Eşyayı ve zamanı sevk ve idare etsin diye yaratılan Eşref-i Mahluk(Yaratılmışların en şereflisi), eşyaya ve zamana esir olmuş Bel Hum Adal(Aşağıların aşağısı). Dünya değil dünyalara sahip olma ihtirasıyla kendi gibi mahluk olan zamanın girdabında boğulmuş ve eşyanın kabuğunda menfi tutkulara dalmış Ademoğlu, dalmaklığın bile zamanın kendisinde olduğundan habersiz dönüp duruyor.

      Şimdi hatırlasak “Biz bizim değilken bizim olmayan biz ile nasıl bizden gayrı her şeye sahip olma sevdasındayız ?” Sorsak işte kendimize, bizim olmayan kendimize. Yine bizim olmayan bizden alacağız cevabımızı! Belki düşecek başımız önümüze ve bir film şeridi misaliyle seyredeceğiz aklımızı şuurumuza yüklediğimizden beri ne çok şey istedik kendimizden gayrı. Belki kulaklarımızda çınlayacak "Bu dünya hayatı bir eğlence ve oyundan başka birşey değildir. Âhiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı!" [Ankebut Suresi 64. Ayet] Kelâmullah! Ve belki soracağız kendimize “- Ben neredeyim?, - Hangi meseldeyim? Ve – Ben ne için varım? Ne için yaratıldım?” Yine bir tokat gibi çarpılacak beynimize “Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.” [Zariyat Suresi 56. Ayet] “- Ben kulluğun neresindeyim?” Ne zaman dünyayı araç gibi kullanmak yerine amaç gibi davalaştırmaktan vazgeçeceğiz? Neyedir bu kahrımız? Neyedir bu inadımız? Ve Nereyedir bu akıl almaz gidişimiz?

Ne diyordu Risalet-i Penah Efendimiz (s.a.v);
"Kimin arzusu ahiret olursa, Allah onun kalbine zenginliğinden koyar ve işlerini derli toplu kılar, artık dünya ona hakir gelmeye başlar. Kimin hedefi de dünya olursa, Allah iki gözünün arasına (dünyanın) fakirliğini koyar, işlerini de darmadağınık eder. Netice olarak, dünyadan da eline, kendisine takdir edilmiş olandan fazlası geçmez."

Ve ne diyordu bir Mevla dostu;
"Dünya bir çarşıdır, bir pazar yeridir. Yakında kapanır, dağılır. Size yalnız fânileri gösterecek ve onlara bağlanmanıza sebep olacak kapıları kapatınız. Allah'ın kudretini görmenize ve yalnız O'nu sevmenize vesile olacak kapıları açınız.."

            Gönlünü gayrullahtan temizleyene Allahtan gayrı hiçbir şey huzur veremez. Peki nereye koymalıyız bunca Marufun yanında Moderniteyi? Sekülerizmi? İhtiyatsız ihtiyaçları? Tutkularımızı? İhtiraslarımızı? !

            Ferd ferd ve milletçe kendimizi bir muhasebeye çekelim. İnsan Cenab-ı Hakka seyr etsin süluk eylesin diye yaratılmıştır. Bu seyrin sonu “Kulluk” makamıdır. İnsan aklı baliğ olduğundan itibaren mükelleftir bu yolculuktan. Yol gidenindir derler, yolda gideni izleyenin değil. Ferd olarak mükellef olduğumuz bu bahr-i umman aşk, bu yakışı tatlı sevda ekseriyle yaşandıkça sıçrayan bir ateş kıvılcımı gibi “millet gönlümüzü” tutuşturacak ve kendi kendinin olmayan millet kendinde bir öz yolculuğu yapacak, nihayetinde kendini bulacak ve “ilim kendin bilmektir” sırrına cümle toplum olarak mazhar olacak. Ferdlerin içinden Mevlanalar, Yunuslar, Hacı Bayramlar gibi İnsan-ı Kamil yetiştiren bu sır, Memleket-i Kamil olma kemalatımıza bizi vasıl edecek yegane düsturdur. Milletin ve memleketin bir Mevlana, bir Akşemseddin olduğu devlet elbette dünyanın malayaniliğinden uzakta dünyayı kullanacak bir araç mesabesinde algılayacaktır ve Fatihler yetiştirecektir. “Vatandaşını zorla cennete sokan memleket” tecrübemizle tekerrür ettireceğimiz tarihimiz, bunun yanında ferd ferd dünyanın melanetini idrak edip, millet millet dünyanın Mü'mine hizmet için varolduğunun şuurunda yaşayacağız.
Yani “BİZ” olacağız. Benlikten, nefisten kurtulup kendimizin bile bize emanet edilişinden, bu vatanın bize emanet edilişini anlayacağız. Yaşanan sancılar bizim, gebe biziz. Doğuracak olan da elbet biz olacağız. “BİZ”lik şuuruyla bu çileye bize talip isek Cenab-ı Hak'kın inşirahına biz mazhar olacağız. Dünyayı karşımıza alıp Allah yolunda Allah için haykıracağız. Nefislerimizi bir kenara bırakıp emaneti hakkıyla ve layıkıyla taşıyacağız.  Ve Eşref-i Mahluk olabilmek namına Eşref-i Devlet olacağız. Ve biz dünyalara sahip olacaksak yine bunu Allah için yapacağız. Allahû Teala insandan aslına rûcu etmesini ister. Yani özüne yönelmeni. Çünkü Rabbimiz bütün cevherleri insanın kendi özüne yerleştirmiş ve gizlemiştir. İnsan nefsinin perdelerinden kurtuldukça özünü bulmaya başlar. “Öz” nefsin küfüyle paslanmıştır; gümüş gibidir. Tezkiye ve tasfiye ile parlar ve güzelliği ortaya çıkar. Millet olarak Öz benliğimize yine küf tutmuş, paslanmış benliğimizden kurtularak ulaşacağız. Ve aslımıza rûcu edeceğiz. Tutkularımızdan sıyrılıp “Hakiki Aşk” ile gayeye ulaşmak gayretiyle!

“!
Bela gökten yağmur gibi yağsa
Ona başın tutmaktır adı âşk!

Eşrefoğlu Rûmi (k.s.a)


Duamız;
“Yarabbi: bana eşyanın hakikatini olduğu gibi göster!”Hadis-i Şerif