Sıcak bir Ağustos sabahı, kapısını bayrama aralamış, yıllanmış sohbetlerin fısıltılarına ev sahipliği yaparken; benim tek düşündüğüm yine sendin… Senin gönlüme gelişin; her günüme doğan bir bayram ve paketinin içinde tatlı bir geleceğe gebe şeker gibiydi. 

Öyle rengârenk girdin ki yaşamıma, hayat tualimin üzerine en gösterişli motifleri işleyiverdin. Papatyalar açtı yüreğimde… Güneşin ışınları bile bu kadar aydınlatmamıştı günümü… Meğer en kuvvetli şey sevgi imiş...

Gözlerini dünyaya yeni aralayan bir bebek gibi hayata yabancılaşıverdim bir anda… Türkü gibiydi gözlerin!.. 

Yeni yetme duygularımın sağı solu belli olmuyor; kâh gümbür gümbür davul çalıyorlardı içimde kalbimle iş birliği yapıp, kâh sessiz sedasız kıpkırmızı kesiliyorlardı hicabında... Ne güzeldi senin geldiğin gün…

O andan önce benim bir kalbim var mıydı, ben yaşıyor muydum? Bilmiyorum. 

Yeni yeni fark etmeye başladım nefes aldığımı ve yükselip alçalan göğüs kafesimi… Tebessüm ettiğimde hafif çukurlaşan yanağımı… Kaçan bakışlarımı… Bir soğuyan, bir terleyen avuç içlerimi… Koşmak isteyip de yere mıhlanan ayaklarımı… 

Hayata farklı bakmaya başladım. Senle birlikte ben kendimi de keşfettim. Başka bir ülkeye seyahat eder gibi… Yeni apalayan bir çocuk gibi… Sağa sola dağılmış senli duygulara tutundum düşmemek için… Hayat, onlarca kişi var iken, sadece birinin üzerine de kurulabiliyormuş… 

Küçücük gönülde kocaman bir Cumhuriyet medeniyetini ilan edebiliyor, tüm duygulardan oyları tereddütsüz toplayabiliyormuş. İşte ben de o gün bu ittifakın kurbanı oldum. Benim sözüm geçmez oldu yüreğime… Mantığımı düşünce suçundan dolayı hapsettiler… 

İnsan hayatına beyni ile yön verir. Fakat sen hayatıma girdiğinden beri, kalbim beni nereye sürüklerse kendimi orada buluyorum. Bundan hiçbir pişmanlık da duymuyorum. Çünkü düşünemiyorum. Dört bir yanımı sarmış duygular hep tetikte bekliyor. Nerede bir mantık kırıntısı görseler hemen onu ateşe tutuyorlar. 

Birbiri ardına ölen düşüncelerimin arkasından rengârenk kelebekler çıkıveriyor ortaya… Her şey o kadar güzel görünüyor ki bu yok oluşların doğurduğu sonuçlar daha da rahatlatıcı oluyor.  

Sen öyle bir girdin ki hayatıma… Etrafımda var olan gerçek, bir masala dönüşüverdi. Kendimi yemyeşil, ucu bucağı görünmeyen ovalarda koşarken buldum. Minik beyaz papatyalarım eşlik etti mutluluğuma… 

Bu kadar güzel şeyi yaşarken sen yanımda değil de sadece kalbimde idin. Yanımda olsan, bir çocuğun annesine karşılıksız, sonsuz verdiği sevgi ve güveni ben de sana verirdim. 

Ayak bileğime bir sevgi bukağı takıldı işte senden sonra… Nereye gitsem sana doğru çekti beni…  Böyle yazıp çiziyorum ama pişman da değilim bundan… Ben senden sonra yaşadığımı hissettim. Hayat telaşının içinde onlarca kişi gibi ben de kendimi kaybetmiş, bu acımasız, insafsız kurallara boyun eğmiş, gelişi güzel yaşayıp gidiyordum. 

Senden sonra ben var olduğumu anladım. Aslında senin hayatıma girmenle ilk başta ben kendimi buldum. Oksijen yerine aşk solumaya başladım. Hayatıma girdiğin gün mutluluğumun arefesiydi. O günden sonra ben bu hayatı hep bir bayram edasıyla yaşadım.