Modernleştikçe pek çok eğlenceli neşe getiren anane gibi oluşumlarımızı unutmuş durumdayız.

Unutulmuş veya unutulmakta mecbur kaldığımız nice âdetlerimiz içinde!

Bizlere ve bilhassa çocuklarımıza neşe kaynağı verenlerden bir tanesini hatırlamaya çalışalım.

***

Geçenler de balkonda oturup caddeden geçenleri seyrederken birden yağmur başlayıverdi.

Benim gibi, caddede ki yayalar bile kaçışmaya çalışsalar da sevinç içinde oldukları hallerinden belli idi.

Ama ne çare? Duruverdi kısa zamanda yağmur. Ve belleğim beni çocukluğumun günlerine doğru götürdü.

***

Buna Yıllar evveli “Yaz yağmuru” derdik. Bilmem şimdi de diyenler var mı? Temmuz ve ağustos aylarında ki sıcak yaz günlerinde birden çavunlu yani kırbaç gibi vuran iri daneli yağmur iniverirdi

Önce sokaklarda ki tozlu kısımları yumuşatırken Arnavut kaldırımı ( 20 cm kadar oval, köşeli taşların parke gibi döşeniş şekli) denilen taşlı kısımların üstlerindeki tozları akıtıp pırıl pırıl hale getirir ve kaybolup giderdi.

Caddeler sokaklar yağmurun verdiği bu ıslaklık rehaveti içinde insanlarda tebessüm doğar, Hamdi sena ederlerdi bu rahmete.

Asıl cümbüş çocukların oyunlarını birden bırakarak yaptıkları idi.

Tabii bendenizde vardım bu işlemlerin çoğunda. Bunlar şimdi geldi belleğime. Film gibi!

Şöyle bir bakındım caddedeki tek tük kendi halinde veya arkadaşları olan çocukların hareketlerine.

Oyun ne gezer, oradan oraya gidip gelmekte idiler.

Arka tarafa geçip acaba sokaktaki olanlar ne yapıyor diye baktım. Fark eden bir şey yoktu.

Beklediğim hareket modern apartman ve yaşayışın verdiği hayat âleminde unutulmuş.    

Bilinmiyordu bile.

***

Evet, Yıllar evveli çocukluğumda her yıl karşılaştığımız yağmur iniverirdi birdenbire.

Oyunumuz bozulmuş saçak altlarına kaçmış olurduk ama asla şikâyetçi değildik

Çünkü yağmur sonu kazanacağımız işlemin neşesini duyardık.

Yağmur çekilip sokaktaki (o zamanlar, cadde ve sokaklarda asfaltı bırakın, şimdiki parke bile yoktu .) parlamış taşların aralarındaki tozlu çamurlu kısımlarına basmamak için üzerlerinde atlayarak hoplaya zıplaya bir araya gelirdik.

O zamanlar Naylon torba mevcut değildi. Birimizin evinden. Çinko su kovası alır mahallenin tek katlı bahçeli evlerinin kapılarını çalmaya başlardık.

Yağmur gitmiş olsa da “Yağmur yağdı ıslandı / sokakları su aldı / hanım teyze veriver / bizim bulgur pilavı” ve daha çok şekilde şu anda hatırlayamadığım nakaratları seslendirip cıvıl cıvıl olurduk.

Kapıları ayrı ayrı çalınan evlerin hanımları kabı ile beraber çıkar, her biri ayrı olarak bulgur, kıyma, sadeyağı, bahçesinden kopardığı soğan, domates, biber ve maydanozu verirdi.

Bunları kovaya dolduran çocuklar başka bir kapıya giderek “Hanım teyze biz geldik / pilavımız pişecek” nakaratı ile çalarlardı.

Vakti zamanı olan evin hanımefendisi kapıyı açarken gülümser ve “verin çocuklar ben size haber vereyim piştiğinde” der pilav malzemesini alırdı.

Çocuklar oyuna dalardı tekrar. Hanımefendinin bahçede ki toprak ocakta bağ çubuğu denilen üzüm bağlarının kurutulmuş dalları ile pişirdiği içi domatesli, biberli, kıymalı ve sadeyağlı malzemeyi yayvan tavada suluca pişirir, yer yer kabaran kabarcıklar oluşunca pilavın piştiğini görüp çocuklara bağırırdı.

“Haydin çocuklarrrr” diyerek!

İşte en neşeli anlar o anlardı. Çocukların toprak veya çimenli yerlere oturup leziz olan pilava kaşık sallarken birde tandır ekmeği de yemeleri.

Gözlerimin önünde tüttü o günler

***

Tekrar baktım etrafa nerede o günlerin neşeli çocukları

 Sadece çocuk parklarında, daha büyükleri bilgisayar CAFE'lerin de oyunla meşguldüler herhalde!

***

Sağlık, esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle!