Yoksa onlar, Allah'ın lütfundan verdiği şeyler için insanları kıskanıyorlar mı? (Nisa suresi, 54) Hz. Peygamber zamanında yaşayan yahudiler, bugünkiler gibi bütün güzelliklere ve iyiliklere sadece kendilerini layık görüyorlardı. Bir son peygamber geleceğini biliyorlar, ama onu kendi içlerinden bekliyorlardı. Öyle olmadığını görünce, Hz. Peygamber'e peygamberliği, müslümanlara da iman ve İslam'ı yakıştıramadılar. Hem Kureyş kabilesini hem de Arapları peygamberlik onlara geçti diye çekemediler, kıskandılar. Ayeti kerime, hasedin aslında Allah'ın takdir ve ihsanına rıza göstermemek ve itiraz etmek demek olduğunu, buna da kimsenin hakkının bulunmadığını bildirmektedir. Kıskançlıklarıyla Kuranı Kerim'e geçmiş olan yahudilerle aynı çizgide birleşmek istemeyenlerin, kendilerini haset ve kıskançlıktan arındırmaları gerekmektedir.

Ebu Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: Haset etmekten sakının. Zira, ateşin odunu (veya otları) yiyip bitirdiği gibi haset de iyilikleri yer bitirir. (Ebu Davud, Edeb 44. Ayrıca bk. İbni Mace, Zühd 22) Enes İbni Malik'ten rivayet edilmiş olan hadiste de kısmen değinildiği gibi haset, başkalarına verilmiş olan maddi manevi nimetleri çekemeyip onların sahiplerinin elinden çıkmasını istemek demektir. Bu, duygusal bir rahatsızlıktır. Temelinde de ilahi taksime rıza göstermemek yatmaktadır. Allah'a inanan bir mü'minin, O'nun takdir ve ihsanına razı olmaması son derece yanlış bir duygu ve tavır olup iman ve teslimiyet gerçeğiyle bağdaşmaz. Resul-i Ekrem Efendimiz, bu karmaşık ve anlaşılmaz duruma hiç bir müslümanın düşmemesi için açık bir uyarıda bulunarak "Haset etmekten sakının" buyurmuştur. Gerekçesini de "Zira, ateşin odunu (veya otları) yiyip bitirdiği gibi haset de iyilikleri yer bitirir" diye açıklamıştır. Ateş için odun veya otları yakıp kül etmek ne kadar tabii ve kolay ise, çekememezlik duygusu da kişinin yaptığı iyilikleri öylece tüketir. Çünkü kıskanan kişi kıskandıklarının gıybetini, dedi kodusunu yapar, aleyhinde bulunur. Bunlar hasetçinin kaybını ve zararını, kendisine haset edilen kimsenin de nimet ve sevabını artırır. Böylece haset eden kimsenin hem dünyası hem de ahireti mahrumiyetle dolar. Haset tedavi edilmezse, neticede kişinin imanını da ifsat edebilir. İyiliklerin, hayır ve hasenatın desteğinden uzak kalan imanın önce kemalini sonra da aslını kaybetmesinden korkulur. Bu sebeple haset şiddetle yasaklanmıştır. Ateş, odunların cismini yok edip küllerini bıraktığı gibi, haset de iyilikleri yer, onların etkisini ortadan kaldırır. Bu durumda bu hadis ile "Gerçekten iyilikler kötülükleri ortadan kaldırır" ayeti [Hud suresi (11), 114] arasında herhangi bir çelişki olmaz. Çünkü hasetçinin iyilikleri, özü yok edilmiş, yenmiş tüketilmiş iyiliklerdir. Nerde kaldı ki kötülükleri silip süpürsün.

Haset haramdır. Haset, sahibinin iyilik ve sevaplarını yer bitirir. Allah'ın takdir ve ikramına razı olmamak demek olan hasetten sakınmak gerekir.  Müslümana nimetin takdirkârı olmak yaraşır. Başkalarının sahip olduğu nimetlerin bir benzerinin de kendisine verilmesini istemekte (gıbta) herhangi bir sakınca yoktur.