Ramazan ayındayız. İbadet ayı. Yapılan ibadetlerin misliyle sevaplandırıldığı ay. Allah tuttuğumuz oruçları yaptığımız ibadetleri kabul etsin. 

Ramazan ayında yazılı ve görsel basında oruç hakkında çok şeyler söylenir çok şeyler anlatılır. Hepsi birbirinden güzel. Oruç ibadetinin bizlere neler öğrettiği de anlatılır. Ne çok şey öğretiyor oruç bizlere. Sabrı, vefayı, insanlığı, günahtan korunmayı, kaanati, nefsi frenlemeyi vs.

Ama bir şeyi daha öğretir bizlere, hemde uzun zamandır yaşamayı unuttuğumuz bir duyguyu; ÖZLEMİ...

Evet evet özlemeyi de öğretir bizlere.  Türk Dil Kurumu ''Bir kimse veya bir şeye duyulan aşırı görme, kavuşma arzusu, hasret'' şeklinde tanımlıyor özlemi. Uzun zamandır özlemi bile unuttuğumuzu düşünüyorum. Her istediğimize kısa zamanda kolay şekillerde ulaşır olduk. Hayatımız da ki herşeyi kolaylaştırdık ne de olsa. Kolaylaştırdığımız bir çok şey aslında bize bir çok duygumuzu da unutturdu ya da unutturmak üzere.  

Evet bu tezimde iddaalı konuşuyorum. Oruç bizlere özlemeyi de hatırlatır, öğretir.

İmsak vaktinden iftar vaktine kadar ne çok şeyi özleriz bir düşünün. Ne çok şeyin hasreti bunaltır bizleri. Ramazan ayı dışında da hepimiz bazı sebeblerden ötürü mutlaka aç ve susuz kalmışızdır. Dünya meşgalesi bu ihtiyaçlarımızın önüne bile geçmiştir bazı dönemler. Diğer aylarda aklımıza bile gelmeyenler Razaman ayında ise aklımızdan çıkmaz. Arada ki fark istediğimize istediğimiz zaman ulaşamayacak olmamızı bilmemiz. Psikoloji farkı. İstediğine istediği zaman ulaşabileceğini düşünürsek özlemeyizde zaten. 

İstediğimize istediğimiz zaman ulaşabiliyorsak özlem neresinde bunun? 

Peki özlediğimizin farkındamıyız acaba? Ya da daha genelleştirirsek, kaçımız hissetiğimiz yaşadığımız duyguların farkındayız? Oruçluyken sabahtan akşama kadar neyi özlediğimizi bilmiyorsak, oruç tutmamızın ne anlamı olabilir ki? 

Kolaylaştırdığımız hayat bizleri bir çok duygumuzu kaybettirdi kaybettirmek üzere ya da duygularımızı kaybetmesek bile duygularımıza olan farkındalıklarımız azalıyor. Hiçe saymayın duygularımızı çünkü insanoğlunun daha çözemediği sırlardan biri.  Duygularımızı yaşayamıyorsak biz yaşıyormuyuz acaba?

Ne özlediğimizi biliyoruz ne sevdiğimizi. Ne korkularımızdan haberimiz var ne de sevinçlerimizden. Sanki üzerimize ölü toprağı serpilmiş gibiyiz. Bedensel olarak güçlü olabiliriz, zinde olabiliriz ama ya yüreksel olarak. Zaten uzun zamandır yüreğimizi, yüreğimizdekileri yaşadığımızı düşünmüyorum. Yüreğimizdekilerin bile farkında değiliz gibi geliyor bana. 

Farkında olmandan yaşadığımız hayatımız bize ne kazandırabilir acaba? 

 

Sahi yaşadığımızın farkındamıyız??

 

Ve son söz :

İnsana olanlar değil,o insanın içinde olanlar önemlidir. Louis Mann