Ara sıra otobüs ve tramvay kullanırım sabah işe giderken. Psikolog bir dostum tavsiye etmişti bunu bana. “Tamam, yürümek güzeldir; lakin toplumu, insanları gözlemlemek için toplu taşıma araçlarını kullanmak her zaman büyük veriler elde etmeni sağlar.” demişti. Çok doğru söylediğini birkaç yıldır yaptığım uygulamalar sayesinde anladım. Henüz bugün kullanmışken otobüsü, sıcağı sıcağına yazmak istedim gözlemlediklerimi.

Otobüs oldukça kalabalıktı ki birkaç ay öncesi sadece oturacak yerler dolu oluyorken bu günlerde lebaleb bir doluluk söz konusu. Şoför bey hemen her durakta “ İlerleyelim beylerrrr!” diye bağırmak zorunda kalıyor. Kimi zaman orta, kimi zaman da arka kapıyı açarak ön kapıdan binemeyen yolcuları almaya çalışıyor.

Eskiden boşa yakın ve çoğunluğunu öğrencilerin oluşturduğu araçta bugünlerde orta yaş grubunda epeyce artış var. Kim bu sabahın 7’sinde otobüs kullanan orta yaş grubu. Kılık kıyafet ve davranışlarından çoğunun öğretmen, memur v.s. çalışan olduğu belli. Artan yakıt fiyatlarının da etkisiyle toplu taşımaya olan ilgi böylelikle artmış şeklinde yorumluyorum bu durumu kendimce.

Yaklaşık 30-35 dakikalık otobüs yolculuğumda -özellikle pandemi sonrası-gözlemlediğim en önemli şey; hemen hemen çoğu aynı güzergâhtaki okullarda okuyan, okul, sınıf arkadaşı gençlerin birbirleriyle hiç konuşmuyor olmaları. Bakışlar sönük, cansız. Herkes robotlaşmış gibi. Herkesin yüzü donuk(orta yaş grubu da dâhil),ayakta dengede durmakta zorlananların bile elinde telefon. Telefonuyla ilgilenmeyen çok nadirlerin de yüzü dışa dönük. Yanı başındakiyle kuramadığı samimi, sıcak iletişimi, telefonun öbür tarafında kuruyor sanırsınız. Ortamda ruhların olmadığı şoförün her “Beyler ilerleyelim lütfennn!!!” seslenmesiyle birkaç ağırrr ve yavaaşşş adımlarını sürüyen bedenler silsilesi sanki.

Lise yıllarıma dönüyorum, 45 numaralı otobüsteyim. Her gün durakta inenler ve binenler bugünkü gibi, belli kimseler. Yine herkes, okuluna, işine gidiyor. Asıl ve en önemli fark ise otobüsün içinde uğultu halinde bir ses var. Herkes birbiriyle konuşuyor, şakalaşıyor. Hele biz gençler o kadar enerjik ve hayat doluyuz ki sesimizin yüksekliğini fark edemiyoruz ve büyükler tarafından hemen her gün sessiz olun diye tatlı-sert ikaz ediliyoruz.

Bugünkü görüntü ve o yıllardaki görüntümüz. Öylesine üzülüyorum ki. Gelecek endişesi mi, pandeminin etkisi mi, yaşam kaygısı mı, eğitim sisteminin çıkmazı mı, gittikçe değişen aile ve arkadaşlık kültürü mü? Nedir acaba böylesine ruhsuzlaşmaya sebep?

İş arkadaşlarımdan biri şunu anlatıyor: “Sabah otobüse biniyorum, şoföre ‘Günaydın, hayırlı işler dilerim’ diyorum. Bana – yüzüme bile bakmadan- ‘buyurun’ diyor. Bir yeri soracakmışım zannediyor. ‘Yok, bir şey sormayacağım sadece günaydın, hayırlı işler dilemek istedim’ deyince de çok şaşırıyor.” Dedi. Ertesi gün ve diğer günlerde ise şoför bey başını eğip gülümseyerek arkadaşımın selamına cevap vermeye başlamış. Son iki gündür ise daha bizim arkadaş günaydın demeden, şoför bey “günaydın” diyormuş artık.

İletişim, iletişimi kurmak ve sürdürmek ne kadar da zorlaştı eskiye nazaran. Büyüklerimizin deyimiyle bizler geldik geçiyoruz ama ya bu genç nesil. Onlar bizim canımız, kanımız. En büyük mirasımız. Nerede hata yaptık da onları bu hale getirdik. “Eee biz ne yaptık hocam, yemedik yedirdik, giymedik giydirdik. Ne istiyorlarsa aldık. Ceplerinden harçlıklarını eksik etmedik.” demeyiniz lütfen. Her şeyi bunlardan ibaret gördük ne yazık ki. Okul dedik, başarı dedik, not dedik, matematik, fizik, tarih v.s. dedik. Ama asıl ihtiyaçlarının bunların ötesinde çok daha farklı şeyler olduğunu düşünemedik. Okul başarısı gelip geçici. Özgüvenli, kaygılarından arındırılmış, ailesine güvenle bağlanmış, ruh sağlığı yerinde, mutlu ve sağlıklı çocukların biraz gayretle zaten okul başarısını kolayca elde edebileceği doğrusunu unuttuk. Kaygılarını, yetersizliklerini(!), başarısızlıklarını, bitmek bilmeyen telkinlerimizle, kendi ellerimizle besledik. Geleceğe olan inançlarını, hayallerini, gerçek kapasitelerini birkaç derse indirgeyerek törpüledikçe törpüledik sanki. Elimizde o dünyayı fethedebilecek gencecik, enerjik ve her biri kendine münhasır özellik ve becerideki gençlerimizi elbirliğiyle yolunmuş asosyal kuşlara çevirdik.

Tabii ki bizim dışımızdaki etkenlerin de (internet, telefon, pandemi, eğitim sistemimizin çıkmazı, hayat şartları/yarışı) varlığı tartışılmaz ama ‘öğretim öğretim’ diye didinip duracağımıza keşke daha çok ‘eğitim eğitim’ diye didinseydik diyorum.

Nerden biliyorsunuz, nasıl böyle hükümler verebiliyorsunuz derseniz. Her gün yenisinin eklendiği, türlü türlü ızdırapla boğuşan(belki başka yazıların konuları) onlarca ortaokul, lise, üniversite çağındaki danışanlarım ve ebeveynlerinin çıkmazından…

Daha mutlu, umutlu, aktif ve enerjik bir nesil görme ümidiyle…