Konya’dan Şam’a hicret eden sonrasında da Medine-i Münevvere’de yaşamaya başlayan Kaşıkçı Ali Rıza Efendi, Konya'da zengin olmasına rağmen, malı mülkü terk etmiş iman zenginliği ile hicret etmiş, hicretin ateşten gömleğini giymişti. Medine-i Münevvere’de yaşadığı elli yıl içinde kimseye yük olmamış; kaşık yapmakla geçinmiş; bir sene çalışarak yaptığı kaşıkları Hac mevsiminde satarak maişetini temin etmişti.

KAŞIKÇI ALİ RIZA EFENDİ

1300 hicri, 1883 milâdî yılında, Konya'nın Hadim ilçesine bağlı Alata köyünde doğdu. Babası Abdülkerim Efendidir. Annesi Fatma Hanım'dır.

Kaşıkçı Ali Rıza Efendi kö­yünde (Alata’da) Sıbyan Mektebi'ne gitti, Kurra Mustafa Efendi'den Kur'an-ı Kerim ve Temel Dini Bilgileri öğrendi.

Hadim'de bir müddet Arapça ve İslâm ilimlerine ait ders okuduktan sonra 18 yaşında Konya'ya geldi. O devirde Konya'nın meşhur ule­masından merhum Yalvaçlı Ömer Efendi’nin derslerine devam ederek icazet aldı. 

Kaşıkçılık Mesleği

Tahsiline devam ederken köyde kaşık tahta ya­pan Seydi­şehir’de Seyyid Harun türbedarı Mudanya’lı Hacı Abdullah Efendi’den kaşıkçılık sanatını öğrendi. İkmal-i tahsil ettikten sonra da bu sanatla iştigal etmiş, haya­tını kazanmış, çoluk çocuğunun rızkını da bu yolda sağlamış­tır.

Ali Rıza Efendi kaşıkçılık sanatını nasıl öğrendiklerini ve talebeliğinde ilk cerre çıkışını şöyle anlatırlardı:  “Zamanımızda talebe-i ulûm, yaz tatillerinde civar kasaba ve köylere cerre çıkarlardı, hem köylüye va'z ve nasihatte bulunurlar, onların dinî bilgilerinin artmasına yardımcı olurlar, hem de maddî ve manevî istifade ederlerdi. Ben o zaman henüz kaşık yapma sanatını öğrenmemiştim, bazı maddi sıkıntılarım oluyordu. Ben de talebe arkadaşlar gibi bir hayvan alarak civar köylere cerre çıktım. Öteden beri memleketimizde yetişen ulemanın hemen hemen ekserisi hep böyle yetişmişler ve birçok mahrumiyetler içinde tahsillerini tamamlayabilmişlerdir. İlk gün bir iki köy dolaştım, fakat bu iş bana çok ağır, geldi, hayli sıkıldım. Beni bundan kurtarması için Allah'a dua ettim. O geceyi, o köylerden birinde geçirmiştim. Rüyamda Hazret-i Peygamber (s.a.s.) efendimizi gördüm: “Bir seneye kadar sen bundan kurtulacaksın” buyurdular ve bana müjde verdiler, uyandım; sabah namazının vak­ti olmuş, kalbimde tarif edemeyeceğim bir sevinç vardı. Hem Peygamberi rüyada görmenin şerefi, hem de verdikleri müjdenin sevinci. Fakat bu nasıl olacaktı ve bu kurtuluş nasıl ta­hakkuk edecekti; kestiremiyordum. O yıl derslere yine başladık, yine yaz geldi, tatil oldu, ta­lebe dağıldı. Bu defa ben, daha önce yaptığım gibi bir tarafa cerre çıkmadım, doğru köyüme döndüm. Köyümüz ormanlık, ağacı bol, havası suyu güzel bir köydü. O sene köyümüze, tahta kaşık yapan bir usta geldi; kaşık yapıyor, köylülere satıyor, para kazanıyordu. Bana, kaşık yapma sanatını öğretme­sini kendisinden rica ettim, kabul etti, kısa bir müddet sonra kaşık yapmasını öğrendim, ustamdan daha seri ve daha iyi kaşık yapar oldum.  Dersler başlayıp da Konya'ya döndüğüm zaman kaşığın boyamasını da öğrendim. Bir taraftan tahsili­me devam ediyor, bir taraftan da bu sanat vasıtasıyla ihtiyacımı temin ediyor, rızkımı kazanıyordum.”

İlim tahsilini tamamladıktan sonra Alata'ya dönen Ali Rıza Efendi köyünden Kör Hafız, Küçük Ahmet, Çalık Hasan, Yusuf Efendi ve Büyük Veli gibi pek çok gence Kur'an-ı Kerim hafızlık çalışması yaptırmıştır. Bunun yanında köyümüzde bulunan kadın erkek herkes bir şekilde onun halka-i tedrisinden, ilminden ya da irfanından ve feyzinden nasiplendi.

Evliliği ve Çocukları

Ali Rıza Efendi Konya'da evlendi; 4 erkek ve bir kızı oldu. Çocukları; Abdullah Efendi (Hattat), Mustafa Runyun (eski milletvekili), İbrahim, Ahmed Muhtar ve kızı Nesibe Hanım (Avşar kasabasında)'dır

İmamlık

Kaşıkçı Ali Rıza Efendi uzun yıllar Konya'nın Ahmed Dede mahallesinde imam ve hatiplik etti.

Şeyhi

20 yaşında tahsilde iken Seydi­şe­hirli Bostanzade adında bir Nakşî şeyhinin müridi oldu. Kırk yaşında çıktığı İstanbul yolculuğunda Şeyh Es’ad Erbili ile karşılaşıp ona bağlandı. Seyr-u sülukunu Şeyh Esad Erbili’den tamamladı. Ali Rıza Efendi Şeyh Esad Erbilli’nin Konya halifelerindendi. Tasavvufi irşad faaliyetlerine başlayan Ali Rıza Efendi Konya’yla birlikte Köyü olan Alata ve civarda bulunan Çetmi, Bolay, Avşar, Aladağ köyleri ve Başyayla başta olmak üzere Ermenek civarında müritler edindi.  Ali Ulvi Kurucu merhum Menemen olayından önce Konya bulunan Kaşıkçı Ali Rıza Efendi’nin de aralarında bulunduğu Kelami Dergâhı Şeyhi Esad Erbili bağlılarını şöyle anlatır: “Mevlit­lerde ve sohbetlerde Kelâmı Dergâhı Şeyhi Şeyh Esad Efendi'ye mensup olan kimselerde bir cezbe hâli görülürdü. Cami­lerde ve meclislerde, cezbeye gelip "Allah" diye feryat edenler çok olurdu. Esad Efendi’ye bağlı kimselerde bir vecd ve aşk hâli görülüyordu. Zikir meclisleri yapılıyordu. O günlerde Konya'da meşhur olan Zekai Efendi ve Sivaslı Derviş Ahmet’le beraber çok güzel mevlid ve kaside okuyan Ka­ramanlı Mevlid Efendi diye bir de hafız vardı. O günlerde Kon­ya'da askerliğini yapıyordu. Kaşıkçı Ali Rıza Efendi'den dersli idi. Hafız Mevlid, Şeyh Esad Efendi'ye ait kasideleri okurken, her mecliste feryatlar, figanlar, ağlamalar olurdu. Bilhassa, Esad Efendi'nin:

“Gönül nûr-ı cemâlinden habîbim bir ziyâ ister

Gözüm hâk-i rehinden ey tabîbim tûtiyâ ister

Safâ-yı sîneme zulmet veren jeng-i günâhımdır

Aman ey kân-ı ihsân zulmet-i kalbim cilâ ister”

Bütün şiir dilek, tazarru, yakarış... İster, ister, ister... derken hazirun feryâd ü figân eylerlerdi. Bu meclislerde, "Aman yahu sesler sokaktan duyuluyor, ge­len geçen duymasın!" diye kapılar, pencereler örtülürdü. Kaşıkçı Ali Rıza Efendi âşık, şâir bir zât idi. Yi­ne dervişlerden olan Karamanlı Mevlid Efendi'nin kasidelerine dayanamazdı.

- Kuzum Mevlid Efendi, Şeyh Efendi'nin “Ateş kasidesini” bir okusan, der, kaside okunurken kendinden geçerdi.

Böyle bir an­da Ali Rıza Efendi'nin gömleğini yırttığını bilirim. Gömleğini yırttı, sarık başından düştü... Meclisteki cemaat, kasideyi hıçkı­rıklarla dinlediler. Kaside meşhurdur. Hele bir beyiti vardır ki, edebiyatımızın şaheserlerinden sayılır:

“Ne mümkün bunca âteşle şehîd-i aşkı gasletmek

Ceset âteş, kefen âteş, hem âb-ı hoş-güvâr âteş”

O günlerde Esadîlerde böyle bir aşk, heyecan ve vecd hâli vardı. Çok geçmedi. Menemen Hâdisesi diye bir vak'a zuhur etti. Ali Rıza Efendi, İsmail Efendi, Ağrıslı Tevfik Efendi gibi Kon­ya'da bilinen, sevilen birçok kimse tevkif edildiler.

Halifeliği 

Ali Rıza Efendi'nin Şeyh Esad Efendi nezdinde, büyük de­ğeri ve itibarı vardı. Konya'daki dervişlerine adeta bir tamim halinde şöyle söylediği biliniyordu:

-Ali Rıza Efendi, benim halifelerimden biri olmakla birlikte Cenab-ı Hakk'ın mahbub-i hassıdır. Binaenaleyh onu gücendiren, sade benim gönlümü kırmakla kalmaz, Allahu azimüşşanı gücendirir..."

“Mahbub-i hassıdır" sözleri, bizzat Şeyh Esad Efendi'ye ait-Bunu Ali Rıza Efendi'den de birkaç kere duymuştum. Şöyle derdi

- Şeyh Efendi hazretlerinin fakire böyle bir iltifatı vardır. Ben adam olamadım o başka..."

Hapis 

Kaşıkçı Ali Rıza Efendi Hoca, Menemen hâdisesinden sonra tevkif edilmiş, birkaç ay hapiste yatmıştı. Sebep, Şeyh Esad Efendi’nin halifesi olmasıydı. Bazı kimselere, kimden tarikat dersi aldıkları sorulunca,

-Ali Rıza Hocaefendi'den, diye cevap vermişler. Bu yüzden tevkil olunmuştu.

Ali Rıza Efendi’de da "neşr-i tevhid" yüzünden zindana atıldığını; bu atılışı "sonsuz hamd" ile karşıladığını Konya'da yediği bu cezanın "yevm-i Ceza"da kendisini kurtaracağını ümid ederek şöyle demektedir:

        Cürmümüz, Hakk’ın yolunda neşr-i tevhîd eyledik,

“Hak resülüdür Muhammed, rabbimiz Allah” dedik,

Pes bunun için haps olunduk canı kurban eyledik,

Nakşibendî Halidi’yiz, Es'adi’yiz Es'adi.

Yine o bir şiirinde şöyle demektedir:

“Rıza-i şerifini kazanmaklık için ben,

Zikrini senin kullara ilân olageldim.

Zikrini verüb Konya'da mahbuse katıldım,

Andan kaçarak şehrine iskân olageldim.”

Bir başka şiirinde;

Huzura vardığım günde hesap etme, azap etme,

Senin zikrini neşrettim, mahkemede soruldum ben.

Kiraren, şol muhakemede soruldum inceden inceye,

Senin zikrin verip, şol Konya şehrinde, tutuldum ben.

Şam'a Hicret 

1934 yılında Kaşıkçı Ali Rıza Efendi oğlu Mustafa ile birlikte bir yolunu bulup hacca gitmiş; ertesi sene, bütün ailesini alarak önce Şam'da bir sene oturduktan sonra Medine-i Münevve’ye gelip yerleşmişlerdi. Burada Şam uleması tarafından büyük hüsnü kabul görür. Konya'da zengin olmasına rağmen, malı mülkü terk etmiş iman zenginliği ile hicret etmiş, hicretin ateşten gömleğini giymişti. Medine-i Münevvere’de yaşadığı elli yıl içinde kimseye yük olmamış; kaşık yapmakla geçinmiş; bir sene çalışarak yaptığı kaşıkları Hac mevsiminde satarak maişetini temin etmişti. Sabah na mazında sonra evine gelir, evin avlusunda keserle kaşık yapardı... Yunus Emre ve Kuddusî tarzında, ilâhî aşk şiirleri yazardı Basılmış iki divanı vardır. Kaşık yaparken yanında ağaçların, yongaların, talaşların arasında daima kalem kâğıt bulundurur, ilham geldiği zaman şiirlerini kayda geçirirdi.

Medine Günleri

Kaşıkçı Ali Rıza Efendi Medine’ye hicreti ve oradaki günlerini şöyle anlatır:

“Vaktaki Medine-i Münevvere’ye hic­ret etme arzu ve iştiyakı bende uyandı, yine bu sanat vasıtasıyla orada da geçinebilirim, diyordum, Allah'a mütevekkil olup yola düştüm. Ümit ettiğim gibi de oldu. Medine'de de ka­şık yapacak ağaç buldum. Boş zamanlarımda, dinlenme saat­lerimde mütalâa ve eser yazmakla meşgul oldum. Hac mevsimleri gelince, yaptığım kaşıkları, hacca gelen­lere «Medine yadigârı» diye sattım. Hacılar, Medine'de yeti­şen bir ağaçtan yapılmış bu kaşıkları, Medine mamulü diye seve seve alıyorlar, memleketlerine hediye götürüyorlardı. Cenab-ı Hakk’a hesapsız hamd-u senalar olsun, burada da kaşık benim için bir medar-ı maişet oldu, geçindim gittim, kimseye muhtaç olmadım. Yıllarca önce gördüğüm rüya ve tebşirat-ı Peygamberi, Medine-i Münevvere'de de tahakkuk etti.”

Ali Ulvi Kurucu hatıralarında şöyle anlatır: “Senelerce Ali Rıza Hoca efendi ile birlikte haccettik. O celal­li insan, fakiri kafile reisi tayin ederdi. Kendisine: "Efendim şu menzilde inelim, konaklayalım mı; yoksa ikinci menzile mi gidelim? diye soracak olursam, "Yahu evlâdım, Resûl-i Ekrem Efendimiz, üç kimse yola çıkarsa, içlerinden birisini emir tayin etsinler, buyurmuşlar. Bu emir, bu gibi tereddütleri, itirazları kesmek, cemaati rahat ettirmek içindir. Sen nereyi münasip görürsen bizi oraya indir. Sen bizi bir çöle atacak değilsin ya! Mutlaka bir suyun başına göndereceksin Allah'ın kulu... Bir daha bana sorma yavrum..." derdi.

Ali Ulvi Kurucu hatıralarında şöyle anlatır:

“Ali Rıza Efendi’nin son zamanlarında, hastalanmasından on gün kadar önceydi. Adanalı Hafız Hüseyin diye Medine-i Mü­nevvere mücavirlerinden bir arkadaşımızın evinde gece sohbeti vardı. Yemekten sonra sofra duasını Ali Rıza Hocaefendi yaptı: “Elhamdü lillâhil-lezî etamenâ ve sakana ve ervânâ ve ceale le-hümâ mahrece...” Bu duayı okudu. Ağzımdan bir kelime çıkmadı, dilimle bir şey söylemedim, Havatır olarak gönlümde şöyle bir itiraz belir­di: Mübarek Hoca Efendi, sofra başında bu kelimeyi niye kullan­dı acaba? "Allah'a hamd olsun. Yediğimiz içtiğimiz şeylere çı­kacak mahreçler, çıkış yolları da halk etti” demenin yeri miydi?” Allahım şahiddir. Sadece gönlümden geçti, havatır olarak... Sen misin bunu söyleyen! O sabah namazında, Harem-i Şerifte sol tarafıma bir sancı saplandı. Böbrek sancısı, idrara çıkamıyo­rum; kum varmış, tıkamış... Biraderi çağırdık, tabip getirdi... Şıh Emcedü'z-Zehavî ve Celâl Hoca'nın evinde kaldıkları Doktor Halilürrahman Bey gel­di. Koskoca bir semaver çay yaptırdı: “Kum böbrekten ayrılmış, indirmek lâzım. Bu çayı içecek, merdiveni inip çıkacaksın, inip çıkacaksın! Bu kumu düşürmek lâzım... Öğleye kadar, çayları içtim, merdiveni çıktım indim. Sancı, ızdırap devam etti... Dedim: "Ya Rabbi, dilimle söylemedim, gönlümden geçti. Allahım, yediğimiz içtiğimiz şeyler için mahreç yarattığın için hamd ol­sun. Bu nimetlerine de şükürler olsun. Aman ya Rabbi, ne mühimmiş bu idrar yolları... Rahat rahat, düşünmeden yeriz içeriz. Eğer her abdeste, idrara çıkmak böyle olsaydı, hayatın ne tadı kalırdı! İnsan canından beziyor...

VEFATI 

Kaşıkçı Ali Rıza Efendi’nin 29 Şevval 1388 - 18 Ocak 1969 tarihinde Medine’de Hakk’ın rahmetine kavuştu. Cennetü'l-Baki kabristanına defin edildi. 1967 yılında Kaşıkçı Ali Rıza Efendi halifelerinden Mustafa Ulu (1902-2000) hocaya bir mektup göndererek “Benim ömrüm yaklaştı, ben vefat edince (Ramazanoğlu Mahmud) Sami Efendi'ye iltihak edin” dedikten bir yıl sonra yazdığı mektupta, “Allah benim yerimi boş bırakmayacak, benim yerime sen geçeceksin” buyurunca. Kaşıkçı Ali Rıza Efendi vefatından sonra Mustafa Ulu irşat faaliyetlerini sürdürmüştür. Ayrıca Ermenek civarında bir başka halifesi irşad faaliyetlerini sürdürmüştür.

AHLAKI

 Merhum Ali Rıza Efendi, sureten güzel, heybetli bir zattı. Bu cemaliyle beraber, ahlâkı da kemal halindeydi Şairane kal ve haliyle birlikte, ciddi, boş sözü sevmeyen, celâl sahibi bir zam... Gül renkli simasına, gözlerini kapatacak kadar gür olan kaşları, heybet hissi verirdi. Ali Rıza Efendi âşık ve cezbeli bir zat idi. Meclislerde Kuran-ı Kerim yahud kasideler okunurken ağlar, cezbelenirdi. Bulunduğu meclisleri, aşk, vecd ve cezbe hâline getiren, samimi bir kimseydi. Medine-i Münevvere’ye gelince, ellibeş yaşından sonra hafız oldu. O derecede ki, hatim ile teravih kıldıracak kadar hıfzı­nı ilerletmişti. Ali Rıza Efendi’nin Ravza’da ve Ravza’ya gelip giderken, devamlı Kur’an okuduğu ve sık sık hatim indiği söylenir. Meclislerde okunan aşr-ı şeriflerin ve okunacak kasidelerin manalarına çok dikkat eder; makama münasip olanların okunmasını ister; böyle yapanlara: “Ne güzel yaptınız, Allah razı olsun” derdi. Ömrünün her anını zikirle, fikirle geçiren bir zat idî. Yurtdışına çıktıktan sonra ara sıra Alata’ya ge­lir köyünde çeşitli sohbetlerde bulunurdu.

ESERLERİ 

İmdâdü'l-Mü'minîn Akâ'idi'l-Müslimîn,  

Necâtü 'l-Mü 'minin Min Ehâdîsi'l-Erbain,

ilticaname-i Rızaiyye,

Gülzar-ı Medi­ne,

Rahmet Damla­ları,

Dîvân-ı Rızâ-Necâti Yevmi'l-Haşri Ve'l-Cezâ.

Ahmet ÇELİK

Editör: TE Bilişim