İçimde bir yağmur havası… Akabinde gelen toprak kokusu ile bütünleşen… Güneş ışınlarını perdelemiş bulutlar… Ara ara gelip geçen arabaların gürültüsü hariç her yer tenha, sessiz, kimsesiz… Herkes bir çatı altına gizlenmiş, kapalı kapılar ardında zamana esir etmiş anılarını…
Zaman, kaybolma zamanı sanırım… İçimde bir inkisâr-ı hayâl… Yaşıyor muyum, yoksa bir rüya mı bu dünya? Yaşıyorsak vay halimize, rüya ise uyandırsın biri beni bu kabustan!..
Üç maymunu oynayarak yaşamaya ne de çok alıştık. Olanları görmemezlikten geliyor, söylenenlere sağır oluyoruz. Ve ne gariptir ki her şeyi bilen insanoğlunun bazı şeyleri ilk defa yaşıyor gibi davranması...
Ne çabuk alışmaya başladık olanlara… Hayıflanma, üzülme, utanma, çözüm üretme duygularımız git gide köreliyor. Kötü şeyler dahi olağan bir durummuş gibi geliyor bizlere… En acısı da yavaş yavaş merhamet duygumuzun yok oluyor olması… Acınacak duruma geldik de acıyanımız kalmadı.
Küçük İskender’in de dediği gibi: “Ne garip dünya azizim; aklımdasın diyen balıklar, ömrümsün diyen kelebekler gördüm.”
Biz insanoğlu… Yeryüzüne halife olarak indirilmiş, rahmet, merhamet dinini savunanlar… Daha ne zamana kadar insanlığımızım yüzünün kızarmasına aldırış etmeden, hiçbir şey yok gibi yaşamaya devam edeceğiz acaba?..
Kendi ırkımızın yeterince canını acıtıyoruz hiç utanmadan; şimdi ise ağzı olup, dili olmayan hayvanlara kötülüğümüzü bulaştırıyoruz. Allah’ın meleklerine secde ettirdiği mahlûklar olarak, o günahsız ruhaniyetlerden çekinme zamanımız gelmedi mi?
Yalnız değiliz! Yaratıldığımızdan beri sağımızda ve solumuzda yoldaşlarımız, her yerde gözü kulağı olan bir yaratanımız var. Sanıyor musunuz ki kapılar ardında yapılanlar gizlidir. Bu yatılı hayatı ciddiye almaya başladığımızdan beri; ne yazık ki güzel meziyetlerden sıyrılıp, kötülüğe bürünen bir iskelet parçası olduk.
Ne oldu bize, bu neyin tutulması? Yüreğim daha fazla susmaya dayanamaz oldu. Bir yanardağ lavlarını içime akıtırken ne kadar su dökersem dökeyim onu da kaynatıp can veren damarlarımın içine saldı.
Milletler yakılıp yıkılıyor, kadınlar ve çocuklar zulüm görüyor. Şimdiler de ise hiç zararı olmayan; sessiz, aramızda yaşamaya çalışan, bizim verdiğimiz bir kap suya ihtiyaçları olan hayvanlar işkence görüyor. Bu kadar mı aşağılık bir duruma düştük? Neyi alıp veremiyoruz? Gücümüz hep zayıf ve kimsesizlere yetiyor değil mi?
Evet, çok soru soruyorum. Çünkü hiçbirine mantıklı bir cevap bulamıyorum. Birbiri ardına gelen kötü haberlerden ve git gide iğrençleşen insanlıktan hayâ ediyorum. Yorgunluğu ve acıyı iliklerime kadar hissediyorum.
Bir tek kelimelerim var bu zulme dur diyebileceğim, onu da kendime hâkim olarak telaffuz etmeye çalışıyorum.
Ey ümmet-i Muhammed; bu tamlamaya uygun bir insanlık yaşama zamanı gelmedi mi sizce de?
Geçici bir zaman diliminde yaşıyor olsak da, gelecek nesillere iyi bir dünya ve güzel anılar bırakmalıyız. Merhametli çocuklar yetiştirmek ise anne ve babaların üzerine vazife… Uzun uzadıya, açık açık anlatmaya gerek yok sanırım. Hangi konudan rahatsız olduğumuz belli… Sürç-i lisan ettiysem af ola… Herkesin yaşama hakkının gözetildiği bir dünya diliyorum.