Beklemek, bu âlemin sözlüğüne Allah’ı en çok hatırlatan fiil olarak eklenmelidir. Değil mi ki beklemek, peygamberlerin bile imtihan olduğu haldir. Yunus’u beklerken kendi dilini hecelemeye çalışan ben, şimdi yeni bir dili çözmenin telaşına düştüm. Bir ağlamanın kaç anlamı olduğunu türlü misalle bana anlatan Yunus Emre’nin dili, henüz tek bir cümle bile kurmadan usumun yetmediği bir külliyata karşılık geliyordu. Bunca yaşanmışlığımın ve otuzu aşkın yaşımın aslında tek bir amacı olduğunu kucağımı güçlükle dolduran bir candan öğrendiğimde, bütün dillerin, cümle canları var eden yaratıcı olduğunu bir kez daha hatırladım. Âlem âlem diye dilimde büyüttüğüm uzakların bir dua kadar yakın olduğunu anladım. Sonra cümle âlemi, yedi kıtayı, bütün arzı ve semayı içimde büyütebilecek kadar kıymetli, günü geldiğinde tüm bunları kucağıma alabilecek kadar da kudretli olduğumu, kudretin asıl sahibinden öğrendim.

Gönlümde var olduğunu bilmediğim ama acısını hep hissettiğim o derin boşluk dolduğunda nice boş heveslerin, beyhude çabaların yorgunu olduğumu kabul ettim. İşte o vakit, uykusuz geçirdiğim bir gecede yorulmak yerine dinlendim. Bir günü aşkın çektiğim dayanılmaz sancıya, ah etmek yerine şükür dedim. Bugüne değin olsun diye istediğim pek çok şeyi, artık olmasa da olur diye yüreğimden azat ettim. Önce hafifledim. Sonra, artık içimde değil kucağımda taşıdığım canla bir örs kadar ağır adımlarla yolumda yürümeye devam ettim.

Bilmesi kolaydı ama anlatması zordu. Yunus, bir uzun nâme. Dinlemesi kolaydı ama okuması zordu. Hiç tecrübem yokken anneliğin ilmine erdiğimde anlamıştım ki, Yunus’tan evvel okumam yazmam dahi yoktu. Kırk uçurma sepetine önce kalemi ve kâğıdı koyduğumda benden daha çok okuyup daha az yazmasını diledim. Okumanın bilmediklerini duymak, yazmanın ise bilinenleri yinelemek olduğunu beni anlamayacak olsa bile kulağına söyledim. Unu, tuzu, buğdayı ve defne yapraklarını bin bir güzel dilekle hazır ettim. Altını, gümüşü ve kırk kehribar taşını besmeleyle banyo suyuna attığımda, altın kadar kıymetli, gümüş kadar mütevazi, taş kadar asil, su kadar aziz olmasını gözyaşlarımla istedim.

İleride onun doğduğu ayı; kasımpatılarının açtığı, çuha çiçeklerinin dile geldiği, camda konaklayan çiğ tanelerinin buz kestiği ay olarak anacaktım. Yunus’un cümle defterine yalnızca bunları yazmadım. Kışın gelmekte geciktiğini, alıçların az ama ayvaların çok meyve verdiğini, karşı komşunun bahçesindeki ceviz ağacının bir kuşluk vakti hiç niyetine kesildiğini cümle cümle not ettim. Akıl güvenilmez bir limandır. Ona anlatacak olduğum anılarımı unutursam diye korktum. Her birini bir sayfaya emanet ettim. Dahası Yunus’a ördüklerimi, Yunus diye gördüklerimi, onun adına arzu ettiklerimi, şimdiden yakınlarıma vasiyet ettim.

Şimdi en güzel hikâyemi başlığını Yunus diye koyup, her cümlede Yunus diye soluklandığımda bundan evvel yazdığım ne varsa hakikatten uzak olduğunu bilip kabul ettim. Öncesinde hiç yaşamadığım acıları yaşamış olanların bile halini anlayıp hissettim. Şahadet parmağımdan bile küçük bir eli, yarasında dokunamadığım nice yetimin eli diye tuttum. Göğsümdeki bir damla sütle doyurmayı isteyip de elimin ermediği onca canı, doydu sandım. Yunus’un doğduğu gün bir ardıç fidanını toprağa dikerken, onun adına nice ormanlar yeşertmeyi diledim. Dünya, dünya diye sızlandığım yer, neticede bir peygambere sürgün yeriydi. Anne olduğumda bunca telaşın boşa olduğunu acı bir tebessümle yineledim. Ne getirdim ki ne götüreyim diye hayıflanırken, bir evlat duasıyla yetindim. Böylece bağrını yarıp bir çiçeğe yol veren, bir zeytin ağacını büyüten taşın hoşgörüsüyle doldu içim.

Bunca zaman, kum saatinde çöller, kar küresinde kışlar saklayan ben, seyyah olmakla övünmesem de düşlerimde nice yollar yürüdüğümü anlatıp durdum. Yunus Emre’yi kucağıma aldığımda anladım ki olduğum yerde dönmekle yorulmuştum. Şimdi, özümde saklı olan asıl menzile düştü yolum. Kabulü gecikmiş dualarımı, kırgınlıklarımı, hüzünlerimi Allah’a şikâyet ettim. Artık olanlar ile olmayanlardan sebep Allah’tan şikâyet etmekten vazgeçtim. Derdin de dermanın da bir dileyişte saklı olduğunu keşfettim. Yunus’u kucağıma her aldığımda dilemekte geciktiklerimi diledim. Bilmediklerimi öğrendim. Unuttuklarımı hatırladım. Aklımda tutmaktan yorulduklarımı uğurladım. Evvel çok kalabalıktım şimdi bu dünyanın zümresinde bir Yunus’umla ben kaldım.