“At üzerinde savaş kazanılır, at üzerinde devlet yönetilmez.”

Adalete dayalı ilkelerin hâkim olduğu bir devlet düzenine özlem duyan bir vatandaş olarak, kaynağını bilmesem de bu söz benim yönetim yaşamımı çok etkiledi.

“Depremlerden sonra düzenli şehirler daha kolay kurulur.”

Bu da fikir dünyamı olgunlaştıran sözlerden birisi olarak her problemi çözüme nasıl çevirebilirim düşüncesi ile yeniden inşa etmenin arayışı ile çözüm odaklı ruhum projeler peşinde koşmuştur.

Petrol şirketlerinin kazalarının doğru analizi ile ülke ve küresel düzeyde geçerli Amerikan standardı (ASTM Normu) doğmuş. Aynı şekilde Alman standardı (DİN normu) kömür madenleri ve diğer madenlerdeki kazalardan alınan derslerin neticesinde ortaya çıkmış.

17 Ağustos 1999 depremi ile ilgili bir yazımda; bu depremi doğru analiz eder doğru sonuçlara ulaşırsak belki bizim küresel düzeyde geçerli olacak standartlarımız ortaya çıkar tezini savunmuştum. Ama ondan sonraki depremler ve başımıza gelen birçok kaza; maalesef bizim olayları doğru analiz etmediğimizi, dolayısıyla doğru sonuçlara ulaşamadığımızı gösterdi ve gösteriyor.

Her alanda standarttan uzak, sistemli çalışmaya direnen sosyal psikolojiye sahibi olmamız sanırım bunda çok etkili.

15 Temmuz’da geldiğimiz nokta bunu açıkça ortaya koyuyor.

Belki altmış yıldır bütün hükümetler döneminde devletin içine çöreklenmiş bir yapı 15 Temmuz’da devletin yapısını değiştirmek üzere devletin askerini devletin ve milletin üzerine yürüterek çok büyük bir kaosun doğmasına sebep olmuştur.

Düşünün 60 yıldır yavaş yavaş devletin yapısına yerleşirken yani önemli görevlere insanları görevlendirirken acaba o yerin gerçek sahibi olan kimlerin hakkı yenmiş, hangi gerçek vatanseverlerin önü kesilmiştir?

O cevapları hazır verilen sınavlarla bazı insanlar göreve yerleştirirken; hangi namuslu , gerçek çalışan, görevi hak eden gençlerimizin geleceğini kararmıştır?

Üstelik inançlı, diyerek, dindar diyerek takvayı ayakları altına alarak kul hakkı ile acaba ne kadar gencin umutlarını gasp etmişlerdir?

Veya ülkenin yönetiminde var olmayı istemiş ama yılların adaletsiz eğitiminde ezilmiş Anadolu insanı ve evlatları nasıl sömürülerek fedaileştirilmiş?

Acaba bu kaosun yolunu döşeyen zihni yapıyı doğru analiz edilebiliyor muyuz?

Üstelik belirli grupları yüksek standardın temsilcisi saymak veya takvanın gerçek temsilcisi görmek gerçekten doğru sonuçlar üretememiştir.

Acaba; demokrasi dediğimiz toplumsal tercihimizin oluştuğu yönetme sistemimizde siyasi partiler; belirli insanların elini öperek veya gizli pazarlıklar yaparak o grubun abisinin, liderinin, başkanının, büyüğünün bir selamı ile binlerin oyuna ipotek koyarak, milletin gerçek menfaatlerini gasp ederek, demokrasiyi kirletmiş olmuyorlar mı?

1980 darbesinde bizim çocuklar haline gelen darbecilerimiz bir milletin istiklaline nasıl ipotek koymuşlardır? Başka bir açıdan bizim ordunun yöneticileri ABD’nin neden bizim çocukları olmuştur? Bunları doğru analiz edebiliyor muyuz?

Ne istedilerse verdik derken hangi takvayı gözettik, hangi sistemin liyakat ölçen terazisini işlettik?

Oy almak için; iktidara küseni dost veya muhalefete karşı olanı benim tarafımda ol düzenbazlığı ile biz siyaseti nasıl millet menfaatine hizmet eder hale getirebileceğiz?

Yoksa belirli cemaatlerin, aşiretlerin, grupların önderlerini ayarlayarak demokrasi nasıl bir milletin menfaatini koruyacak şekilde çözüm üretebilir?

Acaba ilkeleri devlete hâkim kılacak düzeni kurmak için hepimize görev düşmüyor mu?

Şu an devletin, belediyelerin ve bürokrasinin her yerinde hala iş yaptırmak veya göreve talip olmak için tanıdık, tabir caizse bir dayı, siyasi bir kimlik arıyorsak acaba bu yönetime kim gelirse gelsin liyakati adaleti hâkim kılabilir mi?

Şöyle bir bakın iktidar ve muhalefetin etkili olduğu belediyelerde, devlet ve bürokraside hangi iş, sistemin sağladığı kolaylıkla yapılabiliyor?

Sistem nedir? İlke nedir?

Asıl olan, en bilgisiz, en yalnız, yabancı, kimsesizin bile aynı şartlarda işleyen bir devlet mekanizması tarafından hiçbir aracıya gerek duymadan, işlerinin yürütülmesi değil mi?

En yüksek makamdaki, en varlıklı insan ile en zayıfın devletten aynı şekilde faydalanması değil mi?

Bir iş cumhurbaşkanının ya da belediye başkanının talimatı ile hızlı görülüyorsa bu sistem çalışıyor mudur?

Sistemli çalışma en namussuzu bile dürüst çalıştıracak düzen değil mi?

Yoksa namusluları yoldan çıkaracak bir mekanizma devlet düzenini ne kadar güvenli kılar?

15 Temmuz’da aldatılan bir hükümet var.

60 yıldır uyutulan bir devlet var. Siyasi partiler de oy olsun da nasıl olursa olsun kirli temiz fark etmez mantığında, gemisini yürüten kaptan.

Güçlü oy potansiyeli olan ve lideri veya başkanı ile görüşülüp binlerce hatta milyonlarca insanın oyuna ipotek koyan bir siyasi mekanizma var bunları neden sorgulamıyoruz?

Bence hepimiz şapkayı önümüze koyalım ve düşünelim;

Adaletli, düzenli ve liyakate dayalı bir devlet düzeni için neler yapmalıyız onu doğru ortaya koymalıyız.

İktidar ve muhalefet olarak siyaset; 60 yıldır bu düzensizliğin değirmenine su taşıyarak, karşılığında oy devşirdi…

Önce biz samimi ve dürüst olmalıyız.

Kendi tayinimiz, bekleyen işimiz veya olacak işimiz için kirlenen zihnimizi değiştirmeliyiz. Görmeyen gözümüzü açmalı, duymayan kulağımızı harekete geçirmeli, susan dilimizi ve yüreğimizi ortaya koymalıyız.

Hele şu işim olsun da bir bakarız, mantığı ile sadece düzenbaz düzenin bir parçası oluruz.

Sadece bir tarafa kin kusmak, bir tarafa sempati duymak için pozisyon alan , aklını ve kalbini kullanmayan duygusal arkadaşlar belki de bu sitemin en tehlikeli tamamlayıcıları. Nefretleri veya taraftar ruhları ile akılcılığın gerçek katili bu arkadaşlar. Bunlar okumazlar, analizleri sığdır, olayları çözümleme yerine baktıkları yerden olayı değerlendiren sığ bakış açılı insanlar çok, maalesef her dönemde bu ortamlar var, olacaktır.

Çin MÖ yaklaşık 500 yıllık karmaşa döneminden Konfüçyüs gibi Sun Tzu gibi birçok bilge insanı ortaya çıkarmış, insanlığı yücelten sistemler geliştirmiş. Peygamberimiz ve Yüce kitabımız cahiliye döneminin en azılı döneminde gönderilmiş.

Bir ulusun yokluğundan varlığı inşa etmiş olan Atatürk; bu milletin moralinin en dip seviyesinden devlet almış, kurtuluş savaşına taşımış ve cumhuriyeti getirmiş.

Daha ne bekliyoruz düzenli, adil liyakate dayalı bir devlet için daha büyük belalar mı başımıza gelmeli?

Bence adalet, liyakat ve ilkelere dayalı bir zihni yapı ile gelmiş geçmiş en büyük kaostan yeni bir düzen çıkarmalıyız, at üzerinde değil ayakları yere basan ilkeli bir düzen kurmalıyız.

Evrensel standartlara öncülük edebilecek sürdürülebilir düzen ile…