Necmettin Erbakan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cem Zorlu’yu biraz tanıyanlar bilir: Kendi hayat hikâyesinde kalemi başkalarına hiç vermemiştir. Net duruşu, kararlılığı ve özgüveniyle hep kendine özgüdür, doğru bildiğini yapmak ve çabalamaktan ve o soylu inattan vazgeçmez. Dilindekini söyler her zaman. Hocanın hayatını biraz daha yakından tanımak istediğimizde pek çok yeni şeyler öğrendik. Belki de şimdiye kadar yaşadıkları hakkında en ayrıntılı söyleşiyi değerli okurlarımızla buluşturuyoruz. Örnek alınması gereken 60 yıllık yaşam öyküsüyle sözü Cem Hocaya bırakıyoruz.

KALBE DOĞAN KADERİN OLUR: BÜYÜYÜNCE NE OLACAKSIN SORUSU

9 Temmuz 1963’te, güneş yengeç burcundayken Konya Ereğli’de dünyaya gelmiş Cem Zorlu. Rahmetli annesinin annesi Trabzon Vakfıkebir’li, babası ise Şam dolaylarından Anadolu’ya gelip yerleşmiş bir muhacir. Babasının annesi Karapınar’lı, babası da Ambar köyünden. 17. ya da 18. yüzyılda bir Tatar göçü esnasında o bölgeye gelmiş Kırım Tatarı olduğu söylenir.

Ereğli’nin ilk terzilerinden olan babası, şu an 92 yaşında, Allah hayırlı ömürler versin. Ereğli’de terziliği öğrendikten sonra İstanbul’a gidiyor ve orada birkaç yıl çalışarak mesleğini pekiştiriyor. Askerliğini yaptığı Van’da da biraz çalıştıktan sonra Ereğli’ye dönüyor ve Ereğli’nin ilk bayan konfeksiyon mağazasını açıyor. Zaman zaman 12-13 kişinin çalıştığı bu yer o yılların şartlarına göre ciddi bir atölye konumunda. Ekonomik durumu iyi bir esnaf...

1969’da başladığı Öğretmen Abdürrahim İlkokulundan 1974’te mezun oluyor Cem Zorlu. O dönemde girdiği ilkokul bitirme sınavındaki “İleride ne olmak istersiniz?” sorusuna “Profesör” cevabını veriyor. Nereden heves ettiğini, nereden aklına geldiğini kendisi de tam olarak hatırlamıyor. Dindar bir çevrede büyüdüğünden ve dini bilgileri yaşıtlarından fazla olduğu için daha ilkokulda ‘hoca’, ‘müftü’ diye seslenirlermiş Cem Zorlu’ya.

İLK BÜYÜK DEĞER EĞİTİMİ DERSİ

İlkokuldan mezun olduğu sene Maarif Kolejinin sınavlarına babasından habersiz girdiğini söyleyen Zorlu, hayatında çok önemli bir yeri olan babasından en önemli değer eğitimini de aldığı o günleri şöyle anlatıyor: “Babam beni Kur’an kursuna göndermeyi kafasına koymuştu. Babam ve annem hacda olduğu sırada giriş ücretini bir akrabamdan tedarik ederek sınava girdim ve kazandım. Babam hacdan gelip sınavı kazandığımı öğrenince bana “Ben seni göndermeyeceğim ki zaten, Kur’an kursuna gideceksin” dedi. Ereğli’de Batı Alagöz adıyla bir Kur’an kursuna kaydoldum. Bir sene Kur’an kursunda okuyup ortaokula gitmeyi düşünüyordum. O süreçte sonradan öğreniyorum ki Ereğli’nin vaiz ve imamlarından Ali Süzgün hoca benim hafız olmam konusunda babamı ikna ediyor ve hafız olmam kararı alınıyor. Tabi o zamanlar çocukların geleceği ebeveynleri tarafından çiziliyordu. 1974 yılının Kasım ayında hafızlık eğitimi için Meram Tavusbaba Kur’an Kursu’na geldim. Evlerde hatim okutmak için kurstan öğrenci çağırırlardı. Bir gün beni de hatim okunması için götürdüler ve 50 lira verdiler. Ben bunu babama yazdım ki bana “aferin” desin. Tabi o zamanlar mektupla haberleşiyoruz. 15 gün sonra babamdan cevap geldi ve zarfın içinde bir miktar para vardı. Mektupta şöyle yazıyordu: “Bu parayı alıyorsun ve bundan sonra Kur’an okumanın karşılığında asla para almıyorsun.” Tabi ardından bunun hikmetini ve nasihatlerini de sıralıyordu. Bu, 12 yaşındaki bir çocuk için müthiş bir eğitim…”

SİYASETİN TAM ORTASINDA BİR GENÇLİK

1977 yılında hafızlığını bitiren Cem Zorlu, ardından İmam Hatip’e başlıyor. Tabi sınıftaki akranlarımdan üç yaş büyük bir ağabey olarak. 80 ihtilali öncesi, ideolojilerin sokaklarda çok sert hissedildiği bir dönemde okuyan Cem Hoca’nın, babası 1975-1979 yılları arasında Milli Selamet Partisi Ereğli İlçe Başkanlığı yapmış, kendisi de o dönemde Ereğli Milli Türk Talebe Birliği İlçe Başkan Yardımcılığı... Başarılı ve ideolojik duruşu net birisi olan Zorlu, ülkemizin en karanlık günlerinin yaşandığı bu dönemde siyasetin tam da ortasında yer almış. Şiddet eylemleri içerisinde yer almadığını, yetişme tarzının, içinde büyüdüğü mahallenin buna meyilli olmadığını da sözlerine ekliyor Cem Hoca.

Ülkemize akademik anlamda ciddi katkıları olabilecek gençlerin kaybedildiği bir dönem olarak tarihe geçen 80 ihtilali döneminde lise 1’e geçen Cem Zorlu, babasıyla sabah namazı dönüşünde duydukları sokağa çıkma yasağını ilan eden anonslarla darbeden haberdar olmuş. Lise döneminde hafızlığın çok faydasını gördüğünü belirten Zorlu, hafızlığın birçok hafızda olduğu gibi kendisine de sistematik düşünme ve muhakeme gücünü kazandırdığını ifade ediyor. Liseden sonra tıp fakültesine gitmek istediğini ancak babasının buna izin vermediğini söyleyen Zorlu’nun hayat hikâyesinde, yıllar sonra rektörü olacağı Üniversite dönemini gelin kendi ağzından dinleyelim ki başarının tesadüf olmadığını müşahede edelim:

“Babam doktor olursam hafızlığımı, dindarlığımı kaybetmemden korktuğu için ilahiyat fakültesinde okumamı istedi. Sınavda ülkenin en iyi tıp fakültelerine girecek yüksek bir puan almıştım. Üniversite tercihlerimde ilk sırada Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesini, ikinci sırada içimde kalmasın diye Cerrahpaşa Tıp Fakültesini, üçüncü olarak da Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesini yazdım. Tabi tıp fakültesini kazanacak puanı almış olsam da birincilikle ilahiyat fakültesine yerleştim. Babamın sözünü dinleyen biriydim. 1983 yılında başladığım ilahiyat fakültesinin hazırlık sınıfından itibaren kendime akademisyen olma hedefi koymuştum. Öğle arasındaki özel derslere devam edebilelim diye öğle yemeği yiyecek fırsat bulamazdık, sonra da öğle yemeği hayatımızdan doğal olarak çıktı ki bu arada 40 yıldır öğle yemeği yemiyorum. Tercihte bulunmak zorundaydık, ya öğle yemeği yiyecektik ya da özel halkalarda ders alıp ders verecektik. 6 saat uyuyup 18 saat çalışıyordum. Çok verimli geçen bir 5 sene sonrası 1986’da babam beni Almancamı geliştireyim diye Almanya’ya gönderdi. Yaz tatilinde 3 buçuk ay Münih Üniversitesi bünyesinde Almanca kurslarına gittim. 1988’de mezun olduğumda akademisyen olmaya hazırdım ancak kadro hazır değildi. Öğretmenlik sınavlarına girerek Kırıkkale Fatih İlköğretim Okuluna atandım. 1988 Kasım ayında öğretmenliğe başladığım sıralarda tefsirden yüksek lisans kazanmıştım. Kırıkkale’den Perşembe öğleden sonra çıkıyor, Cuma, Cumartesi, Pazar günlerimi Konya’da geçirip pazar­ günü akşam tekrar Kırıkkale’ye dönüyordum. 1 yıl süren bu yolculuklarım sonrasında İslam Tarihi alanında kadro açıldı ve asistan oldum. Aslında tefsir alanında asistan olmayı çok istiyordum ancak kadronun açılmaması ve hocalarımın da yönlendirmesiyle İslam tarihine girdim. Asistanlığım sürecinde tefsir yüksek lisansına ek olarak İslam Tarihi alanında da yüksek lisansa başladım.”

YURT DIŞI DENEYİMLER ÇOĞALIRKEN

Evlilik öncesinde yüksek lisans tez aşamasındayken 1992 yılının şubat ayında Arapça öğrenimini geliştirmek için Mısır’a giden 3 ay burada kalan Cem Zorlu, yurtdışı deneyimlerinin artmasına katkı sağlayan eşi ile de bu yılda tanışıyor. Denizli’de Mesleki Eğitim Fakültesinde dikiş nakış bölümünde okuyan eşini, hocalarımın yönlendirmesi ile bir ortamda gördüğünü, beğendiğini ve talip olduğunu anlatan Cem Zorlu, eşi için Allah ondan razı olsun diyor. Çünkü evlilik sonrası yurtdışı seyahatlerinin başladığını ve eşinin desteği olmasa deneyimlerini çoğaltamayacağını belirtiyor. Bu kıssayı şöyle anlatıyor Cem Hoca. Anlatırken de huzurlu bir evliliğin ipuçlarını veriyor: “Eşim bana çok kolaylık sağladı. “Hadi şuraya gidiyoruz” derdim, o da “Tamam, ben de geliyorum” derdi. Allah ondan razı olsun, benim bu kadar yurtdışı tecrübesi kazanmamda “Hadi gidiyoruz” dediğimde “Hadi geliyorum” demesi çok önemli. 1995’ten 1997’ye kadar Ürdün’de beraber kaldık. İki yaşında çocuğumuzla birlikte şartlar çok zorluydu ama Ürdün en tatlı komşuluk ilişkileri yaşadığımız yer oldu. İlk yılımızda buzdolabımızın olmayışı da eşimin Arapça öğrenmesine vesile oldu. Komşuların buzdolabını kullanıyorduk ve eşim her gün 4-5 kere komşuya gidip gelince haliyle iletişim kurması gerektiği için zamanla onlardan Arapça öğrendi. Türkiye’ye döndüğümüzde eşim benden daha iyi halk dili konuşuyor ve daha iyi anlıyordu. Tabi oğlum da bu şekilde öğrendi. Çok verimli geçirdiğimiz Ürdün günleri 1997’de nihayetlendi ve yurda döndük. 1999 yılında doktorayı bitirdim ve aynı yıl bir yıl sürecek olan Azerbaycan yolculuğumuz başladı…”

“PROFESÖR OLMADIKÇA SİYASETE GİRME”

Doktorayı daha yeni bitirdiği bir dönemde, 1999’da Fazilet Partisi’nden siyasete girmesi için teklif aldığını, ancak akademik anlamda biraz daha ilerlemesi gerektiğini düşündüğü için bu teklifi geri çevirdiğini, ta ki 2002 yılında Doçent olduğunda AK Parti ile siyasete girmeye niyetlendiğini, her kritik kararında olduğu gibi yine babasına danıştığını söylüyor Cem Zorlu. Bu düşüncesini açtığında babası “Oğlum her zaman milletvekili olursun ama her zaman profesör olamazsın. Profesör olmadıkça siyasete girme” demiş Cem Hoca’ya. Babasının bu sözleri üzerine 2002’de siyasetten vaz geçerek Almanya’ya okutman olarak gitmiş. 4 sene (2005-2009) kaldığı Almanya’da, Essen Başkonsolosluğuna bağlı bir enstitüde Türklere tarih dersi anlatırken, Almanlara da Türkçe öğretmiş. Bu süreçte çeşitli camilerde 50’ye yakın konferans veren Cem Hoca, 2007 yılında profesörlük unvanını Almanya’dayken almış. Büyük oğlu İngilizce, Almanca, Fransızca; küçük oğlu da İngilizce ve Almancayı burada öğrenmişler. Bir yıl daha kalma hakkı olmasına rağmen Malatya İnönü Üniversitesinden dekanlık teklifi gelince bir yıl erken ayrılarak Türkiye’ye dönen Cem Zorlu, bu ilk dekanlık deneyiminde önemli projelere imza atmış.  Benim sloganım şuydu diyor Cem Hoca: “Malatya İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Arapça eğitimi konusunda ilahiyat fakültelerinin ODTÜ’sü olacak.” O güne kadar görülmemiş bir uygulama olarak; öğrencilerini Şam Üniversitesinin hazırlık dil merkezinde hazırlık sınıfı okutmaya başlamış…

DEVAM EDECEK

SALİH SEDAT ERSÖZ 

Editör: TE Bilişim