Bir kısım görüyorum –ki bu kısım memlekette azınlık hale geldi- İsviçre’den, Fransa’dan, İtalya’dan gelen her kanun ve anayasaya “EVET” demekte tereddüt etmiyorken bu milletin bin senelik tecrübesinin muasır halde tekerrür etmesine büyük harflerle “HAYIR” diyip “EVET” diyenleri hainlikle suçlamaktan da geri kalmıyor. Bu suçlamayı yaparken de kendini  –Halkçılık-  iddiasından geri bırakmadan yapıyorlar. Vah ki ne vah!...

    Halkçılık ne demektir? Halkçıyım diyen halktan değil midir ki halk-çı-dır? Hem “Halk” kim? Cemil Meriç merhum bakın ne diyor bunlara; “Kime karşı Halk partisi? Kime karşı halkçı? Halkçılık halkın sırtına binen bir avuç aydının (!) uydurduğu bir mit. Oğlancı gibi. Halkın ırzına geçmek için halka hulus çakan açık gözlerin yaftası.” Değil mi ki halk-çı fırka adı altında bu milletin öz kültürüne, halkın millet olma hassasına, tarihine, giyimine, diline, inanç ve itikatına, öz değerlerine, ezanına, bin yıllık alfabesine, üç bin yıllık ananesine, örfüne ve hatta atasına, ecdadına dikteler koyup halkı millet olma bilincinden uzaklaştıran? Yahudinin şapkasıyla, Latinin alfabesiyle muasır medeni Türk’lük cakası satıp Türk’ün ruhuna en ağır ihaneti yapan? Allah aşkına halk-çılık iddiası altında halkını cahil koyun sürüsü kefesinde tartıp kendini terazinin sahibi gibi aydın(!) gören, üst sınıflardan halkı değerlendirme gayretine giren değil mi bunlar? Bugün kalkmış, millet kendi iradesini halk-çı kesimin en kutsadığı demokrat yöntemle ortaya koyarken halkına, milletine sağır bu –azınlık- kısım halk yerine irade koymaya çalışıyor. İşte bunların anladığı millet olma idraki kendi işlerine geldiği kadar. Bugün “HAYIR” dediklerinin bir kısmını seçim çalışmalarında kendileri propaganda yaparken, neden ve niçin hayır dediklerine dair hiçbir fikirleri ve hisleri yok. Olmayan kehanetler üzerinden demagoji yaparak milletin hisleriyle oynamaya çalışıyorlar. Biz tarihten aldığımız ibretle, 2 bin sene önce “Kut” anlayışımız, bin sene önce ecdad ile yaşadığımız tecrübe ile kalbimize nakşettiğimiz, öz be öz hissi ve fikri kabulümüzü almış bu anlayışı neden ısrar ve inatla kabul etmiyorlar sizce? Madem köklerine bu kadar sadıklar –ki köklerinden anladıkları 1 asır öncesine gidemiyor- neden bin yıllık öz-kök medeniyeti yıkıp köklerine düşman ettiler? Haydi buyurun aslımıza bakalım desek tarih ortada. Ecdad 3 kıta 7 denize adalet ve merhametle hükmederken bunların sözde “halkçı parlementer” anlayışını benimsemedi. Haydi buyurun bunların “çağdaş muasır medeniyetler seviyesi” diye istismar sloganıyla değerlendirelim meseleyi desek; dünyanın kudret arenasında içtima sahibi olmuş devletlerin neredeyse tamamı “Hayır” dedikleri sistem ile yönetilmekte. Hani bunlar sevdalıydı ya  bizden gayrı Çağdaş(!) Muasır(!) Medeniyetlere. O zaman sorarız sizin derdiniz ne? Dertleri bu milletin millet olma hassalarıyla oynamak.  Bu milletin öz değerlerine geçmişte olduğu gibi her zaman karşı çıkmaya devam etmek. Bu milletin dışarıdan düşmanı bitmez. Düşmanının bile hangi milletten hangi devletten olduğu fark edilemez. Lakin içimizde ki düşmanlar? Kusura bakmayın milletini “Hainlikle” suçlayan –azınlık- topluluğuna karşı sakin olmam beklenemez. Biz 2 bin senedir sevdalıyız bu milleti millet yapan, bu vatanı vatan, bu devleti devlet yapan değerlere. Velhasılı kelam; Biz hep Yüce Rabbimizden kendimizden önce Müslüman Türk Milleti için ve onun devleti için hayırlısını diledik.

      İçimizden dışımızın muradıyla muratlananlara Üstad’ımın bundan 40 sene önce aynı hislerle yazmış olduğu bir raporla münasebetlendirerek yazıma son veriyorum; “Batı dünyası, hürriyetini , “devlet benim!” diyen ve milletinin canını, malını, ırzını, her şeyini mülkü sayan istibdat idarelerine karşı elde etmişti. Halbuki ondan asırlarca evvel “beni kime şikâyet edebilirsin?” diye çıkışan padişahına “şeriate!” cevabını verecek kadar olgun ve gerçek bir hürriyet havası içindeydi Türk milleti… Bu olgunluk ve gerçeklik, bir cemiyetin topyekûn bağlı olduğu hakikat kutbu önünde her türlü tahakküm ve tasalluttan âzadeliğini tespit edici ulvî bir mîzan sahibi olmaktan geliyordu. Batı dünyası, bir zamanlar Viyana önlerinde hakkını arayan bu ulvî mîzan ruhunu zedeletmek için bize hürriyet ve demokrasiyi aşılamıştı; yoksa padişahları ve padişahlığı devirtmek için değil… Nitekim Ulu Hakan Abdülhamîd Han’dan sonra gelen tacsız sultanlar, Nemrud’ları ve Firavun’ları bile gölgede bırakacak tahakküm ve tasallut rejimleri kurdular ve böyleyken dudaklarından “hürriyet, müsavat, adalet” teranesini düşürmediler.” Memleketimizin selametle kalıp selametle kıyamete dek bâki kalması temennisiyle… Hayırla kalın.