Günah, gözle görülecek kadar kaba değil ki yüzden anlayasın,

Sevap, geçer akçe değil ki keseye bağlayasın.

Dürüstlük, olduğun gibi görünme ya da göründüğün gibi olma o kadar zorlaştı ki hayatta, annemin hep şu hikmet dolu sözü geliyor bu günlerde aklıma; “oğlum! Oku, kıl, kalbini yokla” yani dürüst’te sensin, sahtekârda. Azapta sensin rahmette. Acıyacakta sensin acınacakta…

Ne zaman birilerini aldatınca aldatılacağımızı anlayacağız bilemiyorum. Bunu anlamak için ümitler mi kısaldı yoksa ömürler mi?..  Hani bir söz vardır: “hırsız kadı, (hâkim) kime şikâyet edeceksin?”  İğne niyetiyle başkasına batırdınız elem verici nesnenin iğne olmadığını anlamak için daha ne kadar bekleyeceğiz… İnsanın Allah aşkına yok mu kimse! diye haykırası, isyan edesi geliyor…

Hırsızlık, yasa kitaplarında geçtiği gibi “ başkasına ait olan bir malı ondan izinsiz karşılığı verilmeden alınan mal” dan başka bir şey değil mi?.. Ya kalbi çalınanlar… Ömrü çalınanlar… Geçmişi geleceği çalınanlar… Onlara da meşhur fıkrada olduğu gibi: eşşeğini bağlamayana hapis cezası, eşşeği çalana berat mı demeliyiz… Merak etmeden duramıyor insan, Mevlana’nın ya olduğu gibi görün ya da göründüğün gibi ol” sözünü;  insanları düşünme zahmetinden kurtarıp rahatlatmak için ‘fıkralardaki gibi ol’ deyimi versek?..

Dünya nimetlerinde yarışta, keseyi doldurmadaki azimde, haklı haksız olduğumuzu dahi düşünmeden arzuladığımız hedefe ulaşmada koşuşta, hiç kriterimiz olmayacak mı?.. Neden insanlar bir arada yaşar öyleyse? Ayrı yaşadıkları zaman diğer canlılarla aşık atışamayacaklarından mı yoksa?.. Kendilerine insan olma onuru ve toplu halde yaşama gururu verildiği için mi bu görevi yerine getirme gayreti içindeler?..

İsmi cismi bilinmezken, daha hiçbir yerde resmi görülmezken ahkâm kesenler, mangalda kül bırakmayanlar, ellerinde yetki olunca ne çabuk unutuyorlar dünlerini. Güle sevmek için dikene, dik duranı sevmek için çökene bakmak gerekmez mi?.. Vefa, insanlık, insani değerler, sadece etkisiz ve etkisiz insanlar ararsın damı anlam ve değer kazanır?..

Rüya görmeyen insan, geçmişten özlemi, gelecekten ümidi olmayan insandır. Gelecekten hiç bir beklentisi olmayan insan, geçmişte hiçbir yatarım yapmamış insandır. Yani kabaca: öyle gelmiş… Öyle gidecektir… Ben kendimce bu insanların niçin yaşadıklarını hep merak etmişimdir. Oysa onların elinde değil ki yaşamak ya da yaşamdan silinmek… Yaradan, yaşayan her canlıyı kendine has bilgisi ve hikmeti içinde yaratmış, verilen süre dolunca da alıp götürecektir emanetini…

Bu teslimiyet insanın kendisine verilen akıl ve kudret çerçevesinde yapılması gerekeni yaptığı, varılması gereken menzile vardığı ölçüde ehemmiyet kesbeder. Zira bunun dışındaki körü körüne teslimiyet, yaradılış sırrına mugayirdir. Madem yaratılışımızda bir katkımız yok, öyleyse yok oluşumuzda da bir katkımız olmayacaktır. Yalnız, yaşam süreci içinde biz, ruh ve beden emanetini kullanma özgürlüğünü kötüye kullanmamız halinde sorumluktan kurtulamayacağızdır.

İnsani sorumluluk, insan olmayla başlar ve Yaradan’ın emir ve buyrukları kuşatılır. Şüphesiz Yaradan’ın, onun emir ve buyruklarının uygulayıcılarının sorumluluğu, emir ve komuta zinciri doğrultusundadır. Hiç kimse 1940 lı yıllardan başlayarak 2014 yılı son ayları itibari ile 3000 den fazla canın telef olmasından, binlerce insanın yaralı, yüzbinlerce insanın mağdur olmasından kendini sorumsuz tutamaz…

Elbet kapanmasa da nasır tutacak bir gün mazlumların yarası…

Bilmem çıkar mı zamanla sorumluların içlerinden yürek karası…