Bütün darbelere tam destek veren Fetullah Gülen’in bizzat içinde yer aldığı bir darbe teşebbüsü vardır. 27 Mayıs ihtilali destekçilerinden hatta akıl hocalarından olan Talat Aydemir Kara Harp Okulu Komutanıdır. Fetullah Gülen askerliğinin ilk aylarında dönemin hükumetine karşı yapılmak istenen darbe girişiminin taraflarından biri oldu.

Talat Aydemir, 1962 yılında yeni bir ihtilal yapma teşebbüsünde bulundu. O dönemde ikinci adam konumunda olan İsmet Paşa gücünü muhafaza ediyordu.

İhtilâl teşebbüsü olmadan bir ay evvelinden hazırlıklara başlandı, Gülen’in bulunduğu askeri birliğe gerçek mermi verildi. Darbe girişimi olduğu geceyi Fetullah Gülen kendi hatıralarında şu cümlelerle anlatır:

“Son gece hepimiz pürheyecandık. Radyoevini bir onlar, bir bizim taraf teslim alıyordu. Önce ihtilâl ilan ediliyor, ardından asiler bastırıldı, deniyordu. 28. Tümen hükümet tarafındaymış. Tabii ki, biz bunun farkına daha sonra vardık. Üzerimizde uçaklar uçmaya başladı. Niyetleri Mamak'ı ortadan kaldırmakmış. Bizim taraf teslim oldu.”

Başarısız olan darbecilere o sabah umumî bir içtima yaptırıldı, ceza olarak silahlarının mekanizmaları alındı. Bundan sonra Gülen ve bölüğüne iki ay, muhabere ve temel eğitim kursları verildi.
Gülen, içinde yer aldığı bu başarısız darbe girişiminden yıllar sonra, kıtalar ötesinden bizzat yönettiği bir darbe içerisinde yer aldı. Gülen, bizzat liderliğini yaptığı ‘kanlı 15 Temmuz kalkışmasıyla’ ikinci başarısız darbe kalkışmasını tecrübe etti. 

Günümüzde FETÖ’nün “Üst düzey abileri” olarak nitelendirilen Mustafa Özcan, Abdullah Aymaz, İsmail Büyükçelebi gibi bazı isimler o dönemde Gülen’in ilk öğrencileri arasında, yani çekirdek kadroda yer almışlardır. Bu çekirdek kadro için 1970 yılında bizzat Fetullah Gülen tarafından bir yemin metni hazırlandığı ve o günkü çekirdek kadronun yemin ederek cemaat adına faaliyet yürütmeye başladığı kayıtlara geçmiştir.

Fetullah Gülen, kurduğu örgüte Nurculuk hareketi içerisinden önemli isimleri de katmayı başarmıştır. Başlıca iki örnek Cevdet Türkyolu ve Kemalettin Özdemir’dir.

Fetullah Gülen ve örgütün çekirdek kadrosunun İzmir’de kurduğu “Işık Evleri” sayısı 1977 yılında 60-70 civarına ulaşmıştır. Örgüt bu evlere öğrenci temin ederken “köylü çocuklarının eğitimde eşit pay sahibi olamadıkları ve bu nedenle Anadolu çocuklarına eğitim konusunda yardımcı olmaları fikrini” telkin etmiş, “Anadolu gençlerinin fakirlikten okuyamadığından bu imkânsızlıklar içerisinde okuyacak öğrencilere yer temini” gerekçesiyle bu işe başlanıldığı ifade edilmiştir.

Derslerinde başarılı, ahlaklı ve itaatkâr, dini değerlere, ailesine ve büyüklerine saygılı, herhangi bir kötü alışkanlığı olmayan, vatanını milletini seven örnek talebeler yetiştirme amacına inanan halk kitleleri bu çalışmaları benimsemiş ve bu faaliyetlerin daha ileriye götürülmesi adına Gülen cemaati dernekleşme yoluna gitmiş ve dernek aracılığı ile cemaatin ilk yurtları kurulmuştur. Bu dönemde Fetullah Gülen devlete yakınlığını da açıkça ilan etmeye başlamıştır.

İlk sayısı 1979 yılının Şubat ayında çıkan Sızıntı dergisinde önce başyazıları yazan Gülen, daha sonra orta sayfa yazılarını da yazmaya başlamıştır. Bu dergi örgütün ilk ve en güçlü propaganda araçlarından biri olmuştur. Ayrıca örgütün başta devlet kurumları olmak üzere önemli ve lüzumlu görülen her yere “sızma” stratejisi göz önüne alındığında, bu dergi için seçilen ismin rastgele ya da masum bir tercih olmadığı da anlaşılmaktadır. Bu tür isimlendirme tercihlerin örgütün içinde bulunduğu aşama ve hedefleriyle ilişkilendirildiği görülmektedir: Örneğin oluşum ve gelişim dönemleri için “Sızıntı” ismi tercih edilirken, kadrolaşmanın yoğunlaşıp artık “hareket ve aksiyon” zamanının yaklaştığı dönem içinde -1994 yılında- “Aksiyon” ismiyle yeni bir dergi yayınlanmaya başlamıştır.

Fetullah Gülen, 12 Eylül Askeri Darbesinin hemen öncesinde Sızıntı Dergisi’nin Haziran 1979 tarihli sayısındaki “Asker” adlı başyazısını şöyle sonlandırmıştır:

“Onun süngüsü, yüz defa iniltimizi dindirdi ve ateşimize su serpti. Yakın tarihimizde dahi kaç defa onda mazinin tebessüm eden çehresini ve yıldırımlaşan celadetini gördük... Eğer, atik davranıp da yıllardan beri hazırlanan karanlık emellerin önüne geçilmeseydi, bütün bir millet olarak inkisar içinde ağlamadan başka çaremiz kalmayacaktı. Tuğa selam, sancağa selam ve onu tutan sancağa binlerce selam”…

Bu ifadelerden Gülen’in 12 Eylül 1980 askeri darbesinden önceden haberdar olduğu ya da bu darbeyi öngördüğü ve darbeci askerlere yaranma mesajı vererek kendini korumaya çalıştığı sezilmektedir.

Fetullah Gülen 12 Eylül 1980 darbesinden hemen önce 05.09.1980 tarihinde doktor raporu alarak görevinden ayrılmış ve 25.11.1980 tarihinde Çanakkale Merkez Vaizliğine tayin edilmiştir. Fakat bu göreve başlamamış, 27.02.1981 tarihinde Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniğinden 20 günlük rapor almış ve raporun bitiminde görevinden istifa etmiştir.

1980’li Yıllar - 1980-1983 Yılları (Sıkıyönetim Dönemi: Tedbir Dönemi)

Darbe zamanında Gülen

"Bir din adamının tersine, içinde bulunduğu güç dengesine ve şartlara göre tutum ve davranışlarını değiştiren Fetullah Gülen, hakkında arama kaydı konulmasına rağmen, 12 Eylül askeri darbesinin hemen öncesinde, yapılan askeri darbelere desteğini vurgulamıştır.

Fetullah Gülen’in 12 Eylül Askeri Darbesi sonrasında Sızıntı Dergisi’nin Ekim 1980 tarihli sayısında kaleme aldığı “Son Karakol” başlıklı yazısı, Gülen’in her dönemde güçlü olanın yanında saf tuttuğunu gösteren bir örnektir. Gülen bu yazısında askeri darbeyi açıkça desteklemekte, şu ifadeleriyle de haklı ve hatta gerekli görmektedir.

”Binbir vahşet senaryosunun sahnelendirilmesi karşısında, sessiz ve infialsiz kaldık.. Evet.. Bütün bir millet olarak arenalardaki kavgayı seyreder gibi, bu kanlı boğuşmadan hiçbir şey anlamadık. Sahnenin bu rengarenk aldatıcılığı, ortalığı inleten valsin korkunç uyutuculuğu ve kostümün göz bağlayıcılığı karşısında, oynanan oyunun gerçek yüz ve vahşetini ilk sezen, son karakolun kahraman bekçileri oldu. Bu sezme, ümit dünyamızla yeniden kendimize gelmemizi ve kendi kendimizi idrak etmemizi temin etti. Bu, düşmanı kıskıvrak yakalama ve bir zaferdir. İçtimaî bünyenin harici bir kısım yalandan temizlenme, arındırılma düşüncesiyle onu aslına irca zaferidir. Bu zafer, kendinden ümit edilenleri getirdiği takdirde, Türk’ün zaferler hanesinde en müstesna yeri işgal edecektir. Böyle bir girişime bir evvelki sene selam durulmuş ve gaziler ocağının yiğit eri Mehmetçik’e teşekkürler sunulmuştu.

Ne var ki, yıllardan beri, binbir saldırı ile rehnedar olmuş bir bünye, böyle hemen bir mualece ile iyi edilemeyeceği de muhakkaktı. Daha köklü ve daha gönülden bir hareket gerekliydi ki, milli bünyeyi kemiren yıllanmış seretanlar bertaraf edilebilsin... Ve işte şimdi, bin bir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tuluû saydığımız bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz.”

O günden sonra cuntacı Kenan Evren'in elinde Kur’an'la kent kent gezip ayetler okurken, Fetullah Gülen’de Anadolu'yu adım adım gezerek, darbenin, NATO'nun, ABD'nin, 'ululemre itaat'in faziletlerini anlatıyordu. Gülen, referandumda da “mümkün olsa mezardakilerin, çoluk, çocuğun” bile oy kullanmasını istiyordu.

"Fetullah Gülen, 80'li yıllardaki 'fiili' mesai arkadaşı Kenan Evren'i yıllar sonra 'cennetlik' ilan etmiş, 31 Ocak 2005'te Milliyet'e verdiği demeçte şöyle demiştir:  “Evren Paşa, seçmeli din derslerini mecburi yapmakla yararlı bir iş yapmıştır. Gençlerin çoğu onun bu icraatı vesilesiyle din eğitiminden nasiplerini almışlardır. Bu iş kanaatimce öyle büyüktür ki doğrusunu Allah bilir, hiç bir sevabı olmasa bile bu icraatı ona yetebilir, ahirette kurtuluşuna vesile olabilir, cennete de gidebilir.”

Gülen, o dönemde de mevcut siyasi iktidarla iyi ilişkiler geliştirerek rakibi olarak gördüğü dini cemaatleri bastırıp onlardan doğan boşluğu doldurmuş, gelişip büyümek, 'altın nesil' olarak vurguladığı mensuplarının devleti ele geçirip paralel bir devlet mekanizması oluşturmaları için uygun bir ortam yaratmıştır.

Fetullah Gülen'in zaman zaman "Yolları gözlenen bir nesil, Işık Süvarileri, Kur'an Nesli, Hak Aşığı, Fecir (Tan) Süvarileri" dediği "Altın Nesil"in, onun "ışık evleri" olarak adlandırdığı evlerde yetiştirildiği ve bugünkü halleriyle birer örgüt mensubu haline getirildiği açık olarak görülmüştür.

"FETÖ / PDY (Paralel Devlet Yapılanması) mensupları 1980'li yıllardan sonra tüm kamu kuruluşlarına yerleşmekle kalmamışlar, kendi sermayelerini ve finansal güçlerini, kendi iş adamlarını oluşturmuşlardır. Örgüt, uyguladığı cebir ve şiddeti maskelemek için din olgusunu kullanmış, dine hizmet ettiğini öne sürerek toplumda meşruluk kazanmayı amaçlamıştır.

Yoğun bir propagandayla kitlelerin Fetullah Gülen'in mürşit bir din adamı ve eğitimci olduğuna, hayır işleri, insan yetiştirme, dinler arası hoşgörü, barış ve diyalog oluşturma amaçladığına inandırılmış, Türkiye’de ve  yurt dışında binlerce okul açan, eğitim veren bir dini grup sanarak bu örgüte itimat etmiştir. Bu nedenle örgüt hızla her alanda kitlesel şekilde kadrolaşıp yerleşerek sistemin bir parçası olmayı aşarak yöneticisi haline gelmiştir. Hatta devlet sistemi kimi alanlarda bu örgüt üyeleri olmadan işlemez gibi gösterilmiştir. Başbakana, bakanlara sözde suikastlar ve askeri darbeler önlenmiş, terör örgütleri ve suç örgütleriyle mücadele edilmiş, sistemin örgüt üyeleri tarafından idame ettirildiği havası verilmiştir.

Başbakana ve bakanlara kendilerinin hazırladığı suikast girişimlerini yine kendileri ihbar etmiş ve böylece suikastları önledikleri intibaını vermişlerdir. 

Darbelerden etkilenmemek ve sempati kazanmak adına her askeri müdahale öncesi ve sonrası ordu lehine sürekli açıklamalar yapan Gülen'in, özellikle Genelkurmay Başkanları ve TSK hakkında övücü sözler sarf etmeye özen göstermiş, bu sayede suç örgütü, ülkede gerçekleşen hiçbir ihtilalden olumsuz etkilenmemiş, tersine her askeri darbeden sonra daha da büyüyerek güçlenmiştir.

Küresel güçlerle ilişkisi bariz olan Gülen'in, "İnanmış bir insanın Batı karşısında, Batı'yla entegrasyon karşısında, Amerika ile entegrasyon karşısında olması düşünülemez." ifadesiyle bunu meşrulaştırmıştır.

12 Eylül 1980 askeri darbesinden birkaç ay sonra askeri cuntanın İzmir ve Ege Ordu Sıkıyönetim Komutanlıkları tarafından Fetullah Gülen hakkında yakalanma emri yayınlanmıştır. Gülen, 20.03.1981 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığındaki vaizlik görevinden de istifa etmiştir, Zira artık resmi bir göreve ihtiyaç duymamakta ve belki de kendini resmi görevin getirdiği kısıtlarla sınırlandırmak istememektedir.

Hakkında yakalama kararı çıkmasına rağmen yakalanmamış ve ilginç bir biçimde askeriyeyi defalarca ziyaret ederek, asker olan kendi adamları ile görüşmeler yapmıştır. Gülen aranırken okul temelleri atıyor, evinde bulunmasına rağmen, eve gelen subay tarafından ‘Evde bulunamadı’ raporları tutuluyordu. Gülen güya hem polis ve savcılık tarafından aranıyor, takip ediliyor, hem de resmi araçlarla taşınarak polislere ve belli gruplara ‘anayasaya evet’ başlıklı sohbetler yapması için destek veriliyordu.

6 yıl sonra 12.01.1986 tarihinde Burdur’da yakalanmış, bir gün sonra da serbest bırakılmıştır.

1981 yılına gelindiğinde halkın yardımları sayesinde cemaate ait yurtların sayısının ülke genelinde 100’e çıktığı, kısa sürede müthiş bir ivme yakalandığı, bu yurtlarda kalıp üniversite eğitimlerini bitirenlerin doktor, kaymakam, vb. olarak göreve başladıkları dönemin tanıklarınca ifade edilmektedir.

Fetullah Gülen’in yasadışı istihbarat elde etme faaliyetlerine 1980’li yıllarda başladığı, en yakınında bulunan arkadaşlarını dinlettiği, yeminli çekirdek kadrosundaki İlhan İşbilen’in Altunizade'de kaldığı odasında dinleme cihazının bulunduğu, daha sonra diğer kaldığı yerde de dinleme ve kamera cihazının bulunduğunu, aradan geçen zamanda Latif Erdoğan, İlhan İşbilen ve daha başka kişilerin de Gülen tarafından dinlendiği yine döneme şahit olan tanıkların ifadeleriyle sabittir.

Gülen’in 1999 yılından beri ikamet ettiği ABD’deki 130 dönümlük çiftliğinin temellerinin de bu dönemde -1980’li yıllarda- atılmış olması, örgütün bu erken sayılabilecek zamanlarında bile eriştiği büyük güce ve de ihtimamla gizledikleri nihai hedeflerine dair fikir vermektedir.

Fetullah Gülen’in yakın arkadaşı olan Necdet Başaran tarafından 1980’li yıllarda Altın Nesil Vakfı adı altında bir vakıf kurulmuş ve bu vakıf ABD’de 130 dönüm üzerinde 8 adet müstakil villanın bulunduğu yeri satın almıştır.

Örgütün planlamalarının kısa vadeli olmadığının açık bir göstergesi olduğu gibi kuruluşundan çok kısa bir süre sonra uluslararası bir boyut kazandığına da işaret etmektedir. Bu konuda benzer bir örnek de Fetullah Gülen’in Nisan 1980 yılı Nisan ayında İzmir’de gerçekleştirilen bir örgüt toplantısında yaptığı konuşmada “Kısa süre içerisinde ‘Huruç Harekâtı’nın başlatılacağı” yönündeki sözleridir. 1980 yılı Haziran ayında da şunları söylemiştir:

“Huruç Harekâtı başlatıldı, ancak bu harekât 35-40 sene sonra uygulamaya konulabilecektir, bugünkü ortamda bu mümkün değildir. Huruç Harekâtının başarılı olabilmesi için bütün ülkede, kendi binalarımızda ve kiralanacak yerlerde orta ve yüksek öğrenim gören öğrenciler için yurt binalarının açılması, yurtlarda eğitilen öğrencilerin meyvelerini vermesi, kendi fikirlerimiz doğrultusunda çeşitli kitap ve dergilerin basımının gerçekleştirilmesi, özellikle Türkiye’deki öğretmenlerin büyük bir bölümünün kendi yönümüzde faaliyet göstermesi gerekmektedir.”

Askeri rejim dolayısıyla Gülen ve takipçileri de “tedbir” gereği kendilerini geri planda tutmuş, zaten vakti gelmedikçe göze batmamayı şiar edinmiş olduklarından göz önüne hemen hemen hiç çıkmamayı yeğlemiştir.  (Devam edecek)