Yazmıştım, tekrar edeyim: ”Şehidine ağlamayan bir milleti hiç kimse kurtaramaz!.” 

Ulu ve dualı Türk Milleti'nin en cesur, en idealist, en çalışkan, her bakımdan en seçkin, en milli evlatları; her yaştan sivil, asker, polis ve devlet adamları şehit ediliyor. Kendisini bu ulu vatanımız Türkiye'mize adayan Derik Kaymakamı Muhammet Fatih Safitürk de şehit edildi. 

Başımızdaki birçok belanın en belalısı, bu bölücü terördür. 

Bölücü PKK ve uzantılarının terörü neden bitirilemiyor?!.. Demek ki zaaflar, hatalar, eksikler var!..

Kan veba gibidir, aktıkça saflaşmalar olur; tepki bakımından da, taban edinme bakımından da! Zaten örgüt, “Her evden bir ölü” düşmanlığı ile hareket ediyor. 

Milletin hali, iktidarın gücü, muhalefetin tutumu çok önemlidir. Milletimiz; iktidarın, taviz vermeden ve daha fazla zamana da bırakmadan terörü bitirmesini istiyor.

Terörle mücadelede, en başından buyana sürekliliği ve kararlılığı olan tam bir mücadele yürütülmedi. Hükümetlere göre değişiklikler oldu. Bütün yük asker ve polis Mehmetçiklerimizin omuzlarına yüklendi. Milletimiz de ne yazık ki bir bütün olarak bu mücadelede, protesto etmek dahil, tam anlamıyla yer almadı. Yazılarını severek okuduğum yazar Kemal Öztürk'ün, aylar önce yazdığı bir yazısındaki şu cümleye şaşırmıştım: ”O güne kadar düşünmemiştim, lojmanlarda oturan ailelere şehit haberi nasıl veriliyor diye.” Yazının ilgili bölümünü okuyalım:

“Bir şehit haberi nasıl verilir? 

Masanın üzerindeki telefonlar çalıyor aniden. Emniyet müdürü, komutan sarılıyor telefona hemen. “Kötü bir şey mi var?” ilk cümle bu. Sonra “yapma, JÖH mü, PÖH mü” diye soruyorlar. Ve sonunda acı soru geliyor, “aldınız mı şehidi?” Çatışmanın en sıcak yerinden gelen bu telefon, Jandarma Özel harekat (JÖH) ya da Polis Özel Harekat (PÖH) içinden birinin şehit olduğu haberidir. Yüzler düşüyor, kaşlar düşüyor, derin nefesler alınıyor, sigaralar yakılıyor. Vali aranıyor, tümen komutanı aranıyor, üstlere haber veriliyor, her seferinde acı tazeleniyor.

Lojmanlara ambulans girdiğinde

O güne kadar düşünmemiştim, lojmanlarda oturan ailelere şehit haberi nasıl veriliyor diye. O lojmanda oturan bir polis anlatınca irkildim: “Şehit haberi verilirken bir ambulans da gelir. Yakınları fenalaşırsa müdahale etsin diye. Lojmandan içeri ambulans girince, herkes birden cama fırlar. Kimin evine gidiyor ambulans diye bakarlar. Başka eve yönelmişse hemen telefona sarılırlar. Kocasını, ağabeyini, babasını arar, 'sen iyi misin, bir şeyin var mı' diye sorarlar. Eğer bir şey yoksa evden fırlar ambulansın gittiği eve gider, destek vermek için. Ambulans kendi evine yönelmişse, işte o zaman ateş düşer, feryatlar başlar. Şehit ve yaralının olduğu her günümüz böyledir.”( Kemal Öztürk, “Bir hastane manzarası: Şehitler, gaziler, gözyaşları ve öfke”,Yanişafak Gaz., 23 Şubat 2016)

Demek ki yazarımız da, çizerimiz de, sıradan insanımız da şehitlerimiz ile ilgili birçok olaya duyarsız kalmış. Partisi iktidarda ise, şehit cenazesine katılmış; bir taraf bir tarafı zaman zaman suçlamış, bir milli dava olarak görülmemiş. Savaş, terörle mücadele, şehitlerimiz, deprem, sel, ekonomik kriz gibi dertlerimiz, uzunca bir süredir bir milli dava olarak görülmüyor. Adımız millet; Türk Milleti ama, tam anlamıyla millet olamamışız. Ateş düştüğü yeri yakmış, yakmaya da devam ediyor; bir yabancı gibi seyretmek de tabi!

Yazar Aydın Ünal'ın ”Çok cephede savaşmak” başlığı altında yazdıklarından:

“Bingöllü bir arkadaş, o yaygın kaygıyı ve merakı dile getiriyor: “Suriye'de, Irak'ta taarruzdayız; FETÖ ile, PKK ile mücadele ediyoruz; HDP'liler tutuklanıyor; gazetelere operasyon yapılıyor; ABD ve AB ile ilişkiler gergin. Çok fazla cephe açmıyor muyuz? Nereye varacak bunun sonu, altından kalkabilecek miyiz?”

Çok cephede savaştığımız doğru, ama çok düşmanla değil, tek düşmanla savaşıyoruz.

Karşımızda ne Suriye, ne de Irak var. Karşımızda ne DAİŞ, ne FETÖ, ne de PKK var. Karşımızda ne Cumhuriyet Gazetesi, ne HDP, ne de diğerleri var. Karşımızda, tüm bu cepheleri bir maşa olarak kullanan, tam da Cumhurbaşkanımızın ifade ettiği gibi tek bir “üst akıl” var.” (Yenişafak Gaz. ,07 Kasım 2016)

Düşmanı tanımış, bilmişsek mesele yok!..

O zaman bitirin bu terörü!..

Bizler de o Bingöllü arkadaş gibi kaygılıyız, üzgünüz, öfkeliyiz!..

Ne zaman bir kaymakam, bir vali lafı geçse Merhum Recep Yazıcıoğlu aklıma gelir. Derik Kaymakamı, aynen Rahmetli Recep Yazıcıoğlu gibi, aziz milletimizin yiğit, çalışkan, idealleri olan, korkusuz, başarılı; ailesini ve milletini, vatanının her karış toprağını çek seven bir evladımızdı!

Ruhu şad olsun!

Şehitlerimizin hiçbirini unutmayalım, Şehit Derik Kaymakamı ve Belediye Başkanı Muhammet Fatih Safitürk'ü de bir an olsun unutmayalım!

Şehidimizin cenaze töreninin yapıldığı gün, geride kalan 3 yaşındaki oğlu Asım Eren Safitürk'ün elindeki oyuncak kamyonu ile oynayışını; o fotoğraf karesini, bu masumun babasız kalışını ve annesine, ”Babamı göremiyorum anne!..” diye sızlayışını asla unutmayalım!..  

Ateşten günler içindeyiz; bu ateş büyümemeli, acilen söndürülmelidir!.. 

Bitirin, bu bölücü terörü, uzantılarını; iç ve dış destekçilerini, bitirin!..

Yoksa!..  Ne ulu vatan kalır ne de ulu millet!

Selam, sevgi ve hürmetlerimle efendim!