Çin’de Whuan bölgesinde çıkan bir virüs dünyanın gündemini meşgul ediyor. Çok kısa sürede ölenlerin sayısı 723’e etkilenenlerin sayısı 34546’ya çıkmış. 

Görünürde biyolojik bir vakıa olmasına rağmen çok daha farklı boyutlarda dünyayı etkiliyor.  Daha şimdiden Çin ekonomisi 3 trilyon dolar zarar gördü. Dünya Çin ile önce insan hareketlerini kesti. Sonra ticaret hareketlerini kesmeye başladı. Okyanuslarda hareket halinde Çin ticaret gemisi kalmadı.  Herkes Çinlilerin bizzat kendisine virüs gibi bakıyor. Bu olay belki birkaç ay sonra kontrol altına alınacak ama kim ne yaptı ise dünyanın genelinde bir korku psikolojisi meydana getirdi. 

Dünya nasıl kontrol edilir dersek? Sanırım bu kontrol mekanizması bundan daha kolay yönetilemezdi.
Önümüzdeki 10 yılda dünyanın büyük gücü olacak olan Çin sersemledi.  Dünyanın tamamı teyakkuza geçti. Çin’inin boşalttığı ekonomik alanını birileri dolduracak. Çin’de meydana gelen zararlar başta ilaç endüstrisi olmak üzere birçok alanda yeni pazarlar oluşturuyor.

Bakteri binlerce yıldır toplumlar üzerinde etkili olmuş. Siyasi ve ekonomik sonuçlar doğurmuş. Savaşlarda kalelerin etrafındaki sular, kuyular bakterilerle kullanılmaz hale getirilerek virüsler silah olarak kullanılmış. Günümüzde de laboratuarlarda virüsler üretiliyor. Deneniyor. Yayılma ve kontrol hızları hesaplanıyor. Yani istenildiği zaman kullanılıp işi bittiği zaman kontrol edilebilecek hale getiriliyor.

Bir taraftan belirli güçler dünya nüfusunun da kontrol altına alınması için çalışmaları yapıyor. Dünya nüfusunun 500 milyonlara düşürülerek seçilmiş bir toplum hayal edenler var. ‘’Asıl olay kazanmanın kendisidir’’ diyen güçler, bir takım planlar yapıyorlar.
Bu güçler insanlığa karşı sorumsuzca davranarak kendi düşüncelerine göre bir dünya düzeni hayal ediyorlar. 

Ortadoğu’da, Balkanlar’da, Afganistan’da, Kuzey Afrika’da, Suriye’de, Doğu Akdeniz’de  yaptıkları da bu projenin bir parçası değil mi? Demokrasi, barış, huzur, diktatörlüğü yıkmak, adalet gibi  insanlara hoş gelen kavramlarla ambalajlandırarak milyonlarca insanın ölümüne , göçüne sebep olmak da bir sorumsuzluk değil mi…

Tolstoy, Dostoyevski, Çehov, Gorki’nin Rusya’sında, Jhon Steinbeck, Ernest Hamingway,Mark Taiwan’ının Amerika’sında, Montaigne, La Fontaine,Moliere, Victor Hüugo’nun Fransa’sında,William Shakespeare’ın İngiletersinde  bu yazarları okuyarak büyümüş toplumların bütün bunlara seyirci kalması sorumsuzluk değil mi? Bu insanların sırtından refahı yaşamak ne kadar medeni?

Sadece kendi kazançlarını sürdürmek hedefine uygun projeler üreten bir avuç insan için dünya kayıtsız kalırken biz ne yapıyoruz?

Öncelikle Dünyada gerçekleşen yok etme projelerinin hedefindeki ülkelerin başında ülkemiz geliyor. Bu yönde önemli adımlar da atıyoruz. Etkili stratejik adımlar da atıyoruz. Oyun kurucu pozisyona gelmek üzereyiz.

Bunlara rağmen büyük ve tehlikeli bir virüs olan sorumsuzluk virüsü bizi de çok derinden etkiliyor.

Öncelikle hükümetimiz, yönetenin ve idare edenin sorumluluğu gereği göstermesi gereken hassasiyeti göstermemesi açısından sorumsuzluk göstermektedir.  Damattan başka 82 milyon içinde bakan bulamaması, Türk milletinin ve dünyanın saygın kuruluşu Kızılay’ın etik olmayan bir bağış olayına alet edilerek yıpratılması ve gerekli adımların atılmaması. Kanuni boşluğu yeterli görmesi. Bulunduğu pozisyon gereği, göstermesi gereken tevazuu göstermemesi. Meclis ile istişarelerde samimi olmaması bir sorumsuzluktur.
Muhalefet ise muhalefet yapma adına her şeye karşı çıkması, destek verdiği en doğru adımlarda bile ‘’ama’’ diye devam ederek ikircikli davranması. Savaş hali durumunda bile Doğu Akdeniz ve Libya’da olduğu gibi ne işimiz var orada diyebilmesi. Eleştiriyi doğruyu bulmak adına değil de yıpratmak adına yapması. İşin amacına ve ruhuna uygun pozisyon alamaması,  yeni projeler üretmek adına ısrarcı olmaması. Büyük bir sorumsuzluktur.

Vatandaş olarak olayları kayıtsızlığımız, takipsizliğimiz,  okumamamız, istişareye kapalılığımız, dar dünyamızın dışına çıkamamamız, bizi yönetenleri dikkatle, irdelemeden kabul veya ret etmemiz de bizim sorumsuzluğumuz.

En ufak bir işe girişte, tayinde,  devlette bir işimizin hal olmasında bir tanıdık akraba aramamız, siyasileri buna zorlamamız, verdiğimiz oyu hatırlatmamız da bir seçmen sorumsuzluğudur.

Basınımızın kazanma kaygısı ile objektiflik rotasından kayması yandaş ya da muhalif olarak kazanç peşinde koşması da basının sorumsuzluğudur.

Anne babanın çocuklara yeterli vakit ayırmaması, ilgi yetersizliği, çocuğunun sahip olduğu yetenekleri ortaya çıkarmak için uğraşmaması aile sorumsuzluğudur.

Sadece kar hırsı ile çalışıp, devletten teşvikleri ile beslenmeye çalışan, vergi kaçıran, işçinin performansını değerlendirmeyen, ülkesine  stratejik bir ürün hediye edemeyen holdingler ve diğer patronlar da sadece kendilerini düşündükleri için sorumsuzdurlar.

Yöneticilerin, kendi yerlerini sağlamlaştırmak için her türlü yanlışa göz yumup, kariyerini açacak her türlü talebe olumlu karşılık vererek, başkalarının önünü kesmek, insanları geleceğini kör etmek de yöneticilerin sorumsuzluğu.
Çalışanlar sadece tüketmeyi düşünüp, kazancının yirmi katkı borçlanıp, kendini geliştirmeden sadece beklentilerle yaşaması da işçilerin sorumsuzluğu.

Odaların yaşadıkları şehri ve ülkeyi bir bütün olarak algılamayıp sadece kendi makamlarını şahsi itibarları için bin bir türlü hokkabazlıkla korumaya çalışmaları da bir sorumsuzluk. 

Çevreye duyarsızlığımız, yaşananlara ilgisizliğimiz, toplumsal etik kurallara saygısızlığımız, insanları ötekileştirmemiz, akrabacılık, hemşericilik, particilik, ailecilik yaparak toplumun her kademesinde adaletsizliğe yol açmamız da bireyler olarak hepimizin sorumsuzluğu.

Bu değişik sorumsuzluk örnekleri korona virüsünden çok daha tehlikeli sosyal ve psikolojik bir virüstür. Hatta bu tip virüsleri taşıyan toplumlara biyolojik virüslerle saldırmak onlara zarar vermeye çalışmak büyük maliyet. Sadece bu tip toplumları,  onların tercih ettiği bu davranış biçimleri ile teşvik ederlerse zaten yönetmek isteyen güçler için zararlı olmaktan çıkarlar.

Bu tip toplumları mümkün olduğunca sorumlu hissetmeyecekleri şekilde rahat ettirirlerse bu güçlere hizmetlerinde o kadar uyumlu olurlar.  Tepedeki bir avuç güce belirli imkânlar, faydalarla kulluk etmeye hazır yeterince insan yok mu? Bu imkânları kimler ret edebilir? Kim hangi faydaya kadar hayır diyebilir?

Zaten de öyle yapmıyorlar mı? En kötü günde, en riskli günde dayanışma yerine ya keyiften ya nefretten duygularımızı yoğun olarak yaşamıyor muyuz?

Sorumsuzluk virüsü belki de dünyadaki en etkili ve güçlü virüs.