Nizam-ı Alem davası bize unutturulduğundan, “Fetih” mefhumunu da toprakları işgal etmek olarak algıladığımızdan beri, İlay-ı Kelimetullah adına açılan ağızları ta gırtlaklarındaki ses tellerine oturup lâl ettiğimizden, musibete müstehak olmamız hak oğlu haktır! Fetih, açmaktır gönülleri, çevirmektir Allah'ın razı olduklarına. Fetih, uzatmaktır elini kuyudaki Yusuf (a.s.) fıtratlılara. Fetih almaktır Nuh(a.s.)'un gemisine merhamet nazarıyla cümle mahlukatı. Fetih saplamaktır küfrün ve zulmün kalbine Hazreti Ali(k.v.) gibi, Hazreti Hamza(r.a.) gibi kılıcını.

Cenab-ı Mevla Kitabında “Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları,  kardeşleri yahut kendi soy sopları olsalar bile, Allah'a ve Peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin.” Mücadele Suresi 22. Ayeti Kerime.

Yaklaşık 1 asırdır milletin baş gözüne de gönül gözüne de yani ferasetine perdeler çekilmiş, feri söndürülmüş, görür sanır kör şekline tenezzül ettirilmişti. Türlü franksiyonlarla ve dikte edilen pörsümüş batı fikirleriyle özünü dilde, fikirde, ticarette, eğitimde velhasıl her mana da unutan millet kendisine kendisini hatırlatmaya çalışan her sesi “yabancı” ve “ bu da nereden çıktı” hatta ve hatta “bağnaz” ithamlarıyla ya astı ya hapsetti. Önüne çıkan özden uzak kabuk ideolojilere ya sarıldı ya darıldı ya da bataklık gibi dibine kadar çakıldı. Bin senelik bir medeniyeti kendince “çağdaş muasır medeniyet” dedikleri ama bizim hamurumuza gavur bir medeniyetle, Allah ve Peygamber düşmanı bir sefaletle değiştirmeye kalktılar. Bu değişimi deformasyon haline getirenler de nedense önceki bin senenin demagojisini yapanlar oldular. Bin senelik medeniyet İslam'dan uzak tüm toprakları “Bize Allah hidayet nasip etti ve tebliğ emretti. Cenab-ı Hak ancak Tevhide iman edenleri cennetine alacağını bildiriyor. Biz de Tevhidi bilmeyen insanlara gidip tevhidi anlatacağız.” düsturuyla cihan hakimiyeti kurdu. Bu yüzdendir ki Hâce Ahmet Yesevi (k.s.) gibi Gazi-Dervişler haleflerini daha İslam'ın fetih orduları doğudan batıya gelmemişken ta balkanların en ücra köylerine gönderdiler. Bu yüzdendir ki o gazi-dervişler bellerinde tahta kılıç ellerinde tesbih, dillerinde tevhid kalplerinde zikir gayrimüslim memleketlere gelip insanlara İslam dinini anlattılar. Ayni bir fikirle İ'lay-ı Kelimetullah'ı kan dökmeden gül vererek irşad ettiler. Zira onlar Allah Teâla'nın merhamet ordusuydular. Buraya kadar her şey tamam. Hatta Mevlana Celaleddin Hazretlerinin Şeb-i Arus gününde onun da bir gazi-derviş olduğunu ve bu yüzden onun vesilesiyle aşk, barış, hoşgörü gibi kavramları onunla andığımızı hatırlatırım. Cenab-ı Hakkın rahmet sıfatının tecelli ettiği bu gül ordusu gibi Cenab-ı Hakkın “intikamına bizi memur kıl Rabbim!” diyen gazab ordusu olduğunu unutmuştuk. Senelerce franksiyon diye andığım ama hakikakette hakikisiyle anılmasının bile büyük bedbahtlık olduğu “ılımlı”, “hoşgörülü”, “barışçıl” gibi ne varsa alıp çaresiz hastalığına çare olacak ilacı bulmuş gibi yutan millet işte kendisine “yabancı” gelen “nereden türedi bu” gibi sorulara sebep veren hakikisini unutmuştur. Seyyid Abdülhakim Arvasi Hz. (k.s.) “Hiçbir amelime güvenmiyorum lakin Allah'ın düşmanlarına düşmanlık ettim.” diyor. İşte 1 asır boyunca gözümüze, gönlümüze perde olanlar 15 Temmuz vesilesiyle kalktı, kalkınca da bu millet bu düsturu hatırladı; Hubb-i fillâh buğz-i fillâh yani Allah için sev Allah için buğz et –öfkelen-. Asırladır kendi vatanında ki ve yeryüzünde ki zulüm gören dindaşları için soydaşları için ses çıkartan herkes ötelendi. Bugün bu millet Halep'e ses çıkartıyor, yardım programları tertip ediyor hatta konferanslar düzenleyip kardeşlerine de bu -hissi- telkin ediyor. Allah adına Peygamberi adına ve medeniyet adına unuttuğumuz ne varsa başımıza Suriye'yi, Filistin'i, Doğu Türkistan'ı, Çeçenistanı getirdi. Halbuki Yavuz Sultan Selim Hazretlerine aylarla geçilemeyen çölleri 13 günde geçiren o his Nizam-ı Alem değil miydi? Gazneli Mahmut Hindistan'a yılmadan 17. Kez sefer düzenlerken niyeti Nizam-ı Alemden başkası değildi. Tarık Bin Ziyad Hazretlerini Avrupa denen sefiller kıtasına çıkaran ve orada bir medeniyet kurduran şey İ'lay-ı Kelimetullah için Nizam-ı Alem değil miydi?
Allah'ın Kelamını yeryüzüne bir nizamla kurma sevdasıydı işte Bin sene mazlumların başını okşayan. O düzenle kanayan yaraları sarma sevdasıydı kıta kıta fetihler yaptıran. Garipleri, Yetimleri bağrına bassın diyeydi onca şühedanın akan mübarek kanı.Ama unutma Milletim Zalimin zulmünü, kafirin küfrünü, münafığın nifak mührünü, fasıkların fıskını kalplerinin tam merkezinden ipeğe sarılmış çelik yumruklarıyla söküp alma sevdasıydı o sevda. İşte Halep'te ırzı çiğnenen, kanı toprağa tohum olarak dökülen, tırnakları kerpetenle çekilen, katledilen o yiğitlerin ve mukaddes kadınların çilesi ve sancısı doğuracak gebeliğini tekrardan bu milletin. Bugün Halep Mekke oldu Anadolu Medine ama Anadolu'yu Taif'e çevirmeye çalışanlar var. O feri atamamış ahmakların bırakalım kalpleri ve zihinleri takılsın sınırdaki tel örgülere. Bizim sesimiz çıkıyor artık. Biz buradayız. Müslümanlar burada. Müslüman Türk Milleti burada. Sevdasıyla yanıp tutuştuğumuz davanın sancağını yeniden kaldırmak için Allah kalplerimizdeki mührü kaldırdı. Cenab-ı Mevla bize Euzü besmele nasip etti ki Lanetli iblisin elleri üzerimizden çekildi. Yılma, yıkılma, hamurunu Hâce Ahmet Yesevi'ler yoğurdu. Üfledi nefesini Allah'ın dostları Medine'den Horasan'a, Türkistan'dan Mostar'a. Şimdi bu ateşi Anadolu Kıtasında yakanlar var. Bin senedir varolduğu gibi. Külü kalkmış, ufak bir esintiyi asırdır beklemiş bu köz şimdi küfre ve zulme yangın imana ve ümmete ısınacak bir ateş hatta güneş olmuş durumda. Doğuyor işte eskimez, pörsümez yeni. Kurtarır Halep'i de Kudüs'ü de. Isıtır ta buradan Çeçenya'nın, Doğu Türkistan'ın dağlarını.

“!
Kurtulur dil, tarih, ahlak ve iman 
Görürler nasılmış, neymiş kahraman 
Yer ve gök su vermem dediği zaman 
Her tarlayı sular arkımız bizim

!” 
Necip Fazıl Kısakürek

 
               Yazımın başında aktardığım Ayet-i Kerime tefsirince; Bu necib millet küfrü ve zulmü sevicilik yapmaz. Kimse de yaptıramaz. Halk arasında bir lafın gelişi vardır “babam olsa !” diye işte Cenab-ı Hakkın bize hem emrettiği hem de “İman edenler bunu yapmaz, yapıyorsa imanında problem vardır.” Şeklinde anlamamızı istediği bu İlahi vecibe bize bizce sorgulanamaz bir düsturdur. Üstad Necip Fazıl; “Anadolu şekil ve hacim halinde görünen tarafıyla değil, bütün bunların ötesinde ruh ve mâna olarak görünmeyen, gösterilemeyen, şekil ve hacme dökülemeyen iç cephesiyle Anadoludur.” diyor. İşte aradığımız, özlediğimiz, beklediğimiz tam da kendi hamurumuzda. Vuslata ermenin vaktidir artık! Maksada erişmenin zamanıdır artık. Öz davamıza, öz fikrimize ilaç gibi sarılmanın anıdır artık. Dem bu demdir dem bu dem!

“!
Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte! 
Ölsek de sevinin, eve dönsek de! 
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte! 
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! 
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!
 
!”
Necip Fazıl Kısakürek