Yüz çizgilerini okumalı doğanın… Buğulanan göğündeki hüznü… Tozu toprağa kattığındaki dağınıklığını, dalga dalga savrulurken zamana yenik düşmüş griliğini…

Yüreğini okumalı! Güneşini ihtişamı ile sergileyen göğünde; güçlüyüm mesajı verirken ki öfkesini…

Damla damla yaşlarını yer küreye misafir ederken; sadeleşmiş, sakinleşmiş yorgun yüreğini… Asırlar onu yaşlandırırken yaz gülüşünün leylak kokusunu… İçinde barındırdığı küçük, yaramaz, mızıkçı kız çocuğu baharını…

Vefasını, cefasını, vedasını okumalı doğanın… Gözler önüne serdiğinden değil, sessizliğinden.

Yüzünün coğrafyasında değişen her halini; bir an sevinçli, bir an kederli… Sol tarafının okyanusundaki derin dehlizleri… Lâl olan tüm yara izlerini… İçinde nice gömdüğü yarım kalmış hikâyeleri… Sonları, sonrası olmayan hayatları…

Zaman ilerleyip, saat ve takvim değişirken; yeni yetme umutlarımızı büyüteceğimiz doğanın avuç içlerindeki onlarca duayı… Ağaçlarının saçlarının bile yenilmişken tabiatın griliğine, şimdi bir öykünün daha son sayfasındayız.

Renkli günlerden kalma, eskilerden bir ılık hava dolanıyor omuzlarıma… Veda eder gibi, son demlerinin hoşça geçmesini istercesine… Gözyaşları akarken gitmekte neyin nesi? Doğanın hüzün takviminin yaprakları bir bir sararıp solarken, veda busesi ile teskin edercesine…

Şimdi hepimiz bir veda durağında bekliyoruz. Yeniden seyahate çıkacağımız yarınların güzergâh yolunda… Heybemin içine biraz sevgi koyuyorum, demini almış ömrün adına. Yaşlılığın son vakitlerini yaşarken doğa, kendinden tekrar doğacak olan çocukluğunun en cimcime yanına kucak açarken, bir bir anı yapraklarını döküyor nice ayak izleri sakladığı toprağına…

İçimiz kumbara misali… Tüm ağır yaşanmışlıkları, ağır cümleleri atıyoruz içine… Şimdi hesaplaşma vakti. Biriktirdiğimiz tüm anılarla yüzleşme zamanı…

Doğayı okumalı… İnsanlar ile arasında benzerliklerin olduğunu görerek. Topraktan yaratıldığımızı unutmamamızı ister gibi tabiat… Her devr-i dâim yapışında, bizlerin bir ömür hayatlarını gözler önüne sermekte…

Bilinmeyen bir coğrafyada, dağların orta yerinde bulunan bir köyde, her şeyden habersiz yaşayan, bir ses duysa dağların yamacından kopup gelecek kayaların gönül köyümüzü yerle bir edeceğini sanmaktayız.

İnsanlar ile doğa hemsâye… Şu hazan mevsimi ise gölgelerinin birleştiği, gözyaşlarının buluştuğu nadir bir zaman… İçinde yaşadığımız dünyaya hükmettiğimizi sanıyoruz. Kendimizi ve doğayı tanımamızın üzerine farklılaşıyor düşüncelerimiz.

Ve tabiat kısa bir süre öğretmen rolüne bürünüyor, bizlerin önlerine koyduğu kitabı okumamızı ve sınav yapacağını söylüyor. Okuyup anlayanlar hayıflanmak yerine sessizliği seçiyor. Anlamayanlar ise nedenleri, niçinleri tartının iki kefesine koyup tartmaya çalışıyor. Bedelini ise bizzat yaşayıp anlayarak ödüyorlar.

Hayatı okumalı… Gök kubbede buluşan pamuk pamuk güzelliklerinin griye dönüşünü… Uğuldayan rüzgârının inlemelerini… Çoraklaşan toprağının yalnızlığını… Ve kapıda bekleyen ölümün çok yakın olduğunu…

Vefasını, cefasını, vedasını okumalı doğanın… Bir güz daha geçiyor ömürden…