Âşık, Mâşûk’uyla buluştu,

O, Allah'a ebediyen kavuştu,

Vuslata ermekti muradı,

Hz. Mevlâna’ya o gün düğün bayramdı.

Ölümü, Hak’ka vuslatı istiyor;

“Gerçekten haberi olarak ölen aşıklar,

Hak’kın huzurunda, şeker gibi erirler,

Tatlı, tatlı ölürler.

Elest kitabından, âb-ı hayat içerler,

Bir başka işveyle ölürler.”

Yatağının başucunda toplanan dostalarını,

Şu sözleriyle teselli ediyordu.

“Bu dünyadan göçeceğim diye,

Üzüntü etmeyesiniz bile,

Sizinle her halinizde beraberim,

Dirim yol göstermekti size,

Ölümüm de, yardım etmektir yine.”

Hakka olan özlem,

Hz. Mevlâna’da ki özlemlerin asıl sebebi,

Halin sırrıda bu özlemlerdir,

Hakkı özler, cemâlini görmeyi özler,

Cennetteki yerini özler, mayasını, özünü özler.

17 Aralık 1273 Pazar günü

Akşam ezanıyla birlikte,

Bir feryat koptu, Konya'da..

Göçtü, Mevlâna bu diyardan, o diyara..

Gülerek, coşku ve sevinçle,

Kelime-i şehadeti getirdi,

Terk eyledi, zindan olan dünyayı,

Hakka vasıl oldu, seyrederek Cemâlini.

Şeb-i Arûz günü oldu,

Mahsun olacak bir hal yok idi,

Mü’minlerin bayramıdır bugün de,

Gerçek aşıklara, hiçbir korku ve de hüzün,

Olmamalı ahiret gününde.

Vefatı işitildi dört bir tarafta,

Selâlar okundu her bir yanda,

Acı haberi işletenler, ağlaştılar,

Mevlana'nın medresesine, Konya'ya koştular.

Öyle cemaatler doldu ki her bir taraftan,

Konya sokakları, almaz oldu hiç bir yandan,

İlk defa görülüyordu, böyle kalabalık cemaat,

Gayri müslimler de geldiler, her bir yöreden.

Mevlâna, gönüller sultanı,

Onlar da, sahip çıktılar cenazesine,

Şiirler okuyup dövündüler,

Kendi adetlerini yapmaya başladılar.

Müslümanlar hayret ve taaccüb içindeler,

“Size de ne oluyor böyle?” dediler.

Onlar da: “Hz. Mevlâna bizi de,

İlim ve irfanıyla aydınlattı.

İyilik ve ihsanından bizi ayırmadı,

Bizim de büyüğümüz, efendimiz di.

Saygı ve İtibarda üstünümüzdü,

Isıtırdı, O’nun güneşi, hepimizi.”

Papazlar, hahamlar dediler;

“Siz, devrin Mevlâna’sını

Nasıl Muhammed’i olarak tanıyorsanız,

Biz de zamanının, Musa’sı olarak görüyoruz.”

Başka papazda ağlayarak;

“Mevlâna ekmek gibidir,

Herkese ihtiyaçtır.

Ekmekten kaçan,

Hiç aç gördünüz mü?

Siz, nasıl onu severseniz,

Biz de onu severiz ve müridiyiz,

O;”Yetmiş iki millet sırrını, bizden işitir,

Biz, bir perde ile, yüzlerce ses çıkaran ney’iz!”

Demedi mi?”

Naaşını sevdiği Alim, İmam İhtiyarüddin,

Yıkadı misler gibi, gasletti şerefli veliyi.

Yıkayamadı önce, ağlamaktan

Yanağını, yanağına dayadı ağladı, bedenine sarıldı,

Mevlâna, eliyle bileğini tuttu.

Oraya bayıldı, manevi haller gördü,

Söylenen sözler duydu;

“Nûr, nûra karıştı,

Âşık, Mâşuk’a kavuştu,

Korku yok, mahzun da olmazlar

Müminler ölmez,

Fani alemden, sonsuz aleme nakledilirler.”

Her birisi koştular, dört bir yandan,

Salına girip, omuzlarında taşımaktı, hep birden,

Çok kişi izdihamdan ayak altında kaldı,

Telef oldular, tabutu taşıma isteğinden.

Sağa sola tabutu çekiştirdiler,

Bir adım dahi olsa götürmekti niyetler,

Mahşer gibi kalabalık tabutta eller,

Tabut parçalandı, omuzlar üzerinde.

Yenisi getirildi ise de yerine,

Omuzlar üzerinde, o da parçalandı yine,

Bu hal altı kez oldu,

Tabut değişti, parçalandığı her seferde.

Altıncı tabut ulaşabildi musallaya,

Koyulabildi nihayetinde üzerine,

Şükür eyledi herkes, bu hal üzere,

Namazı eda etmeye niyetle.

Sadreddin Konevi Hz. kıldıracaktı namazını,

Lâkin gönül perdesi açıldı, bayıldı kaldı.

Kendine geldiğinde kıldırdı namazı,

Sordular neden bayıldığını;

“Resulullah önde, imam olmuş, binlerce melek ardında,

Gökteki tüm melekler, ağlaşırlar,

Ondan bayıldım, halim böylece.”

Duyanlar çok ağlaştılar,

Mevlana'nın büyüklüğünü, derecesini,

Daha çok anladılar,

Mevlâna’nın  mertebesine, hayran kaldılar.

Mevlâna şöyle der;

“Canı, Sen aldıktan sonra,

Ölmek, şeker gibi tatlı.

Seninle olduktan sonra,

Ölüm tatlı, candan daha tatlı..

Sen’inle olduktan sonra,

Ölüm tatlı, candan daha tatlı..”