“Kıyaslama sevgisizliktir; kıyaslanan çocuğun ruhu zehirlenir.” Doğan Cüceloğlu

Çocukların notları kıyaslanıyor, okul başarıları, kiloları, boyları, v.s v.s… Her şeyleri kıyaslanıyor yaşıtlarıyla ya da kadeşleriyle. Kıyaslanan çocukta “ Ben yetersizim, beceriksizim, çirkinim, başarısızım” hisleri oluşuyor. Bu hisler zamanla sevilmeye layık olmadığı duygularına dönüşüyor.

Anne babaların ve öğretmenlerin kıyaslama yapmaları çocukları, özellikle de ergenlik döneminde olanları düşündüklerinden çok fazla yıpratmakta. Hâlbuki her çocuk kendi olduğu haliyle kıymetli ve değerlidir.

Ama -ne yazık ki- eğitim sistemimizin de yoğun katkısıyla her an kıyaslanmaya mecbur bırakılıyor çocuklar. Nitekim bazı başarılı özel eğitim kurumları da okullarında asansör sistemi uygulayarak her ay öğrencilerini hem kendileri hem de birbirleri ile kıyaslayarak aylık sınıflandırma şeklinde eğitim veriyorlar. Onlar da haklılar; çünkü veliler çocukları iyi yere gelsin diye o kadar para döküp özel okula gönderiyorlar evlatlarını. Her ay kıyaslanan çocuk bir süre sonra aldığı puan ile kendi değerini eş görmeye başlıyor.

Hâlbuki her bir insan eşit değerdedir. Her çocuğun beceri ve yeteneği, ilgi alanı diğerleriyle aynı olmak zorunda değil.

Sürekli kıyaslama yapılan çocuklar kendisi için eğitim aldığını unutuyor ve notlarını yüksek tutma, anne babasını hoşnut kılma, arkadaşlarını kaybetmeme adına, “kaygılı bir öğrenme atmosferine” giriyor.

Ve işte tam da bu yüzden, kaygıyla öğrenmeye çalıştığı şeyler, aklına yatmıyor, kafasında yer etmiyor. Ya konuları tam olarak kavrayamıyor ya da sınavlarda strese girdiği anda aklında kalanlar da uçup gidiyor.

Anne babalar ne yazık ki çocuklarının akademik başarıları kadar sosyal yaşamına odaklanamıyorlar ve bize farklı sebeplerle gelen danışanların birçoğunda, başarılı olarak nitelendirilsin ya da nitelendirilmesin, sosyal hayatlarında önemli sıkıntıları olduğunu gözlemliyoruz.

Anne babalar çocuklarının gelişimleri için destek olduklarını düşünürlerken, aslında kafalarındaki kalıp insan modelini tutturmaya gayret ettiklerinin farkında değiller. Çocuğun zihin dünyasını önemsemediklerinin bunun ileriki yıllarda oluşturacağı problemin farkına varamıyorlar. Bu nedenle çocuklarını büyük stres altına sokuyorlar. Sınav ve başarılı olma baskısıyla çocuk, yavaş yavaş sosyal ortamdan kopmaya ve yalnızlaşmaya başlıyor.

Veliler lise ya da üniversite sınavına girecekleri çocuklarının özellikle o eğitim-öğretim dönemlerinde neredeyse hayattan kopmasına neden oluyorlar. Spor yapma, sinemaya gitme, arkadaşlarla buluşma yasaklanıyor. Bunlar tamamen vakit kaybı olarak algılanıyor. Çocuk vaktini boşa harcayacağına(!) farklı soru tiplerini de görsün, daha çok test çözsün, daha çok konu öğrenmeye çalışsın isteniyor. Bunu çocuğun asıl vazifesiymiş gibi görüyorlar.

Sonrasında davranış bozuklukları, yeme bozuklukları, kaygı bozuklukları ortaya çıkıyor. Çocuk depresyona giriyor. Aile bunu fark edip uzmana başvurdukları zaman çocuğun zihin dünyasında epeyce birikmişlik oluyor.

Tamam, bir yere kadar haklılar, okula gitmek, öğrenmeye gayret etmek çocuğun vazifesi lakin odaklanılan şeyin sadece okul başarısı olması yanlış. Mutsuz yetiş(tiril)en bir çocuk ilerleyen yaşlarında da mutlu olmanın yolunu bulamayacak ve bir ömrü bu şekilde mutsuz tamamlayıp, etrafındakileri de bu mutsuzluğunu bulaştıracaktır.

Yetişkinlerin en büyük yanılgısı çocukları iyi bir fen lisesi, Anadolu lisesi ya da üniversite kazandıklarında onu başarılı bulmaları; lakin okul başarısı hayat başarısı değil ne yazık ki. Okul hayatında, iş hayatında nice başarılı insanları görüyoruz ki -maddi anlamda çoğu şeye sahip olsalar da- hayattaki doyumları sıradan insanlardan çok daha düşük.

Ebeveynler asıl önemli olanın mutlu insan yetiştirme olduğunu unutmamalılar. İlerde her ne iş yapıyor olsa da mütebessim, hayat dolu, yaşamdan zevk alan, mutlu bir yuva kuran çocuklara sahip olmanın yolu onları sıkboğaz etmek, baskılamak değil, kaygılarını azaltmalarına yardımcı olacak destek ve güveni verebilmektir.