Son yıllarda dünya, birçok jeopolitik krizle karşı karşıya kalmış durumda. Ancak, Doğu Türkistan’daki insan hakları ihlalleri ve Çin’in uyguladığı baskılar, ne yazık ki çoğu zaman medyanın ilgi odağı olmaktan uzak kalmaktadır. Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde, Uygurlar ve diğer Türk halklarının yaşadığı zorluklar, dünya kamuoyunun gözünden bir türlü kaçmayı başarıyor.
Doğu Türkistan, coğrafi olarak Orta Asya’nın önemli bir bölgesinde yer almakla birlikte, tarihsel, kültürel ve etnik olarak Türk halklarının yoğun olduğu bir bölgedir. Ancak, 1949 yılında Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından, Doğu Türkistan, Çin’in denetimine girdi ve zamanla, Uygurlar başta olmak üzere bölgedeki halklar üzerinde ciddi baskılar artmaya başladı. Son yıllarda ise, Çin hükümeti, bölgedeki Uygurlara yönelik sistematik baskılar ve insan hakları ihlalleriyle adeta uluslararası arenada bir infial yaratmış durumda.
Medyanın bu konuda duyarsız kalması, sorunun çözülmesini imkansız hale getiren bir diğer faktör. Dünya, özellikle Batı medyası, sıklıkla siyasi ve ekonomik çıkarlar doğrultusunda hareket etmekte, bu da Doğu Türkistan’daki trajedinin görünmez olmasına neden olmaktadır. Hükümetler arasındaki diplomatik ilişkiler ve Çin ile ekonomik bağlar, Doğu Türkistan’daki durumun daha fazla gündeme gelmesini engelliyor. Bu, yalnızca Uygur halkı için değil, tüm insanlık için büyük bir kayıp.
Çin hükümetinin, Uygurlara yönelik uyguladığı baskılar arasında zorla çalıştırma, kitlesel gözaltılar, kültürel baskılar ve dini inançların bastırılması gibi birçok insanlık dışı uygulama yer alıyor. Özellikle, 'yeniden eğitim kampları' adı altında kurulan gözaltı merkezlerinde, binlerce insanın insani haklardan mahrum bırakıldığı, işkenceye uğradığı ve psikolojik baskılara maruz kaldığı söyleniyor. Medyanın bu vahim durum karşısındaki sessizliği, Çin’in bölgedeki baskılarını sürdürmesine olanak tanıyor.
Uluslararası toplum, bir zamanlar Doğu Türkistan’daki dramı görmek ve duyurmak adına bazı adımlar atmış olsa da, bu adımlar yeterli olmamıştır. Birçok insan hakları savunucusu ve sivil toplum kuruluşu, Doğu Türkistan’daki durumu dünya gündemine taşımaya çalıştıysa da, Çin’in siyasi ve ekonomik gücü, çoğu ülkenin sessiz kalmasına neden olmuştur. Medyanın da bu durumu sahiplenmemesi, adaletin sağlanmasını engelleyen en büyük engellerden biridir.
Medyanın rolü, hem ulusal hem de uluslararası ölçekte, insan hakları ihlallerinin ve toplumsal sorunların gündeme getirilmesinde çok kritik bir yere sahiptir. Doğu Türkistan’daki durumu görünür kılmak, dünya kamuoyunu harekete geçirmek için medyanın güçlü bir araç olabileceği bir gerçektir. Fakat, günümüzün medya dünyasında, çoğu zaman kapitalist çıkarlar, hükümet baskıları ve diplomatik ilişkiler, bu gibi insanlık dramlarının duyulmasını engellemektedir.
Doğu Türkistan’daki insanlar için seslerini duyurabilmenin tek yolu, global çapta bir dayanışma ve medya farkındalığıdır. Medya, sadece bir bilgilendirme aracı olmanın ötesinde, toplumsal değişimin ve barışın sağlanmasında da önemli bir rol oynamalıdır. Eğer medyanın sesini yükseltmesi sağlanabilirse, belki de Doğu Türkistan’daki drama bir son verilebilir ve Uygur halkının hak ettiği özgürlükler onlara geri verilebilir.
Unutmayalım ki, medyanın gücü, sadece doğruyu anlatmaktan ibaret değildir. Aynı zamanda, bu doğruyu haykırarak insanlık adına bir değişim yaratma gücüne sahiptir. Doğu Türkistan’daki suskunluğu kırmanın tek yolu, dünya genelinde duyarlı bir medya yaklaşımı geliştirmektir.