3 yıl önceydi. Şair - Yazar Tayyar Yıldırım kardeşimin elinde bir kitap gördüm. Çok dikkatimi çekti. Aldım inceledim. “1 Şehit, 1 Öykü, 1 Şiir” adı verilen kitapta 54 yazar ve şair tarafından 60 civarında şehidimizin öyküsü yer alıyor ayrıca her şehit için yazılan şiirlere de yer veriliyordu.

Şehitlerimize vefa gereği yapılan kitap gerek teknik yönden gerekse içerik olarak çok güzel hazırlanmıştı. Tayyar beyden kitabın nasıl doğduğu ile ilgili bilgiler aldıktan sonra dudaklarımdan şu cümleler döküldü. “Böyle bir kitapta ben de yer almak isterdim.”

Aradan bir yıldan fazla zaman geçti. Tayyar Beyle bir görüşmemiz esnasında şunları söyledi: ”Abi duan kabul oldu. 1 Şehit 1 Öykü 1 Şiir kitabının ikincisi yapılıyor. Kitapta sana da yer veriliyor.” Osmaniye’den Talip Kazgı kardeşim, ikinci kitapta benim de yer almamı istemiş ve Tayyar Beye söylemiş. Daha sonra Talip Bey kendisi arayarak konuyu teferruatlı bir şekilde izah etti. 

Türkiye’de benzeri olmayan ve bir grup vatansever insanın öncülüğünde hazırlanan “1 Şehit 1 Öykü 1 Şiir” kitabının ikincisi 40 yazar ve şairin kaleme aldığı ve gözyaşları ile okunacak 42 şehidimizin öyküsünden ve şiirlerinden oluşuyor.

Projenin fikir öncüsü ve koordinatörü Şair Harun Yıldırım’dan ayrı olarak Şair – Yazar Faruk Anbarcıoğlu, Şair – Yazar Talip Kazgı ve Şair- Yazar Safiye Samyeli’nin seçici kurulda yer aldığı kitap, vatan ve bayrak uğruna canlarını veren, kanlarını döken şehitlerimiz adına ve onlara vefa gereği yapılan bir çalışmadır.

Bu kitap vatanın bağımsız bütünlüğünü korumak için canlarını veren kahramanların hikâyelerini yeni nesillerimize aktarmak, gençlerimizin de şehitlerimiz gibi gerektiği zaman din - vatan – bayrak uğruna seve seve canlarını feda edebileceklerinin şuurunu kazandırma yolunda onlara ışık tutan çok kıymetli bir eserdir.

Bu eser de yer almak her şair – yazar gibi benim için de büyük bir şereftir. 40 yazar – şair arkadaşımızın 42 şehidimize ait öykülerinin ve şiirlerinin bulunduğu bu eserde ben de Konya Akörenli şehidimizin öyküsünü kaleme aldım.

Talip Bey kardeşimin verdiği geniş bilgiden sonra hemen çalışmalara başladım. Öncelikle hangi şehidimizin öyküsünü yazacağıma karar vermem gerekiyordu. Akörenli olmam hasebiyle kendi memleketimizin şehidini yazmam daha uygun olacaktı. Birkaç yıl önce Akören’de cenazesine katıldığım şehit Halis Özcengiz’in babası Hacı Ahmet Özcengiz’le görüştüm. Kendisinden geniş bilgilerle birlikte onayını da aldım ama daha sonra öğrendim ki öncelikle şehidin eşinden onay almak gerekiyormuş. Şehit Halis Özcengiz’in eşine ulaştım ama ne hikmetse onay vermedi. 

Halis Özcengiz şehidimizi yazmak için onay alamayınca başka bir şehit için Akören Belediye Başkanı İsmail Arslan beyle görüştüm. Başkandan Akören’in Kayasu mahallesinde bir şehit ailesi daha olduğunu öğrendim. Önce Şehit Hamdi Karagöz’ün babası ile sonra da eşi Duygu hanımla temas kurdum. Her ikisi de konuya sıcak yaklaştı. Belirlediğimiz bir günde eşimle birlikte Akören’in Kayasu mahallesine giderek Şehit Hamdi Karagöz’ün babası, annesi ve eşi ile saatler süren görüşmeler yaptık. Kendilerinden şehidimiz Hamdi ile ilgili bütün bilgileri aldım. Duygu dolu anlar yaşandı.  

Gözyaşları içerisinde şehit Hamdi Karagöz’ün kabrini de ziyaret ederek, aldığım bilgiler ışığında öyküyü ve şiiri yazmak üzere şehit evinden ayrıldık.

Şehidimizin ailesi ile görüştükten sonra hemen çalışmaya başladım. Sonradan gelen bazı ilave bilgileri de ekleyerek bir ay gibi bir sürede öykü ve şiir çalışmamı tamamladıktan sonra seçici kurula gönderdim. Bir ay kadar sonra da öykümün ve şiirimin kabul edildiği bildirildi. Çok sevinmiştim. Ne kadar memnun ve mutlu olduğumu anlatmama kelimeler kâfi gelmiyor.

Kitap için yazdığım şehit Hamdi Karagöz’ün öyküsünden bir bölümü buraya almakta fayda görüyorum:

Hamdi bir hafta süren görevinden yeni dönmüştü.  Akşam saatlerinde eve gelmişti, eşi ve çocuğu ile hasret gideremeden sabah kahvaltı anında tekrar görev haberi geldi. Eşi en çok sevdiği böreği yapmıştı ama sadece birkaç dilim yemek nasip olmuştu. “Döndüğümde tekrar yaparsan o zaman yerim” diyerek hemen sofradan kalktı, hazırlandı, görev kıyafetlerini giydi.

Eşinin görev haberi gelir gelmez her zamanki gibi Duygu hanımın gönlüne yine ateş düştü. Ayrılık acısı yine yaktı içini…  Eşinin dönüş sevincini tam yaşayamadan, özlemi gideremeden bir ayrılık daha gelip çatmıştı. Eşinin hüznünü gören Hamdi, “Üzülme, 3 gün sonra döneceğim İnşallah” diyerek teselli etmeye çalıştı. Hazırlandı, vedalaştı ve gitti. Giderken pencereden bakan eşine el salladı, arkadaşının arabasına bindi biraz ilerledi tekrar durdu, kapıyı açtı, bir bacağını dışarı attı, kafasını çıkardı yukarı baktı ve tekrar el salladı. Bir daha dönmeyeceğini hissetmiş gibiydi.

Bu gidişin son gidiş, bu vedanın son veda olduğunu bilemezlerdi tabi ama Hamdi’nin tekrar tekrar dönüp el sallayarak veda etmesi, bir şeyler hissettiğinin göstergesi olmuştu. Bu defaki görev yeri Ordu Mesudiye ilçesinde bulunan Topçam mahallesindeki Kertin mevkii idi.  Burada terörist unsurların bulunduğuna dair alınan ihbar üzerine harekete geçilmişti.

İçlerinde Hamdi Karagöz’ün de bulunduğu askeri birlik Kertin mevkiindeki ormanlık alanı didik didik ediyor, askerlerimiz, vatanımızı bölüp parçalamak isteyen hain teröristlere karşı vatanın bölünmez bütünlüğü uğruna canlarını ortaya koyuyorlardı.

30 Temmuz 2016 gecesiydi. Duygu Hanım’ı bir türlü uyku tutmadı. Yerinde duramıyordu. İçini büyük bir huzursuzluk kaplamıştı. Huzursuzluğu öyle büyüktü ki evde de duramadı. Gecenin 12’sinde kızı Berra’yı uyandırdı ve dışarı çıktı. Bir saat kadar dışarıda dolaştı ama sürekli ağlayan Berra’yı durduramayınca evine döndü. Evde de huzursuz bir şekilde sabaha kadar dolaştı durdu.

Sabah hemen telefona bakma gibi bir alışkanlığı yoktu ama bu defa niye telefona bakma gereği duyduğunu bilmiyordu. “Ordu’da çatışma oldu” alt yazısını okuyunca başından vurulmuşa döndü. Ne yapacağını şaşırdı. Hemen telefona sarıldı. Sürekli açık olan eşinin telefonu bu defa kapalı idi. Üstelik daha önce yazdığı mesaj da ulaşmamıştı. Haberde ayrıntı verilmiyordu. Gece sabaha kadar yaşadığı huzursuzluk ve endişe daha da büyüdü. Mutlaka bir şey olmuş, eşinin başına bir iş gelmişti. Telefonunun kapalı olduğu ve mesajının ulaşmadığı bugüne kadar hiç vaki olmamıştı. Eşiyle ilgili mutlaka bir haber almalıydı. Hemen giyindi, Berra’yı uyandırdı. Berra’nın günlerdir “benim özel babam” diyerek bırakmadığı babasının fotoğrafı yine elindeydi. Birliğe gitmek üzere evden çıktı.

Evde bu endişeler ve gelişmeler yaşanırken Hamdi’nin birliği Kertin mevkiinde terörist avında idi. Ormanlık alana geceden konuşmuşlardı. Dağınık şekilde grup grup mevzi almışlardı. O gece Hamdi eşini arayarak şöyle demişti. “Yer değiştirdik. Yeni bir yere geldik. Bir grup teröristin görüntüsü alınmış. O yüzden mesaj atamam. Telefonun ışığı gece görünürse sıkıntı olabilir. Merak etme sakın.”  Meğer onlardan önce gelerek gizlendikleri yerde her türlü düzeneklerini kuran hainler birliğimizi gözetlemeye başlamış. Alan çok geniş ve birlik grupları arasında bir hayli mesafe vardır. Hamdi’nin bulunduğu grup en başta ve tepede, diğer gruplar ise geride ve daha aşağıdadır. Hamdi’nin bulunduğu gruba bir anda ateş yağmaya başlar. Vatan, millet düşmanları her zaman yaptıkları gibi kalleşçe kurdukları pusudan Hamdi ve arkadaşlarını ateş yağmuruna tutmuşlardı. Vatanımızın bekçisi kahraman askerlerimiz kendilerini toparlayıncaya kadar ateş altında kaldılar. Ortalık toz duman olmuştu. Üzerlerine dört bir yandan ateş yağıyordu. Diğer gruplar olay yerine gelinceye kadar her şey olup bitmişti. Hamdi ve iki arkadaşı daha, bu yoğun ateşten kurtulamadı. Hainlerin kurşunları ile Jandarma Uzman Çavuş Hamdi Karagöz ile birlikte silah arkadaşları, Jandarma Komando Er Muhammet Ali Sarı ve Jandarma Komando Er Doğan Kaya şehadete ulaştılar.

Anne Keziban Hanım, Hamdi çocuk yaşlarında iken gördüğü askerlere özenmiş ve şöyle demişti: “Benim oğlum da böyle bir asker olsa…” Yine bir gün TV’de izlediği şehitlerin faziletini anlatan programdan etkilenmiş, “Benim oğlum da şehit olsa, ben de şehit anası olsam” diye geçirmişti içinden… Üç oğlu vardı, hangisi için bu temennileri yaptığını kendisi de bilmiyordu ama kader kalemi bu temennileri Hamdi adına kaydetmişti. Kezban hanım bir anda yıllar önceki bu temennilerini hatırladı, aramalarına da cevap alamayınca içine bir ağı çöktü. Oğluna bir şey mi olmuştu acaba? Anne, büyük endişe içinde gözyaşı dökerken baba Tahir Karagöz’de aynı endişe ve huzursuzluk içinde gözyaşlarını içine akıtıyordu.

Hamdi’nin ruhu da diğerleri ile birlikte yuvasından uçup giden kuş gibi sonsuzluğa uçmuştu. Hayatlarının baharında olan üç fidan bir anda solmuş, hainlerin, şerefsizlerin kurşunları ile kanları toprağa karışmıştı. Bu vatan için canlarını feda eden nice şehitlerin ardından üç yiğit daha ebediyete gitmiş, ruhları önceki şehitlerin ruhları ile buluşmuştu. Cennette kucağını açarak kendilerini karşılayan kâinatın Efendisi Hz. Peygamber Aleyhisselam idi.

Duygu Hanım 31 Temmuz 2016 Pazar günü öğle saatlerinde aldığı çok sevdiği eşinin şehadet haberi ile yıkıldı. Önce feryat figan etti. Döktüğü gözyaşları pınarlar gibiydi. Ama bir anda eşinin, “Şehit olan için feryat figan edilir mi? Şehit olmuş. Allah’ın övgüsüne nail olmuş. Peygambere komşu olacak. En büyük mertebeye ulaşmış,  daha ne istiyorlar ki?” sözünü hatırladı. Metanetli olmaya çalıştı. Eşinin bu sözlerinin kendisine bir mesaj olduğunu düşünerek sakin olmaya gayret etti. Kendisini biraz toparlayınca, “Eşim nerede? Onu görmek istiyorum” dedi.  Gölköy Devlet Hastanesine götürdüler.  Eşinin yüzünü son defa orada gördü. Yüzünden nurlar akıyordu adeta… Pırıl pırıldı yüzü… “Şehitlere ölüler demeyin, onlar diridirler ama siz bilemezsiniz” Ayetinin sırrı burada tecelli ediyordu. Ne de olsa insandı. Ne kadar metin olmaya çalışsa da daha fazla dayanamadı. Kendini kaybetti.

Duygu Hanım o anları şöyle anlatıyor:

“Hastaneye giderken ne göreceğimi bilmiyordum. İnsan bakmaya bile kıyamadığı eşinin, ‘vücudunu ne olur tek parça göreyim Allah’ım’ diye dua eder mi hiç? Edermiş. Çok şükür tek parça ve üzeri örtülü görebildim. Yalnızca yüzünü gördüm gözleri çok hafif aralıktı. O yeşil gözlerinin rengi daha da yeşillenmişti. ‘Gözlerinin feri gitmiş’ sözünün ne demek olduğunu o gün anladım. O bana öyle tepkisiz nasıl bakardı? Bana öyle dümdüz duygusuz bakmazdı ki o, hele ki ben ağlarken… O an her şeyin bittiğini idrak ettim. Bu arada Berra, polis aracında gelmişti hastaneye. Ben ambulansın önünde, Berra yandaki polis aracında… Berra yanıma gelmek için feryat figan ediyor fakat ellerim tutmuyor, çocuğuma bile uzanacak takatim yok. Yavrum idrarını yapmış, kıyafetlerini çıkarıp çarşafa sarmışlar. En son hastane önünde yepyeni kıyafetler giydirmişler Berra’ya… Onu hatırlıyorum. Kim aldı, kim giydirdi yavrumu, kim göz kulak oldu hiç birini hatırlamıyorum ama hepsinin ömür boyu duacısıyım. Onu sokamadılar hastaneden içeriye göremedi babasını son kez.”

Hamdi’nin bedeni Akören Kayasu mezarlığında ebedi istirahatgâhında yatmakta ruhu da şühedanın ruhuyla özel bir yerde, Rabbimizin, “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetme! Aksine onlar diridirler ve Rableri yanında rızıklanmaktadırlar” buyurduğu gibi ağırlanmaktadır.

İkinci mutluluğu kitabı elime alınca yaşadım. Bu kitap 40 yazar ve şairin yaptığı çok özel bir çalışma sonunda ortaya çıkan harika bir eserdir. Böyle bir eserde yer almak daha önce de belirttiğim gibi benim için çok büyük bir onur oldu. Bu onuru yaşamak mutluluğun en büyüğüydü. Şehitlerimiz için ne yapılırsa azdır.

Bu güzide eserin ortaya çıkmasında çok büyük emekleri olan Harun Yıldırım, Faruk Anbarcıoğlu, Talip Kazgı ve Safiye Samyeli kardeşlerime, şehit ailesine ulaşmamı sağlayan Akören Belediye Başkanı İsmail Arslan Beye ve bizi sadece evlerinde değil aynı zamanda gönüllerinde de misafir eden şehit ailesinin her bir ferdine şükranlarımı sunuyorum. Yazımı Şehit Hamdi Karagöz için yazdığım şiirimle tamamlıyorum. Sağlıklı ve mutlu yarınlar diliyorum.

ŞEHİDİM

Cennet vatan uğruna canını feda ettin,

Şehadete ulaşıp yürek yakan şehidim.

Her tür düşmana karşı geçilmeyen bir settin,

Ordu topraklarına kanı akan şehidim.

Vatanı atalardan büyük emanet bildin,

Bayrak inmesin diye fırtına, bora, yeldin,

Çakalların inini vurup dağıtan seldin,

Çakmak çakmak gözlerle ufka bakan şehidim.

İtimat, güven verdin Müslüman Türk dostuna,

Aşkla, imanla gittin hainlerin üstüne,

Hiç halel getirmedin yeminine, kastına,

Yıldırım, bora, şimşek olup çakan şehidim.

Bölünmesin vatanım inancı taşıyordun,

Bu amaçla dağ, tepe, denizler aşıyordun,

Katiller karşısında çağlayıp coşuyordun,

İhanet ocağını yakıp yıkan şehidim.

Emaneti korumak kutsal görevdi sana,

Şehadet şerbetini içmiştin kana kana,

Gülerek sonsuzluğa yürümen büyük mânâ,

Her görevden alnında nurla çıkan şehidim.

İzlerin var ülkemin toprağında, taşında,

Al Bayrak hüzünlüydü ölmeyen naaşında,

Damla damla akarsın dökülen gözyaşında,

Ay yıldızı göğsüne nişan takan şehidim.

Sen de dâhil edildin şehitler kervanına,

Senin de kaydın düştü Peygamber divanına,

Hamdi iken, şehit de eklendi unvanına,

Hak katında beslenen Cennetmekân şehidim.

Salih Sedat Ersöz