zoraki söylemek zorunda olan doktor, sırtımı dayadığım karyolanın demirine işaret parmağını koyduğunda ve elinin titremesi metalden enseme kadar geçtiğinde anlamıştım vereceği haberin mühimlikten çok hazinlik taşıdığını. Gözlerimdeki korkunun ölümden değil de Kumru’yu bırakıp gidecek olmaktan olduğunu bilmiyordu. Bilmesindi. Gözlerimi pencereden dışarı çevirip umursamaz bir incelikle dinlemiştim söylediklerini.

Diyeceğim daha çokken ama hiçbir cümle ile bu kirli kâğıtlara yazamayacakken, hikâyenin en hazin kısmını okuyucunun zihnine bırakıyorum. Ve ölmeden önce ölüme eş değer bir uykuya dalmak istiyorum. Dudaklarıma değen kızıllık ile ölümün tadına bakmış olsam da, tanıdığım en büyük acının, evde beni beklediğini bildiğim Kumru’nun yanına gidememek olduğunu çok iyi biliyordum.

O günden sonra bir daha fakülteye gitmemiştim. Böylece ismimin yanına eklenmiş olan hoca sıfatını kaybetmiştim. Parmaklarımın bir fırçayı tutmaktan aciz kalışıyla da ressamlıktan vazgeçmiştim. Fakat bütün organlarım infilak olsa da yüreğim sapasağlamdı henüz. Diyeceğim o ki, âşıklığım kumru’yu ilk gördüğüm gibi yerli yerindeydi.

Kumru bunu hiç bilmedi. O gün benim gelmeyeceğimi söylemesi için eve gönderdiğim haberci, bir daha onun gelmemesini de söylemişti. Kumru, boynu mor halkalı, yaradılışı asilliğe düşmüş olan, mağrur bakışlı. Demliğe onun için attığım karanfilden habersiz, bir daha gelmemişti kapıma. Dilinden beddua dökülmemiş ise de gönlünün kırgınlığıydı bunca yıl beni öldürmeyen.

İçinde bir aşk izi duran ve hasretin denizinde boğulmakta olan bir hikâye yazmaya çalıştığımda anlamıştım ki, bitişi benim bitmişliğimle olacaktı. Âdemelmama düğümlenen tonlarca ağırlığı yutamıyordum şimdi. Bu ağırlığın zamansız gelmiş bir ölüm haberi ile aldığım gönül vebalinden olduğunu biliyordum. Biliyordum bilmesine ama bilginliğim çaresizlikten öteye bir arpa boyu yol gidemiyordu.

Kurşuni bir gök altında gel zamanının gelmesini bekleyen ben, ne ömrümün kısalığına ne de içimdeki bu cehennem sıcağı azaba yanmıyordum. Kumru’nun hiç benim olmayan bir suç ile bana hükmetmesine, o suçu işlediğime vehmetmesine yanıyordum. Sevda, harp mahali bir kıyametti nasılsa. Aslını aratmayan bu kıyameti daha dünyadayken tecrübe etmiştim. Kıyametin dehşetinden değil ama Kumru’nun cennet kokusu huzuruna hasret kalışımdan usanmıştım.