Zaman ve zemin neyi değiştir ki? Sanki neyi anlatır anlamak istemeyene, göz yanılmasından başka. Kavgayla gelen insan nesli ne hikmetse her çağda ve her yerde kendisi için eskiden esinlenerek yeni kavga enstrümanları çalmayı başara gelmiştir. Hiç şüphesizi insanların en başarılı oldukları konuların en tepesinde kavga enstrümanı üretmek gelmektedir.

Bazen yaratılış ekseninden uzaklaşma seanslarını takdiri ilahiye ye atfedip kolaya kaçsakta sonuçta kafamıza gerçeklerin her zonklayışıyla bunun böyle olmadığını biliriz. Sahi insan neden gerçekten korkar?!.. Her şeyin yalan olduğu ve sonsuz olduğu evrende tek gerçek olan öze dönmenin kendisini fazlaca yoracağı endişesinden midir, yoksa tenimizin arzularını ruhumuzdan daha iyi ifade etmesinden mi kaynaklanıyor?..

Bir türlü kendimize gelememiş gerçeği görememişizdir. Bu körlüğümüz anadan doğma değil sonradan olmadır. Bir başka ifadeyle görmek istemediğimiz şeyleri görmeme melekesini güçlendirme armonisi. Biz kendimiz kör addetmeyi ilke edinmişizdir. İnancımıza göre kötülük karşısına yapılacak olan davranışların ilk sırasında misli ile mukabele etmek varken hep oturduğumuz yerden sevap keseleri hazırlama süfliliğine düşmüşüz.

Bu inanca sahip olan insanların piri faniler gibi 99 çekmesi akılla bağdaştırılamayacak kadar saçmadır.  Bu söylem halk arasında tembellik gibi basite indirilen bir söylemle anlatılmaya çalışılsa da gerçeği bu söylemleri akşam sabah terennüm edenlerde bilirler ki bildikleri ve inandıklarıyla hiçbir lakası yoktur. İnsanları diğer canlılardan üstün kılan özelliklerin başında gelen akıl melekesiyle kendini çepe- çevre korumasını bilmede hiçte atıl durumda değillerdir. Öğünde karnı doyduğu halde bedava bulunca hörgücünü de doyurmaya çalışan mahlûk o hörgücü taşıyan deve değil hörgüçsüz insandır.

İnsan her devirde doğruyu eğriye çevirme özentisi içinde olduğunu ispatlamış bir yaratıktır, yaratılış ekseninden bakınca. Basitçe misallendirmek gerekirse, güya uygarlığın beşiği olduğu söylenen obezitenin batıdan salgın bir hastalık gibi ülkemiz de dâhil tüm dünya insanlarını etkisi altına alması ap açık örneklerden sadece biridir.. Nedir çaresi az yemek. Ne kadar ihtiyaç olduğu kadar, şişene nefesini yanlış yerlerden alana dek değil. Peki neden insan gerçeğin değildi de yapay, uydurma argümanların  peşinde gitmeyi kendine şiar edinmiştir, bir avuç bilinçli kişilerden başka?..

Bu bağlamda sözde gerçekçinin eylemi; her daim teslimiyetçi olan ve her durum ve ahvelde “hikmetinden sual olunmaz” diyerek aslında kendine sorulacak sorunun cevabını bulamadığı için zımnen kendini aklama kurnazlığından başka ne olabilir acaba?.. Biz olayı meydana getirenin mücerret bir aracı olduğunu, esasın yunusun dediği gibi “bir ben vardır bende benden içeru” sırrında gizli olduğunu iyi biliriz. Yalnız bilmekle yapmak aynı şey değildir.  Kötülüğün kötülük olduğunu bilmeden bir insanın başkasına zarar verdiğini düşünmek bile akla zarardır.

Toplumda hukukçuların yalancı olduğu konusundaki yaygın şayia, günün birinde bir hukukçuya işiniz düştüğünde hiçte düşündüğünüz gibi olmadığını anlayacak ama bu gerçek karşısında bile hakikati söyleme cesaretini yitirenler işleri bitince yine eski karalama kamplarına çekileceklerdir. Bir hukukçuların mı, din görevlilerinin de işleri yolunda gitmeyince kapılarında yattıklarını,  Allahtan kendileri için rüşvet dilenme argümanlarını işleri bitince hemen unutuverirler. Ya doktorlar: ağrı gelince önce allah sonra sana güveniyorum diyen hasta iyilisince ne birinciyi tanır nede ikinciyi.

İnsan bazen özeleştiri yapmalı. Sahi biz insanlar Dönek miyiz? İkiyüzlü müyüz, kaypak mıyız, çıkarcı mıyız yoksa daha sayamadığımız onca haslete sahip birere şer yumağımız?.. Öyleysek, eğer hilkatimizde bu varsa yaradan “hikmetinden sual olunmaz” düsturunca bizi göndermişse bu gezeğene, neden bir günümüzü değeriyle aynı yapmama yırtınmasında yarış halindeyiz?

Unutma! Halimiz de geçmişle-gelecek cirit atarken, ânımız dünya nimetleri arenasında kişneme ritüellerinde?..

Öyle değilse ki elbette öyle değildir, çünkü yaratan:  “ben sizi (haşa) yular sız hayvanlar gibi yiyip içip gezsinler diye yaratmadım” demektedir.

Tüm mesele var oluş ekseninden sapma ve bir türlü gerçeği bulmak için gerekli adımı atmama meselesidir. Dün öyle olmuştur. Buğun ve yarın da öyle olacaktır. Zira eksen üzerinde sabit bir şekilde seyretmek işin en kolayı olmasına karşın, maddi yönümüzü ön plana çıkaran hayvani yönlerimizle at başı yolumuza devam etmekteyiz. Yarış aynı yaş ve ebatlara sahip iki yarışçı arasında değil, kısrağa kafa tutan üç aylık tayla kısrak arasında seyrettirilmektedir. Sahte küheylan acemi tayı peşinden uçuruma kadar koşturacak, uçuruma varınca o ayakta durmasını öğrendiği bir şekilde kendini ayakta tutarken toy atın hayatına on verecektir.

Ustaların çıraklara, güçlünün zayıfa rahmet ettiği ve acıdığı söylemi eksen doğrultusundan sapmamada asla gerçekçi olamaz. O vaha bir maddeler yarışı aranasıdır.  Orada kimse kimseyi tanımaz. Rahmet rahmanla bağlantısı olan atlas sedirlerinde olur. Çünkü oradaki yarış hayırda yarıştır. Sen kendini yarışın birincisi ilan etmeye çalışırken diğerinin de yarışa katılmasını sağlamakla servetine servet karatacaksın. Görünüşte final ipini toy atlar göğüslese de sonuçta hep küheylanlar birinci olacaklardır.

İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdemin oğulları Habil’le -Kabil arasında başlayan kavganın uzantı gün be gün kalleşliğin ikiyüzlülüğün sınırını birkaç basamak daha ötelere taşımaktadır. Onları sebepleri çok açıktı ve her aklıselim onu okuduğu zaman ha şundan dolayı bu ona işkence etmiş yâda öldürmüş diyebiliyordu. Örneklemek gerekirse İslami inanışa göre en kutsal adam öldürme veya ölme yolu, yaratılış ipine insanları dizmek için verilen mücadele netçisinde ortaya çıkan ölümdür. Ondan sonra da korumak ve kollamamakla zorunlu olduğu ruhunu ve bedenini korumaktır.

Ruhun üstünlüğünü haykırmak ve onu öne çıkarmak için aşkla yapılan mücadeleler nasıl hep başarı ile taçlanmış ise, aksi istikametteki, bedenin şehvet ve arzularını tatmin etmek için verilen savaşta hep mağlubiyetle sonuçlanmıştır. Her e kadar kendileri bu başarı sonunda altın madelyalere sahip olduklarını haykırsalar da, bir süre sonra o altınların teneke parçasından başka bir şey olmadığını anlayacaklardır. Dirileri söyle dursun ölülerinin varlığından bile rahatsız olan, son cihan imparatorluğunun son nüvesi ülkemizin küçücük deviminden rahatsız olan vahşi batı ve onun marabalarının felaket tellallarının korkusu; aşılmaz dağların başlarından inmeyen karlar bir yana toprağında tek canlı kalmayacak şekilde kökten imha yoluna gitme telaşları içindeler.

Irkçılık gibi birçok yapay üstünlüklerin üzerine yaratılış çizgisinde gidenlerin mertebelerinin üstün olduğu kuralı konunca yaratı tarafından etlerinin çokluğuyla üstünlük sağlayanların hesaplarını allak bullak ederken, kızarmak bilmeyen iki dönümlük suratlarında morarmalar gözle görülür hale geldi. Arabın aceme üstünlüğü yoktur kuralı bazı arap kardeşlerimize ne hikmetse bazen sivrisinek vızıltısı kabilinden gelmektedir. Unutmamalıdırlar ki bu din onlara üstün oldukları için değil sefalette tavan yaptıkları için gönderilmiştir. Bu gerçeğe ne zaman hatırlarında tuttular onlarda rahat etti diğer Müslümanlarda.

Bir isyanla tüm defterleri yakan insan bu üstünlük materyaliyle uğraşanların değil gününü yarınını ve daha sonraki günlerini de yerle yeksan edeceğini unutmamalıdırlar. Bu gaflet uykuları onlara şeytanla yarışı kazandırsa da sonuçta mutlaka ve mutlaka kazanana hak ve gerçek olacaktır. Bu azmış güruhun şeceresi ilk insan Âdem’den bu yana tektir. Onlar son olarak Osmanlıyı yıkmak için peygamber eshab-ve tabiinden başka kimseyi tanımıyoruz söylemi üzerine kendilerine yardımcı olan efendilerinin direktifleri doğrultusunda sanal ülkelerde sefaletini hayat sanan bedbahtlardır. Tüm çabaları kokuşmuş etlerinin gramajını biraz daha artırtılmaktır.

Bu mantalitenin temelinde;  bize gönderilen dini ancak biz anlarız benciliğiyle şeytanın ekmeğine yağ sürerken, o dinin neden kendiişlerine gönderildiği gerçeğini unutmakta yatmaktadır. Referansları şeytanda olduğu gibi yine dindir. Zira kitap ve sünnete uyarız ama onun dışında günün koşullarına göre verilen fetvalara itibar etmeyiz, sadece iman ettim demekle yetinilmediğine bakarız, imanlarını gereğini yerine getirmeyenlerin malları ve canları helalıdır mantığıyla vahşiliklerini ortaya koymaları bizlere hatırlatsa hatırlatsa en son elçinin neden kendilerine gönderildiğini bir kez daha hatırlatır.

Ağa babaları değişen bu ip kaçkını soykaların her zaman birden çok tutunacak dalları olmuştur. Çünkü gerçek tek çizgi,  yalan yumaktır. Dün İngiliz’di, bu gün Amerika veya insanlığın dirilisine sahne olan toprakların mundar olan kısmında yaşayan ayrık otları. O topraklarda tutunan ve en sonunda yine aynı esas üzerine devam ede gelen Abdullvahhabı’ın hilkate aykırı görüşleriyle bu gün yeniden hortlatılmıştır.

Adı ne olursa olsun dünkü Haricîlerin Hz. Ali tarafından bozguna uğratıldığı, Müseylime-i Kezzab'ın yalancı peygamberliğini ilan ettiği ve Halid Bin Velid'in kılıcıyla bozguna uğratıldığı bir mekânda hortlayan bu kan emicilerin cırt attığı yer yine kökleri aynı topraklar o an Suudi Arabistan’ın ‘Necd’ bölgesidir. O bölgenin halkı, Hz. Peygamber (sav.) döneminde Müslümanlığı kabul ettikleri halde,  Yemen, Aden, İran, Hint, Irak ve Şam’ın tesiri altında kalmış ve birçok yanlış akidelere sahne olmuştur.

Dün yalancıların bozguna uğratıldığı bu topraklar üzerindeki bozguncular yarında mutlaka bozguna uğratılacaktır. Unutmamalıdır ki er ve geç Allah nurunu tamamlayacaktır. Peygamber, ashabı ve tabiinden başkaca İslami temalı esaslara itibar etmeyen ve Müslümanlar arasında bu döneme nispetle selefiyle yolu ve ileriki aşamada temsilcisinin Abdulvahhap olması hasebiyle VAHHABİLİK OLARAK anılmaya başlanan, şimdilerde ise kendilerini ‘Irak Şam İslam devleti’ diye adlandırarak çoluk çocuk yaşlı genç demeden kökten imha yoluna gidilenlerin caniliği hiçbir itikadı ve insani literatürle bağdaştırılamaz…

Hayırda yarışta niyet doğru ise hata bile sevaptır. Bari bilmiyor öğrenmeye niyet etmiyorsun, kulaklarını açta bir çift doğru söz işit.