Bu hafta Mirac kandili münasebetiyle “Geleneksel Seni Anma Geceleri” isimli kitabımda yer alan yazımı paylaşmak istiyorum.    

Günlerden Recep ayının yirmi yedinci gecesi.
Sevenin(c.c.) Sevdiğine(s.a.v.), sevgisini haberdar etmesinden bu yana geçen yaklaşık bir buçuk yıl. Özlemle hazırlanan yüreğin, sevdiğine kavuşma vakti. Gece ve gizemli bir buluşma. Tarihin şahit olduğu geceye yakışan gizemli bir buluşma. İlk buluşma.                      
Peygamberimiz(s.a.v.)'in hangi duygularla gittiğini bilemiyoruz ve bilemeyiz de. Mirac'a çıkarken neler gördüğünü, yaşadığı olayları paylaşan Nebi(s.a.v.), neler hissettiğini, hangi duyguları yaşadığını anlatmamış. Hani 'anlatılmaz yaşanır' dediğimiz türden olsa gerek bu buluşma. Buluşma büyük, özlem büyük, yürek büyük ve kavuşma büyük. Nasıl anlatılabilsin ki? Hangi dille hangi kelimelerle ifade edilebilsin ki?      
Bir gizemli gece başladı Yüreğinin(s.a.v.) özlemini dindiren. Sevgililerin buluştuğu bir sıcak gece! Her şeyi bir kenara bırakıp Yüce Divana varmak, Yüce Divan'da Sevgili'den gayrı bir şey düşünmemek yüreğin ne kadar büyük ve muazzam olduğunun en büyük göstergesidir sanırım. Hani bizler her şeyi bilmek isteriz ya. Her şey konusundaki merakımız, her şeyden daha bir önem taşır ya bizler için. Bilmenin bile külfeti oluyor. Doktorsanız bildiğiniz bilginin külfeti, omuzlarınıza can olarak oturuveriyor hemen. Avukatsanız omuzlarınızdaki yük adalete dönüşüveriyor. Ya Peygamberseniz? Ya Allah Teâlâ'nın sırlarından izin verdiği ölçüde bilmek nimetine mazhar olduysanız?
Hani Sevgililer Sevgilisi(s.a.v.) buyuruyor ya: 'Benim bildiklerimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız'.Yüce Resul(s.a.v.) peygamberlik nimetinin yanında peygamberlik sorumluluğunun ağır yükünü de kaldırmak zorunda. Peygamber(a.s.)'in şüphesiz bildikleri bizim bildiklerimizden çok çok fazla. Bilginin en büyük sorumluluğunu da gene yüreği en büyük Peygamberimiz(s.a.v.) almıştır.
Gece mekânı süslümüydü bilinmez ama yüreğin sevinç ve sevgiyle süslendiğini tasavvur etmek zor olmasa gerek. İki sevgilinin buluşması da süslenen en büyük mekânda yürek değimlidir zaten? Biz insanlar süslenmeyi çok severiz ya. Her yerimizi süsleriz de sevdiklerimizle buluşurken, yüreğimizi süslemeyi unutuveririz. Bunun sonucu olarak da ya kırılırız hemen ya da kırarız gönlü. Boşa giden pek bir şey olmaz; çünkü süslenmesi için zaten vakit ayırmadık, özel bir çaba da göstermedik.
Gönül neyle süslenir? Ya da gönlümüzün süslü olduğu nasıl anlaşılır?
Gönlümüzü süsleyen, cilalayan sevgimizdir. Sevgimiz ne kadar çoksa gönlümüz de o kadar süslüdür. Gönül aşk makamında naz tahtında oturmaktadır ama mütevazıdır da aynı zamanda. Süslenmek içi öyle şatafatlı malzemelere ihtiyaç duymaz. Tek sevgi yeter ona. Süslü olduğunun anlaşılması için ise birazcık çabayla sevdiğimize sevgimizi belli etmek gerek. 'Seni seviyorum' derken sevginin gücünün gözlerimizde ki ışıldamalarına bakmamız yeterli.
Şunu söylemeye çalışıyorum: Hani hepimiz Resulümüzü rüyalarımızda görmek isteriz ya, nimete ulaşmak için birazcık gövdemiz yerine gönlümüzü süslesek nasıl olur?
Nasreddin hocaya sormuş garibin biri. Garip dediysem gönlü gariplerden, 'Hocam ben Peygamberimizi(s.a.v.) rüyamda görmek istiyorum ne yapmam lazım?'. Hoca düşünerek cevap vermiş: 'bu gece balık yiyeceksin. Ama çok tuzlayıp su içmeden yatacaksın'. Adam harfiyen yapmış hocanın dediklerini ve uyumuş. Tabi o kadar tuzlu balığa su içmeden yatarsan uğraşacağında hep akarsular, ırmaklar, çağlayanlar olacaktır. Sabah bir hışımla bulmuş hocayı. 'Hoca hoca dediklerini aynen yaptım ama hep akarsularla, çağlayanlarla, ırmaklarla uğraştım' diyerek kızmış hocaya. Hoca her zaman ki hazır cevaplılığıyla cevap vermiş: 'işte suyu özlediğin gibi özleyeceksin Peygamberimizi(s.a.v.)'.
Peygamberimizi(s.a.v.) çoook özleyecek kadar SEVMEK!
 [email protected]  elektronik posta adresimden her zaman düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz!