Suruç'ta meydana gelen 32 vatandaşımızın hayatını kaybetmesine vesile olan patlamadan sonra malum kalem ve kelam erbabı hep birlikte savaş tamtamları çalmaya başladı.

Çalan bu savaş tamtamları, bizim yıllardır bu sütunlardan savunduğumuz “Terör örgütü ile görüşme olmaz” fikrimizin haklılığını ortaya koydu. Böylesine netameli bir konuda haklı çıkmış olmak en son istediğim sonuçtur. Ancak ülkeyi yönetenler deneme yanılma yoluyla ve el yordamı ile bir şeyler yapmaya alıştıkları için bu işte de ters köşeye yattılar.

Bu ters köşeye yatmalar hükümet için bir şey ifade etmiyor. Onların yaptıkları hatanın sonunda ortaya çıkan olumsuzluklar ülkeye ve Türk Milletine kaybettiriyor. Onların bir kaybı yok, memleketin kaybı ise umurlarında değil. Referandumda ölülere bile oy kullandıracak bir zihniyetle hareket ettiler, aradan geçen zaman süresinde kandırıldıklarını anladılar. İki yıldır Paralel yapı diye kendi yetiştirdikleri ve devlet kademesine yerleştirdikleri bir yapı ile mücadele ediyorlar. Kendileri bir şey kaybetmediler. Savcıları ve hâkimleri, polis ve emniyet içindeki şahısları yer değiştirterek kendilerini kurtardılar. Ama ülke iki yıldır bu paralel yapıdan çekiyor ve çekeceğe de benziyor.

Ergenekon vb. yapılanma ile mücadele saçmalığı adı altında askere karşı Paralel Yapı ile birlikte başlatılan operasyonda zamanın Başbakanı şimdiki Cumhurbaşkanı davanın savcılığını üstlendi! Sonuç, Türk Ordusu bütün hareket kabiliyetini kaybetti, ülke sınırlarında cereyan eden olaylara müdahale edemez hale geldi. (Kozmik odaya girilerek TSK'nın bütün planlarının ele geçirilip bir yerlere servis edildiğini hatırlatırım.) Hükümet bir şey kaybetmedi, sadece “KANDIRILDIK” diyerek işin içinden çıktılar. Ama ülke ve Türk Milleti yine kaybedenler hanesinde yer aldı.

Sınırlarımız dışındaki tek toprak parçamız olan Süleyman Şah Türbesi, üç çapulcunun tehdidi yüzünden yerinden sökülerek sınıra taşındı. Yapılması gereken Türbenin daha da tahkim edilip Türkiye'den Türbeye kadar bir güvenli bölge oluşturmaktı. Bunu yapmadıkları gibi kaçışı bir zafer gibi takdim etmekten çekinmediler. Yandaş kelam ve kalem erbabı, utanmadan kaçışı bir zafer gibi halka duyurdu. Hükümet bir şey kaybetmedi. Kaybeden Türkiye ve Türk Milleti oldu.

Suruç'ta bombanın patlamasından sonra aynı yandaş kalem ve kelam erbabı ve hatta internetin aktrolleri hep bir ağızdan sahiplerinin ağzı ile bağırmaya başladılar. Suriye'ye girilsin, Kandil vurulsun! diye! Bunları anlamakta zorlanmıyorum. Çünkü bunlar, beyinlerini ceplerinde taşıdıkları cüzdanlarına koymuş, bu cüzdanın şişkinliğini artırmak için sahiplerinden işaret bekleyen zavallı, omurgasız, kişiliksiz avcı keklikleri.

Bu savaş tamtamı çalanların içinde en zavallıları da daha düne kadar akil adam pozunda ekranlara çıkıp açılım sürecini (dağılma süreci) savunan kalem ve kelam erbabı oluşturuyor.

Bunların içinde Profesörler var, gazeteciler var, sanatçılar var! Var oğlu var. Ancak hiç birisi kendi düşüncesini dillendirmiyor. Görevleri para aldıkları mihrakları memnun etmek! Kendilerinden ne isteniyorsa onu konuşuyorlar.

Bu satırların yazarı ise yıllardır teröristle görüşme yapılmamasını, teröristin anladığı dille konuşmak gerektiğini, bölgede bir problem varsa bunun belirlenip ona göre hareket edilmesi gerektiğini yazıp çizdi.

Analar ağlamasın! diye sahibinin ağzı ile konuşanlara “hangi analar ağlamasın?” sorusunu sordum. Açılım süreci boyunca PKK'nın silah gücünü artırdığını, ileride bu açılımın bir bumerang gibi bizi vuracağını yazmaktan bıkmadım. Şimdi aynı şeyi sahiplerinin sesleri ile savunmak çok hoşuma gitmese de onların benim safıma katılmış olmaları dolayısı ile bundan gocunmuyorum.

Devletin görevinin, analar ağlamasın! derken hangi analar? sorusuna sağlıklı bir cevap vermek olduğuna inanıyorum. Kanuni bir zorunluluk olduğu için askere giden çocukların anaları ağlamasın. Ancak vatana ihanet içerisinde olan ve Maksist bir yapılanma içinde bulunan terörist örgüte katılanların anası olay kendi tercihleri olduğu için ağlayabilir. Ağlamak istemiyorlarsa, çocuklarının dağa çıkıp askere kurşun sıkanların arasına katılmasına izin vermezler.

***

Türkiye son on iki yılda olduğu gibi şimdi de tuhaf bir durumla karşı karşıya. Milletten güvenoyu almamış bir parti iki aydır halen iktidarda ve savaş kararı alabileceğine inanıyor. Milletin seçmediği üç bakan halen görevde ve bunlardan birisi operasyon kararı alabiliyor. En ilginci, ülke içinde gerçekleştirilen operasyon ile ilgili Cumhurbaşkanı açıklama yapıyor ve operasyonlar devam edecek diyor. Sanki ülkede güvenoyu almamış olsa dahi bir hükümet yok muş gibi davranıyor.  

***

Sanki daha önceki yerel seçimler öncesi “Gerekirse Suriye'ye 4 adam gönderirim. Türkiye'ye 8 füze attırıp savaş gerekçesi üretirim, Süleyman Şah türbesine de saldırtırız.” planının devreye sokulmaya çalışıldığı gibi bir his var içimde yaklaşan erken seçim öncesinde!

***

Uyanmak yok, uyumaya devam.