1.Müslümanlar: M. 7. Yüzyılın ilk yarısında Bizans’ı Suriye’den çıkaran Müslüman Araplar bölgeye akın akın göç ettiler. Bu göçlerle, içeride doğacak bir fitneyi bastırmayı, Bizans’a karşı demografik yapıyı değiştirmeyi amaçlamışlardı.

            2. Maruniler: İlk yaşayış yerleri hakkında farklı rivayetler de bulunan Marunîler Antakya ile Cülus (Halep’in 70 km kuzeyinde) yaşadıkları en büyük ihtimaller arasındadır. Marunî tarihçileri ise dedelerinin Suriye’nin Kuzeyi Antakya’da yaşadıklarını iddia etmektedirler.

            3-Müslüman Sünniler, Şiiler ve Dürziler:  Sünniler Lübnan’ın sahil şeridin de, Şiiler, Beka Vadisinde ve güneyde,  Dürziler Lübnan dağlarının orta kesiminde konuşlandılar. Marunîler’in ise; dağlık bölgelere oradan da H. 7. Yüzyılın sonlarında Lübnan dağlarına çekildikleri ileri sürülmektedir. Bu tarih bazı batılı Müslüman tarihçiler tarafından tenkit konusu edilmiştir. “692’de 12.000 askerle Halife Abdülmelik’i hezimetine uğrayıp Suriye’yi geçerek Lübnan’a sığınan Marunîlerin hicri 7. Yüzyılının sonlarında asker sayılarının söylendiği kadar olması olanak dışıdır. Haçlı seferleri esnasında 11-12 yüzyılda sayıları 40 bini aşmayan Marunîlerin 7. Yüzyılda 12 bin askerle savaşa girmesi hayalden başka bir şey değildir” denilmektedir. Tarihçilerin iddialarına göre Maruniler’in sayısı 7. Yüzyılda 10 bin kişiyi geçmiyordu.

 Fransız tarihçileri hicret sebeplerini Abdülmelik’le olan hezimetlerine değil Hristiyan kilisesiyle olan dini anlaşmazlıklara bağlıyorlar. İlk Ruhbanlığı Suriye’de yapan Marunî’ler göçebe hayatı yaşıyorlardı. Aşiret reisi ‘Marunî’nin ölümüyle öğrencileri tarafından kısa sürede yayılan bu yeni mezhep Bizans imparatoru tarafından sakıncalı görülmüştü. Marunîler Bizanslılara göre bir nevi Hristiyanlığı bölmeye yeltenen bölücü örgüt niteliğindeydi. Bizans’ın isteklerine karşılık veren Antakya Kilisesi, Marunîleri aforoz ederken zamanla Lübnan’da ikinci bir adreslerinin olacağını hiç düşünmese gerek.

Batının bölgedeki en etkin kilisesi

            Fransa ve diğer batılı ülkelerin bölgeden fiilen çekildikten sonra onlardan geri kalan ruhları barındıran Lübnan kilisesi, Vatikan’ın tanıdığı bir papalıkla tarihi yerini muhafaza etmiştir. Bu papalık, bir taraftan bölünmenin önüne atılan bir set görüntüsünü arz ederken, onların ata yadigârında tüttürülen ocakları oldu…

            Müslümanların bölgede hâkimiyetlerinin sürdüğü bir zamanda tekrar toparlanmasını bilen Marunîler, Suriye içlerinde yeniden yapılandıktan sonra tekrar Antakya Kilisesi arasında bağlantı kurdukları için Vatikan’ın tarafından şereflendirildiler. Marunîlerin bu çalışmaları 17. Yüzyıl sonlarında ve 18. Yüzyılda hâkimiyetlerini bölgede ilan ederek taçlandı... Yuhanna Marun’u tesis ettikleri kiliseye Antakya’nın Lübnan’da temsilcisi ünvanını vermeleri de aynı tarihe rastlar.

            4.Dürziler: (966-1021) Tarihleri arasında Fatımilerin 6.Halifesinin talebeleri tarafından yayılmaya çalışılan yeni mezhebin adı Dürzi idi.  Daha önce için fazla bilgi bulunmayan bu mezhep kısa zamanda Lübnan’da yayıldı.

Davetçiler kendilerinin İsmailiy’ye ve Şia’nın bir kolu olduklarını iddia ediyorlar. Bunların tam Şia oldukları söylenmese de ehlisünnetten bazı konularda uzak düştükleri ve Şia ile çeşitli konularda birleştikleri gözden kaçmamaktadır...

Bu mezhebin en bariz görüşleri arasında İmamiye yer almaktadır. Bu mezhep sahiplerine göre imam:

            -Yeryüzünde Allah’ın halifesi ve günahsızdır. Aynı zamanda kavminin bilginidir. Allah’a hidayet yolu ondan geçer. Ona bağlı olmayanlar hidayetten nasibini alamazlar. Bunun içindir ki Fatımi imamlarına Dürziler bu gözle bakmıştır. Onlar Allah’ın hidayet erleridir. Bu mezhep insanları iki kategoriye ayırarak değerlendirilir.

            1-Cehl (cahil) tabaka: Dini vecibelerden muaf tutulan tabaka. Bunların dini sorumluklarının olmadığı görevlerinin sadece ve sadece âkil takıma hizmet etmek olduğuna inanılır

            2-Âkıl tabaka: Bu tabaka dünya ve ahiretten ve kendilerine hizmet eden cahil tabakadan sorumlu tabakadır. Onların yalnız dinin emir ve nehilerini yerine getirmesi yeterli değildir. Bunlar da kendi aralarında ibadetlerine göre mertebe katederler. Ayrıca bu tabaka Dürzilerin, bütün milletlere üstünlüğünü tanıtmakla da mükelleftir. Kendi içinde dinin ana hükümlerinden (metin) yükümlü ve bazı cüz’iyelerden (tefsir) yükümlü olmak üzere ikiye ayrılır. Bu kol da kendi arasında fırkalara ayrılır.

            Dinin ana hükümlerinden yükümlü olan kol idare tabakasıdır. Bunlar; Şeyh-el İslam, Seyh’ül Meşayih, Şeyh Meseyıh’il Asr, Seyh’ül Asr diye adlandırılır. Dürzi devletinin en yetkilisi Şeyh’el Asri dir. Cumhur reisinden sonra gelen yetkili ise, Şeyh tir. Bu dini ve siyasi yetkileri elinde tutar.

            Daha sonra iki siyasi liderin, Reis ve Başbakan’ın ortaya çıkmasıyla Şeyh’in sultası sona ererken Şeyh Asr’ın yetkileri devam eder. Tutuculuğu ile bilinen bu mezhep yanlıları, diğer dini mezheplerde olduğu gibi zamanla dini duygulardan uzaklaşarak dünyevi çıkarlarını ön plana almışlardır. Bu materyalist zihniyet le başlayan kendi arasında sürtüşmenin miladının doğuşu ilk kabile reisliğine gebe kalışın başlangıcıdır. Bu iç kavgalardan meydana gelen kopmalarla Canbolat ve Özbeki kolları ortaya çıktı. Halen bu iki kabile reisinin zaman zaman çatışmalarına şahit oluyoruz. (4)

                                              

Gelecek yazımız, Osmanlı’nın bölgeye gelişi ve Arap göçü hakkında olacaktır.