında hiçbir güç duramaz. 

Var olma kavgasını kazanan yine “hilal” olacaktır, kaybedenler ise her zaman olduğu gibi “Haç” ve satılmış kalemleri, tetikçileri Ali Kemal’ler olacaktır…  

Onun için akıllı değil, milli olmakta fayda var!